KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bizlere uzun uzun güvenlik faaliyetlerini anlattınız ama anlattıklarınızın içerisinde özgürlüklere dair bir şey yoktu. Bu uzun bir tartışma konusu, özgürlük ve güvenlik tartışması uzun bir tartışma konusu dolayısıyla biz bu tartışmayı burada bitiremeyiz ama şunu söyleyebiliriz: Başka ülkelerde güvenlik sorunu yaşandığında o ülkelerin yönetimleri nasıl davranmışlar, siz nasıl davranmışsınız bir karşılaştırma yapma şansımız olur. Örneğin, bundan on bir yıl önce Norveç'te aşırı sağcı, ırkçı bir militan Norveç'in başkenti Oslo'da bir bombalı saldırı düzenlemiş, 8 kişi yaşamını yitirmişti. Yine Utoya Adası'na yönelik saldırısında da kampta olan 69 genç yaşamını yitirmişti, katil yirmi bir yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezanın ağırlığını Türkiye'yle karşılaştırmayacağım, Türkiye'de otuz yılını doldurduğu hâlde disiplin cezası gerekçe gösterilerek fazladan altı yıl yatırılanlar var. Ama Norveç bu saldırıdan sonra şöyle bir açıklama yapmıştı yani pek çok tartışma yürüdü o zaman, güvenlik önlemlerinin artırılması istendi, yasaların değiştirilmesi istendi fakat Norveç hükûmeti dedi ki: "Biz demokrasimizden taviz vermeyeceğiz. Bir ırkçı saldırıyı referans alarak ülkemizi demokratik değerlerden uzaklaştırmayacağız." Siz konuşmalarınızda sık sık "Yirmi bir yıllık AKP Hükûmetimiz..." "Yirmi bir yıllık AKP Hükûmetimiz..." dediğiniz için bir bütün olarak söylüyorum, yoksa sadece sizin Bakanlığınızın dönemine dair de değerlendirme yapabilirim. Peki, sizin Hükûmetiniz ne yapıyor? 15 Temmuz darbe girişimine diyor ki: "Allah'ın lütfu!" "Allah'ın lütfu!" diyor ve o gün bugündür sekiz yılı aşkın bir süredir bu ülkeyi kalıcı OHAL rejimiyle yönetiyor. O OHAL döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin tamamı, daha sonra, neredeyse virgülüne dokunulmadan yasalaştırıldı ve OHAL döneminde yürürlüğe konulan KHK'lerin, kanun hükmünde kararnamelerin sonuçlarını günbegün yaşıyoruz. Dolayısıyla bu, bir tercih meselesi; siz, bu ülkede özgürlükleri değil güvenliği önceliyorsunuz ve güvenliği öncelerken toplumun büyük bir kesimini kendisini özgür hissedeceği bir ortamdan her geçen gün uzaklaştırıyorsunuz.

Bakın, beğenirsiniz, beğenmezsiniz; Hükûmetiniz bizi beğenmek zorunda değil, bizi sevsin falan da istemiyoruz. Biz, demokratik siyaset yürüten bir siyasi partiyiz; kurulduğumuz günden beri bunu savunduk, mirasını devraldığımız siyasi partiler de bunu savundu. Ama kurulduğumuz günden bu yana her zaman saldırılara maruz kaldık; ırkçı demeyim, bunun içerisinde ırkçı saldırılar da var ama sonuçta şiddetin tırmandırıldığı, doğrudan partimize ve mirasını devraldığımız partilere yönelik saldırılar gerçekleştirildi.

