KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET MUSTAFA GÜRBAN (Gaziantep) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Değerli Komisyon üyeleri, kıymetli katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Enflasyonla mücadele, mal ve hizmet üretenin maliyetini düşürüp onları makul fiyattan tüketiciye satmaya ikna etmektir. Enflasyonla mücadelenin kalıcı hâle gelebilmesi için siyasi iktidarın büyümeyi değil, kalkınmayı öncelikli kılması gerekmektedir. Şu anki siyasal iktidarın enflasyonla alakalı kalıcı bir çözüm yaratabildiği pek imkân dâhilinde gözükmemektedir. "Faiz enflasyon yaratıyor." diyerek fiyat artışlarıyla mücadeleyi teolojik yaklaşımlara bağlamak da sürekli vurguladığımız liyakat sorununa işaret etmektedir. Faizin içinde enflasyon ve riskler mevcuttur yani faiz enflasyonu yaratmaz, aksine enflasyon faizi yaratmaktadır. Enflasyonun başka bir sebebi de gelecek beklentilerinin olumsuza kaymasıdır. Eğer firmalar ve bireyler gelecekte tahsilat ya da ödeme sıkıntısı çekeceklerini düşünürlerse bu endişeleri ticari işletmelerine dâhil ederler yani fiyatların içine risk primi yerleştirirler. Bu sebeple fiyatlar sürekli yükselmeye devam etmektedir, enflasyon kronik hâle gelmektedir. Bunun da sorumlusu beklentileri doğru idrak edip uygulayamayan ekonomi yönetimi ve siyasi iktidardır.

Ayrıca, tarım ve emtia piyasalarında monopol ya da oligopol oluşumlar var ise durumu kötüye kullanan kişi ya da işletmeler fiyatların yükselmesine sebep olmaktadır. Bu durumun Ticaret Bakanlığı tarafından Tarım Bakanlığı ve özel kurumlarla koordineli şekilde takip edilmesi gerekmektedir ancak takip etmek bir kenara, bakanlıkların uygulamaları enflasyonu daha da yükseltmektedir. Amaç nihai mal üretenlerin maliyetini düşürmek ve yüksek katma değer yaratmalarını sağlamak olmalıydı ama tersi oldu. "Benim kapasitem herkese yetmez ama benden alacaklar." diyerek şahsi menfaatlerini ülke menfaatlerinin önüne koyanlar bugün dev holdingiler hâline gelmişlerdir. Binlerce kişi çalıştıran, kârlılığı tartışmalı, yüksek cirolu ama bolca borçlu firmalara sahip olan bu holdinglerin siyasi iktidarlarla beraber yürümeleri gerektiği ise gayet açıktır. Özetle, cirosu yüksek, kârlılığı tartışmalı, çok insan çalıştıran, kilogram değeri düşük mal üreten, teşvik ve ithalat engellemeleriyle ayakta duran bu firmalarla Türkiye'nin gideceği fazla bir mesafe yoktur.

Peki, ne yapmalıyız? 21'inci yüzyılda firmaların en önemli vazifesi insana yatırım yapmak olmalıdır çünkü beşerî sermayenin kalitesi artmadıkça verim düşecek, kâr ve büyüme krizleri ortaya çıkacaktır. Örneğin, e-ticaret sektöründe yetişmiş insan kaynağı konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. E-ticaretin büyümesi, işletmelerin dijitalleşme projelerini sorunsuz ve hızlı bir şekilde hayata geçirmesi için nitelikli insan kaynağının yetişmesi gerekmektedir. İşletmelerin, etkin bir şekilde rekabet edebilmek, yeterince yeni ürün, hizmet, teknoloji ve diğer yenilikleri hayata geçirmek için yetkin ve nitelikli insan kaynağına olan ihtiyacının giderilmesi gerekmektedir.