Bakın,2015 yılından 2022'ye kadar HDP il, ilçe binaları, stant, miting, eylem, etkinlik ve üyelerine en az 338 tane fiziksel saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırıların bir kısmı yaralanmayla sonuçlandı, bir kısmı ölümle sonuçlandı.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Bize de saldırılar oldu.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - E, tabii ki, demek ki bakanlıklarınız yapamıyor, savunamıyor; onları eleştireceksiniz, bizi değil.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Bizim de kayıplarımız oldu.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Onları eleştireceksiniz.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Yani herkese oluyor.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Daha kötüsünü söylüyorsunuz: "Size şiddet uyguluyorlar, AKP'ye de uyguluyorlar." diyorsunuz.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen arkadaşlar, karşılıklı laf atmayalım.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Örneğin, Bingöl Karlıova'nın Serpmekaya köyünden çıkan seçim aracı uzun namlulu silahlı saldırıya uğradı, Hamdullah Öğe hayatını kaybetti. Güpegündüz İzmir il binamıza bir katil saldırı düzenledi, genç yoldaşımız Deniz Poyraz'ı katletti ve binayı ateşe vermeye çalıştı. Son olarak 9 Ekim tarihinde Yüksekova'da güvenlik görevlileri 2 milletvekilimizi darbetti, 27'nci Dönem Iğdır Milletvekilimiz Habip Eksik'in bacağı 3 yerden kırıldı ve o tarihten bu yana aksayarak yürüyor, tedavi olamadı, kalıcı hasar meydana geldi.

Bakın, 2015 tarihinden bugüne partimizin tabanına, bileşenlerine, yöneticilerine yönelik saldırılarda 16 bin kişi gözaltına alındı; aralarında eş genel başkanlarımız var, milletvekillerimiz var; il, ilçe başkanlarımız var; genel merkez yöneticilerimiz var, üyelerimiz var; en az 5 bin kişi tutuklandı bu süre içerisinde. 2022 yılı içerisinde tespit edebildiğimiz kadarıyla 2.465 kişi gözaltına alındı ve bunların bir kısmı tutuklandı. Gözaltına alınan arkadaşlarımıza yöneltilen suçlamalar ise "Nevroz" gibi etkinliklere katılmaktı, basın açıklamalarına katılmaktı, protesto etkinliklerine katılmaktı; demokratik, barışçıl protesto etkinliklerine katıldıkları için binlerce arkadaşımız gözaltına alınmaya devam ediliyor.

Şimdi, siz, ülkenin güvenliğine dair yapılanları uzun uzun anlattınız ama uluslararası tablo, uluslararası araştırmalar bu söylediğinizi doğrulamıyor Sayın Bakan. Bakın, bundan kısa bir süre önce, Eylül 2023'te Küresel Organize Suçlar Endeksi 2023 Raporu yayınlandı. Muhtemelen bu raporla ilgili bilginiz vardır, gerçekten bu ülkeyi onurlandıran sonuçlar var; 193 ülke arasında Türkiye en kötü 14'üncü ülkeymiş yani Türkiye, övündüğünüz yirmi bir yıllık AKP iktidarı döneminde küresel organize suç cenneti hâline getirilmiş. Batı Asya grubunda en kötü 4'üncü, 46 Asya ülkesi içinde de en kötü 6'ncı ülke durumundadır Türkiye. Ülke, âdeta bir suç ülkesi hâline getirildi. Bakın, dünyada ne kadar mafya lideri, uyuşturucu baronu varsa ülkemizde cirit atıyor; villalarda, malikânelerde krallar gibi yaşıyor. Bizler bu kişilerin ülkemizde yaşadığını ya ölünce ya da mafya içi hesaplaşmalarda öldürülünce öğreniyoruz.

Elbette biz "Bunun sorumlusu sizsiniz." demiyoruz, "Sizin Bakanlığınız döneminde oldu." demiyoruz Sayın Bakan ama size bu mirası bırakan selefleriniz ülkenin bütün suçlularının idolü olan o selefleriniz, hepsinin fotoğraf albümlerinin birinci sayfasında olan selefleriniz; ülkeyi, maalesef, bu hâle getirdiler. Bu konuda neler yapacağınızı hep birlikte göreceğiz. Bir süredir suç örgütlerine yönelik operasyonlar çarşaf çarşaf yayınlanıyor ama eğer uluslararası raporlarda Türkiye'nin durumuna dair herhangi bir göstergede değişiklik olmazsa, emin olun, bütün dünya bunu sadece bir gösteriş olarak algılayacaktır. Umarım, bu ülkede yaşayan herkesi ve uluslararası kuruluşları ikna edebilirsiniz.

Şimdi, bir başka mesele şu: Uyuşturucuyla çok mücadele ettiğinizi söylüyorsunuz. Ben size bir tane örnek vereyim, biliyorsunuz, en önemlilerinden bir tanesidir bu. 3 Nisan 2020 tarihinde Kolombiya'nın Buenaventura Limanı'nda 4,9 ton kokain ele geçirilmiş, kokainin İstanbul'a gönderilmek üzereyken ele geçirildiği açıklanmıştı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü bundan on altı ay sonra bu geminin getireceği malın alıcısı olan şirketin sahibini gözaltına aldı ama sonrasında ne olduğunu bilmiyoruz. 265 milyon dolar yani 7,5 milyar TL değerinde bir uyuşturucudan söz ediyoruz Sayın Bakan. Şimdi, Kolombiya ile Türkiye'nin arası kuş uçuşu 11.300 kilometre. Cebelitarık'tan yani Atlas Okyanusu'nun Akdeniz girişi olan Cebelitarık'tan Türkiye'nin arası da yaklaşık 4.500 kilometre. Şimdi, Sayın Bakan, bize bunu açıklarsanız çok seviniriz: Uyuşturucu tacirleri Avrupa ve Orta Doğu pazarına dağıtacakları, satacakları bu kokaini, eroini, her tür uyuşturucuyu satmak için neden Portekiz'i, İspanya'yı, Fransa'yı, İtalya'yı, Hırvatistan'ı, Arnavutluk'u, Yunanistan'ı değil de Türkiye'nin limanlarını seçiyor? Avrupa pazarına uyuşturucuyu dağıtmak için bütün bu ülkeleri geçtikten sonra, fazladan 4.500 kilometre yol yaptıktan sonra neden Türkiye'ye getiriyor uyuşturucuyu? Bir kısmının Orta Doğu pazarına satılacağı için Türkiye'ye getirildiğini biliyoruz ama Avrupa'ya satılan uyuşturucuyu da eğer Türkiye'ye getiriyor ise uyuşturucu baronları ve tacirleri demek ki Türkiye'nin limanları uyuşturucu tacirleri için mallarını ülkeye rahat sokabilecekleri liman hâline getirilmiştir. Eğer bu konuda gerekli güvenlik önlemlerinin alındığını düşünüyorsanız, gerçekliğin bunun tam aksi olduğu çok ortada.

Şimdi, şunu söyleyeyim yani diğer bakanlıkların bütçeleri görüşülürken de bunları anlattık. Biz uyuşturucuyla mücadele edilmesi gerektiğini savunuyoruz, burada herkes savunuyor. Yani bu uyuşturucu kullanımının bırakın üniversitelere, liselere, ortaokullara kadar yayıldığını bu ülkede yaşayan herkes biliyor fakat maalesef, Hükûmetin anlattıkları ile bu ülkenin gerçekleri aynı değil. "Uyuşturucuyla mücadele ediyoruz." diyorsunuz. Türkiye, uyuşturucu pazarı hâline geldi, uyuşturucunun dağıtım üssü hâline geldi ve her geçen gün, maalesef, bu ülkenin çocukları, geleceğimiz, çocuklarımız uyuşturucu kullanmaya yaygın biçimde devam ediyorlar. Dolayısıyla bu konudaki çalışmalarınızın başarılı olduğunu söylemek güç.

Bakın, bizim için en önemli konulardan bir tanesi, kayyum meselesi. Şimdi, çokça söyledik ama sizinle ilk defa karşı karşıya geliyoruz Sayın Bakan. Bu, bir Anayasa suçudur, belediyelere kayyum görevlendirmeniz, Anayasa'nın 127'nci maddesine açıkça aykırıdır. Anayasa'nın 127'nci maddesi uyarınca mahallî idarelerin seçilmiş organları ancak görevleri nedeniyle haklarında bir suçlama varsa, bir iddia varsa görevlerinden uzaklaştırılabilirler ve bizim seçilmiş belediye başkanlarımızdan hiçbirisi hakkında göreviyle ilgili suçlama yoktu, tamamen görev dışındaki suçlamalar gerekçe gösterilerek belediye başkanlarımız görevlerinden uzaklaştırıldılar. Siz bu suçun ortağısınız Sayın Bakan, nedeni de şu: Göreve geldiğiniz günden beri iki aylık kayyum görevlendirmelerini uzatıyorsunuz. Ayrıca, maşallah, etrafınız kayyumlarla dolu; sadece vali kayyum olarak kalmaya devam etmediler, Bakanlıkta çok daha üst düzeylere gelmişler, ben onların ismini vermeyeyim, şu anda bu salonun içerisinde duruyorlar.