Uzaktan, esnek, serbest ve mikro çalışma uygulamaları teknoloji ve internetin etkisiyle büyüyerek yeni bir boyuta ulaşmış ve gig ekonomisini yaratmıştır. Gig ekonomisi içerisinde en yüksek talep gören alan ise yazılım sektörüdür. Gig ekonomisi birçok işletme için de gelir ve büyüme için yeni fırsatlar yaratma şansı sağlamaktadır. Bu fırsatlarla ciddi bir istihdam sağlanabilme ihtimali oluşmaktadır. İnsana yatırım yaptıktan sonra en önemli misyonun bilgiye yatırım yapmak olduğu oldukça açıktır çünkü doğru bilgiye dayanmadan atılan adımın sonuçları büyük zararlar vermektedir. Türkiye gibi doğal para sistemlerinde ilerleyen -yani hem TL hem de euro ya da Amerikan doları kullanan- ülkelerde firmaların hem TL hem de döviz işlemlerinde maharet göstermesi gerekmektedir.

Eğer sermaye hareketleri serbest ise sıkıntı sadece basiretli tüccar gibi davranarak hesaplanabilir risklerle yola devam etmektir ancak sermaye hareketleri serbest değil ise yani firmaların TL ya da döviz varlıklarıyla ilgili bazı sınırlamalar veya zorlamalar getirilmiş ise doğal olarak operasyon, basiretli tüccar ya da maharet çerçevesinden çıkmaktadır yani sadece ticari zekâ, finansal manevra kabiliyeti yetmemektedir. Düzenleyici otoriteler finansal manevralarda ne kredi verenleri ne de kredi alanları hür bırakmamaktadır. Bir yandan maliyetler yükselirken diğer taraftan da fiyatlar artmaktadır ancak döviz cinsinden girdi kullananlar için son derece zor şartlar yaşanmaktadır.

Çok geçmeden, firmaların büyük bir çoğunluğu, sermayeler ciroya göre tolerans sınırının altında kalacağı için farkına varmadan teknik iflas bölgesine gireceklerdir. Bu durum, gıda maddelerini tüketiciye ulaştıran satış noktalarında akut hâle gelebilir. Sektörden gelen haberler bu durumun et ve süt ürünlerinde baş gösterebileceğini işaret etmektedir yani ucuz ama bulunamayan üründen pahalı ama bulunan ürüne rıza göstermişken piyasa, tekrar, devlet tarafından fiyat tavanları konulan ama bulunamayan ürün sürecine geri dönebilir. Dağıtım kanallarında bu şekilde aksama yaşayacak hemen hemen her sektör için bu durum geçerli olabilir.

Tüm bu risklerden dolayı ticaret, finans, tahsilat, ödeme sistemleri, mezat piyasaları arasında akışkanlığın sağlanması için, tarafların bir araya gelmesi, istismarların önlenmesi için mal ya da hizmetin ömrü ile finansmanı arasındaki vadeyi düzenleyen adımların atılması, tekel ve tekel benzeri gruplaşmaların önlenmesi gerekmektedir. İthalata mecbur olan ama ihracatı rekabete maruz kalan bir ülkenin dış ticaret fazlası vermesi mümkün gözükmemektedir. Şunu kabul etmek lazım ki döviz kurlarının artışından medet uman bir ihracat sektörünün dünya piyasalarına sunduğu malların rekabet avantajı ancak ve ancak rakiplere göre daha ucuz fiyat sunmakla oluşmaktadır.

Pandemiden sonra işler değişti ve ülke içinden ya da çok yakından tedarik, kritik mallarda yerli üretim ve tedarikçi bağımlılığından hızla uzaklaşmak olarak yeni paradigma belirlendi. Tabii, pandemiyle beraber kazandığımız alışkanlıkların ne kadarının bundan sonra muhafaza edileceği konusunda tam bir fikir birliği oluşmamaktadır ancak şunu biliyoruz ki küresel ticarete katılan firmalar artık tedarik güvenliğini ellerinden bırakmak istememektedirler. Bunun ilk belirtisi, stoklama eğilimi ve hızla yükselen emtia fiyatları oldu ancak ortaya çıkan sonuç kimseyi memnun etmedi. Dolayısıyla tedarik zincirinde yeniden yapılanma olması gerekmektedir. Bu çerçevede, tedarik zincirlerinde yeniden yapılanma gereği duyan sektörler McKinsey'in 2020 Ağustos ayında açıkladığı raporda şu şekilde belirtilmiştir: Çok yüksek hızda yeniden yapılanma ihtiyacı olan sektörler ilaç ve eczacılık, hazır giyim, ayakkabı, deri, iletişim ekipmanları olarak öngörülmüş. Yüksek hızda yeniden yapılanma ihtiyacı duyan sektörler ise sağlık ekipmanları, mobilya, tekstil, ulaştırma ekipmanları şeklinde sıralanmıştır. Elbette dünyanın ticaretine katkıda bulunan diğer sektörlerin de yeniden yapılanma ihtiyaçları vardır ancak bahsedilen sektörlerin en acil şekilde durumlarını gözden geçirmeleri ve tedarik zincirlerinde yeniden yapılanmaya gitmeleri gerekmektedir. Pazara yakınlık, tedarik kolaylığı gibi konular artık dünya ticaretinin en önemli meselesi hâline gelmiştir.