Şimdi, bu gasp meselesi o kadar ciddi ki Sayın Bakan. Bakın, hakkında hiçbir iddia olmayan, soruşturma olmayan belediye meclislerini de lağvettiniz. Yani kayyum atadığınız, görevlendirdiğiniz belediyelerde bir daha belediye meclisleri toplanmadı; ne AKP'li meclis üyelerini ne CHP'li ne İYİ Partili ne de diğer partili belediye meclis üyeleri bir daha bu görevi yerine getirmediler. Birkaç tane encümenle bu işi götürmeye çalışıyor kayyumlarınız. Dolayısıyla halkın iradesinin açıkça gasbedilmesi anlamına geliyor. Biz buna aynı zamanda Kürt'ün seçme ve seçilme hakkının gasbedilmesi olarak bakıyoruz. Bakın, bu bir harita Sayın Bakan, görüyorsunuz; kayyum atadığınız yerler, sizden önceki İçişleri Bakanlarının ve valilerin kayyum atadıkları yerler, hepsi bir bölgede. Nasıl oluyor Sayın Bakan?

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) - Sebep?

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı coğrafyada, seçildikten üç ay sonra, hakkında hiçbir soruşturma olmadığı hâlde görevlerinden uzaklaştırıyorsunuz belediye başkanlarını, halkın seçme ve seçilme hakkını gasbediyorsunuz ve anayasal suç işliyorsunuz.

(Uğultular)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Tiryaki, bir saniye.

Değerli milletvekilleri, hatip konuşuyor, sıranız geldiği zaman her birinize söz hakkı vereceğiz. Daha sabah, yeni başladık; akşam boyunca buradayız, herkese yetecek kadar zamanımız var.

Sayın Tiryaki, ilave süre vereceğim, buyurun lütfen.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Şimdi, selefiniz bunun hukuk dışı olduğunu o kadar net biçimde açıkladı ki çıktı dedi ki: "Cumhurbaşkanı bana bir emir verdi, Allah verdi iki göz -ben başını söylemeyeyim, engelli yurttaşları rencide edecek bir kavram kullanmak istemem- ve ben de hemen ertesi gün şak diye görevden uzaklaştırdım." Bunun bir yargısal faaliyet olmadığı, bunun bir suçlamayla ilgisi olmadığı bundan daha açık itiraf edilebilir mi? Ayrıca bu bir siyaset biçimi, AKP açısından bir siyaset biçimi. Herhangi bir AKP üyesinden bahsetmiyoruz, bundan birkaç gün önce AKP'nin MKYK üyesi çıktı, dedi ki: "Bu kentlerde seçimi ya AKP kazanacak ya da devlet oralara kayyum atayacak." Bakın, daha ortada seçim yok, beş ay sonra olacak seçim. Kimler aday olacak, kimlerin belediye başkan adayı olacağı, kimlerin belediye başkanı seçileceği belli değil.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Kim demiş?

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Miroğlu dedi, Miroğlu.

Beş buçuk ay önce... "Ya AKP kazanacak ya da devlet oralara kayyum atayacak." dedi. Bundan büyük bir hukuksuzluk olabilir mi, hukuksuzluk bundan daha açık biçimde itiraf edilebilir mi? Edilemez ama o kadar pervasızlaştı ki AKP hükûmeti bu konuda, çok açık biçimde böyle tehditler savurabiliyor. Şimdi, yine selefinizle bazen başka ülkelerle karşılaştırmak lazım, bazen haleflerle selefleri karşılaştırmak lazım. Sizin selefinizin en önemli özelliklerinden bir tanesi de yargı kararlarını tanımamasıydı yani yargı kararlarını tanımazdı. "Ben Anayasa Mahkemesi kararlarına saygı duymak zorunda mıyım?" derdi "Ben Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamak zorunda mıyım?" derdi. Sorun şu: Uygulamadı, yargı kararlarına saygı duymadı. "Siz yıkın, mahkeme kararı sonradan gelsin." dedi. "Bacaklarını kırın, size biri hesap sorarsa 'Bakan emir verdi.' deyin." dedi. Bütün bunlardan sonra siz ne yaptınız?