Türkiye'nin birçok ili, yer altı ve yer üstü kaynaklarının yetersiz oluşu nedeniyle sektörel zenginliğe kavuşamamıştır. Bu durum şehirlerimizin ekonomik anlamda gelişimine engel teşkil etmektedir. Dolayısıyla kısıtlı sektörlerle katma değer yaratılarak kalkınmaya katkı sunulmaktadır. Bu illerimizden bazıları Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin'dir. Sektörel kısıtlılık nedeniyle Türkiye'de uluslararası mal taşımacılığı yapan tır filolarının konumlandığı illerdeki taşımacılık şirketleri, ihracatla kalkınma modelini esas alan ülkemizin yurt içinden Kafkasya-BDT ülkelerine ulaşacak yükleri komşu ülke Gürcistan'la var olan Sarp Sınır Kapısı'nı kullanarak ülkemizden çıkarmaya çalışmaktadırlar lakin Sarp Sınır Kapısı da haricen var olan Aktaş ve Türkgözü Sınır Kapıları da gerek ihracat gerekse ithalat yönünde tır trafiği yoğunluğunu kaldıramamaktadır. Bu durum zaman ve maliyet çerçevesinde alternatifsiz bir güzergâh üzerinde yer alan Gürcistan'la aramızdaki sınır kapılarında hem çıkış hem giriş olacak şekilde sınırlarımızın her iki yönünde de uzun tır kuyrukları oluşmasına sebebiyet vermektedir. Bununla birlikte, Sarp Sınır Kapısı öncesindeki Artvin Hopa ilçesinde gerek tır kapasitesi gerekse şoförlerin sosyal ihtiyaçlarının karşılanması açısından çok yetersiz tır parkı bulunmaktadır. Aktaş ve Türkgözü Sınır Kapıları öncesinde park alanı dahi bulunmamaktadır.

Bakanlığınız uhdesinde çok merak ettiğim bir konuyu Sayın Bakanımıza sormak istiyorum: Bildiğiniz üzere 3 Mart 2023 tarihinde imzalanan ve 1 Eylül 2023 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti ile Birleşik Arap Emirlikleri Arasında Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması çerçevesinde bazı ürünler ithal edilmektedir. Söz konusu anlaşma yapılmadan önce hangi etki analizleri yapılmıştır? Süreç içerisinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının, sektör temsilcilerinin, sivil toplum kuruluşlarının görüşleri alınmış mıdır? Eş güdümlü çalışmalar ve toplantılar yapılmış mıdır?

Ayrıca, kamu kurum ve kuruluşlarının hizmet binalarını kiralama yöntemi kamu vicdanını derinden yaralamaktadır. Memurlarımız yoksulluk sınırında, işçi ve emekçilerimiz açlık sınırı altında yaşam mücadelesi verirken devletin kaynakları pervasızca harcanmaktadır. Türk EXIMBANK'A beş yıllığına kiralanan Genel Müdürlük ve Ege Bölge Müdürlüğü, beş artı beş yıllığına kiralanan İç Anadolu Bölge Müdürlüğü, üç yıllığına kiralanan İstanbul Maltepe İlçesi Şube Müdürlüğü için ve muhtelif kişi ve kuruluşlardan kiralanan 4 adet taşınmaza bugüne kadar ne kadar kira ödemesi yapılmıştır?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Gürban, bir dakika ilave süre veriyorum.

MEHMET MUSTAFA GÜRBAN (Gaziantep) - Sayın Bakan, bu binaların kiralanma gerekçelerini gerçekten çok merak ediyoruz, bilhassa cevaplamanızı rica ediyoruz.