Bakın, ben sizin döneminizde bir tane örnek vereceğim. İstanbul Zeytinburnu'nda bir tane yeşil alan, buraya bir tane iş merkezi açıldı -ben ada, parsel numaralarını, hepsini biliyorum, hangi iş merkezi olduğunu da biliyorum- İstanbul Büyükşehir Belediyesi mevzuata aykırı olduğu için bununla ilgili yıkım kararı aldı fakat bu yıkım kararını ortadan kaldırmak için Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı yeni bir imar planı çıkardı. Bu imar planının iptali için İstanbul Büyükşehir Belediyesi idare mahkemesine başvurdu, idare mahkemesi bu kararın yani Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığının bu kararının hukuka aykırı olduğu yönünde bir karar verdi, zabıtalar yıkmak için oraya gittiklerinde siz ne yaptınız Sayın Bakan? Polisleri gönderdiniz, polisleri gönderdiniz ve engellediniz. Belediyenin yıkım kararını ortadan kaldırmak için, mahkeme kararının uygulanmasını engellemek için polisleri gönderdiniz ve engellediniz. Bu şunu gösteriyor: Demek ki bazı uygulamalarınız selefinizden farklı değil, aynı şeyleri yürütmeye devam ediyorsunuz; söylediklerinizin aksine gerçeklik bu.

Şimdi, bir başka mesele de şu -yine sizi ilgilendirdiği için söyleyeceğim Sayın Bakan- bu çokça yazıldı çizildi; gazetelerin köşe yazarları da yazdı, televizyonlara da konu oldu: Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesinin giderleri. Elbette ki bir ülkenin Cumhurbaşkanı, güvenlik sorununun olduğu bir yerdeki Cumhurbaşkanı korunmalıdır, korunmasına özel önem gösterilmelidir, bunda herhangi bir sorun yok ama ülkemizde bunun nasıl abartıldığını, nasıl bir OHAL rejimi hâline getirildiğini herkes biliyor. Bakın, günde 3,5 milyon TL'ye yakın, dokuz ayda 800 milyon TL'den fazla para harcamışsınız sadece Cumhurbaşkanını korumak için.

Ben şöyle bir karşılaştırma yapayım, bu paranın büyüklüğünü bizi dinleyen herkes anlasın: 600 milletvekilinin maaşlarını dokuz ay topladığınızda bu paranın üçte 1'i yapmıyor yani Cumhurbaşkanının korunması için harcanan para 600 milletvekilinin dokuz aylık toplam maaşının 3 katı kadar para neredeyse; bu ne kadar korkunç bir rakam, üstelik bu ülkede milletvekillerinin maaşı bu kadar tartışılırken yapıyorsunuz bunu. Dolayısıyla İçişleri Bakanlığının harcama kalemlerinin adil, hakkaniyete uygun olmadığı çok açık. "Tüyü bitmemiş yetimin hakkı" diyerek edebiyat yapmakla olmuyor bu işler Sayın Bakan. Gerçeklik şu: Bu ülkedeki vatandaşlardan aldığınız vergileri Cumhurbaşkanının korunması için 100 milyonlarca lira harcayarak gerçekleştiriyorsunuz.

Şimdi, arkadaşlarımız, Türkiye'deki demokrasiyle ilgili pek çok şey söyleyecek ama ben iki tane şeyi çok önemsiyorum, bir tanesi şu: Bakın, demokrasinin abecesinden bahsedilecekse bu abece seçme ve seçilme hakkıdır. Demokrasiye yönelik çok eleştiri yapılabilir ama bir ülkede seçme ve seçilme hakkı tartışmalıysa o ülkede hiçbir şekilde "Demokrasi var." diyemezsiniz. Benim biraz önce anlattığım kayyım rejimi bu ülkede seçme ve seçilme hakkının olmadığının çok açık göstergesi ama sadece bu değil, pek çok alanda hukuksuzluklar var yani gösteri yürüyüşü hakkı kullanılmıyor; aylarca, yıllarca süren toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaklama kararları var; dünyada örneği yok yani dünyada örneği yok, açık diktatörlük olarak kabul edilen ülkelerde bile bu kadar uzun süren yasaklama yok.

Sizde bundan daha kötü bir rejim var ama ben size bir tane karşılaştırma yapayım: Şimdi, burada herkes otursa "Amerika'da şöyle antidemokratik rejim var, böyle antidemokratik rejim var." der. Bakın, 18 Ekim tarihinde Yahudiler, Amerikan Kongresini işgal ettiler Sayın Bakan, Amerikan Kongresini; protesto ettiler, İsrail'in Filistin'deki mazlum Filistin halkına yönelik zalim uygulamalarını protesto ettiler, kendi hükûmetlerinin İsrail'i desteklemesini protesto ettiler ve gidip Kongre Binası'nı işgal ettiler. Ya, siz üç insanın, üç annenin çocuğunu anmak için yürüyüş yapmasına izin vermiyorsunuz. Biz, mesela, Hükûmetin politikalarını, Rojava'daki politikalarını, kuzeydoğu Suriye'deki politikalarını, Irak'taki politikalarını protesto edebilir miyiz bu ülkede? Ya, yürümeye başladığımız andan itibaren yüzlerce insana gazla, copla, su sıkılarak müdahale edilir, dağıtılır, hepsi gözaltına alınır, yıllarca ceza verirler ama başka ülkelerde kendi hükûmetlerinin politikalarını bu kadar açık biçimde eleştirebiliyorlar. Siz eğer Hükûmetin politikaları doğrultusunda bir protesto etkinliği varsa ona "demokrasi" diyorsunuz ama Hükûmetin politikalarına paralel değilse, Hükûmetin politikalarına aykırı bir etkinlik gerçekleştiriliyorsa orada demokrasi bitiyor; orada düşünce, ifade özgürlüğü bitiyor; orada yasak başlıyor, orada diktatörlük başlıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Bitireceğim.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Tiryaki, süreniz doldu, toparlamanız için iki dakika ilave süre veriyorum.

Buyurun lütfen, toparlayın.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Tamam.

Şimdi, bir tane örnekle karşılaştırma yapayım; bu cenahtakilere, muhalefet cenahındakilere, Hükûmetin politikasını eleştirenlere nerede, nasıl davranıldığını göstermesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum: Bakın, "Savaş bir halk sağlığı sorunudur." dediği için, Hükûmetinizin saldırgan iç ve dış politikalarını eleştirdiği için Türk Tabipleri Birliği yöneticilerinin başına getirmediğiniz kalmadı. Hükûmetiniz TTB yöneticilerini bu açıklamaları nedeniyle tutukladı, yargıladı, görevden almak ve kayyım atamak için her şeyi yaptı. Oysa TTB, Hükûmetiniz gibi samimiyetsiz bir bakışa sahip değildi, Türkiye'de neyi savundu ise dünyanın her yerinde aynı şeyi savunuyordu. İsrail'in Gazze'de insanlığı ayaklar altına alan uygulamalarına, saldırılarına karşı çıktığı gibi, İsrail Tabipler Birliğine de bir mektup gönderdi ve şunları söyledi, dedi ki: "Konumları ve aidiyetleri gözetilmeksizin ihtiyacı olan herkese tıbbi ve insani yardımın engellenmeden ulaştırılmasını savunun, talep edin. Tıbbi tarafsızlık ilkesini öne çıkarın, yerel sağlık hizmeti sunanların çatışmalardan etkilenen tüm bireylere herhangi bir ayrım gözetmeden hizmet sağlamasını teşvik edin. Çatışmanın tüm taraflarını, çatışma bölgelerinde sivil halkın ve sağlık çalışanlarının korunmasını şart koşan uluslararası insan hakları hukukuna uymaya çağırın. Uluslararası kuruluşları çatışmanın barışçıl bir çözüme ulaşması amacıyla yapılacak diyalog ve müzakerelere aracı olmaya teşvik edin." Türk Tabipleri Birliği Türkiye'den neyi savunuyor idiyse Filistin'de İsrail'de de aynı şeyi savundu ama sizin Hükûmetiniz, sizin Hükûmetinizi oluşturan partiler Filistin'de savunduklarını dünyanın başka yerlerinde savunmuyorlar. (AK PARTİ milletvekillerinin laf atmaları) İşte, insanlığı savunma konusunda, insani değerleri savunma konusunda Hükûmetiniz samimiyetsizdir, samimi olanlar benim saydıklarımdır diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.