Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı b) Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü c) Meteoroloji Genel Müdürlüğü ç) İklim Değişikliği Başkanlığı d) Türkiye Çevre Ajansı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 10 .11.2023 |
BURHANETTİN KOCAMAZ (Mersin) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım, Bakan Yardımcılarımız, değerli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakanımıza tekraren aldığı görevinde başarılar diliyorum.
Bugün vefatının 85'inci yılında andığımız ve hâlâ aradığımız, cumhuriyetin banisi Büyük Atatürk'ü saygıyla, rahmetle, minnetle yâd ediyor; ruhu şad, mekânı cennet olsun diyorum.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımızın 2024 yılı bütçesinin şimdiden ülkemize, milletimize, Bakanlığımıza hayırlı olmasını temenni ediyor, verdiği bilgiler için de Sayın Bakanımıza teşekkür ediyorum.
Önemli bir Bakanlığımızın bütçesini görüşüyoruz. Açıkça belirtmek gerekirse memleketin ne kadar sorunu varsa âdeta bu Bakanlığımızın bünyesinde buluşmuş, çözüm bekler hâle gelmiştir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının 2023 yılında 24 milyar 321 milyon 48 bin TL olan bütçesi 2024 yılı için 271 milyar 741 milyon 383 bin TL'ye yükseltilmektedir. Böylesine büyük bir kesime hizmet eden Bakanlık için bu bütçe de yetersizdir. İklim Değişikliği Başkanlığının bütçesi 154 milyon 182 bin TL'den 178 milyon 814 bin TL'ye yükseltilmektedir. İklim Değişikliği Başkanlığı için daha fazla bütçe ayrılmasını beklerdik ama maalesef burada göremedik. Sürdürülebilir çevre ve iklim değişikliği için ayrılan 178 milyon 814 bin TL'lik bütçenin 64 milyon 196 bin TL'si personel maaşları, 7 milyon 156 bin TL'si de zaten SGK prim ödemelerine gitmektedir. Bu durumda sürdürülebilir çevre ve iklim değişikliği için geriye yalnızca 107 milyon 461 bin TL kalacak, Bakanlık açısından bu bütçeyle iklim değişikliği mücadelesi oldukça zorlaşacaktır; âdeta Başkanlığa kuş kadar bir bütçe ayrılmıştır.
Çevre ve iklim değişikliği gibi küresel konular artık büyük önem kazanmış ve etkilerinden kurtulmak tüm dünyanın sorunu hâline gelmiştir. Dünya nüfusu 7 milyar 924 milyona yükselerek 8 milyara dayanmıştır. Artan nüfus artışına bağlı olarak doğal kaynaklar bugüne kadar acımasız bir şekilde kullanılmakta ve dünyada tüketim çılgınlığı yaşanmaktadır. Hızlı nüfus artışı, plansız kentleşme, endüstrileşme ve doğal kaynakların insafsızca kullanımı çevreyi hızla kirletmiş ve geri dönüşü olmayan bir noktaya getirmiştir. Çevre kirliliği ve iklim değişikliğinden tüm canlılar, öyle veya böyle, bir şekilde etkilenmektedir. Dünyanın her köşesinde hissedilmeye başlayan çevre sorunları artık sınırları aşmış ve ulusal olmaktan çıkarak uluslararası bir meseleye dönüşmüştür. Doğal çevre aşırı yapılaşma ve üretim amaçlı olarak tahrip edilmektedir. Ne yazık ki gelecek nesiller için güzel ve yaşanabilir bir çevre kalmamıştır. Nesli tükenen ve tehlike altında olan hayvanların bitkilerin ve balık türlerinin sayısı iyice azalmıştır. Birleşmiş Milletler Çevre Programının (UNEP) 2022'de yayımlamış olduğu raporda, çevre kirliliğinin Covid-19'dan daha fazla can kaybına neden olduğu açıklanmıştır. Ayrıca, Covid-19 dünyada 5 milyon 900 bin insanın can kaybına yol açarken haşere ilacı, plastik ve elektronik atıklar ile bu atıkların sebep olduğu çevre kirliliği nedeniyle her yıl en az 9 milyon kişi hayatını kaybetmektedir.
Çevre kirliliği Türkiye'de de had safhaya ulaşmıştır. Türkiye'de çok küçük alanlarda yapılan çevre temizliği etkinliklerinde bile tonlarca çöp ortaya çıkmaktadır. Özellikle tek kullanımlık plastikler çevrenin en büyük düşmanı hâline gelmiştir. Zaman zaman yasaklanmış olsa da Türkiye birçok Avrupa Birliği ülkelerinden hâlâ plastik çöp ithalatı yapmaktadır. Türkiye 2021 yılında Avrupa'nın en büyük plastik atık çöplüğü hâline gelmiştir. Avrupa Birliği ülkeleri katı atıklarının yaklaşık yarısını Türkiye'ye göndermiştir. Avrupa Birliğinin 33 milyon ton katı atığının 14,7 milyon tonu Türkiye tarafından alınmıştır. Böylece 2021 yılında ithal edilen katı atıkların miktarı 2004 yılına göre tam 3 kat artmıştır. Türkiye'ye çöpünü gönderen Avrupa Birliği mikroplastik içerikli ürünlerin kullanımını da yasaklamıştır. Avrupa Birliği iklim tehlikesini dikkate alarak yeşil mutabakat ve dijital dönüşüme yönelmiştir. Sanayiden teknolojiye, tarımdan lojistiğe kadar ekonomi kuralları tamamen değişmeye başlamıştır. Bu kapsamda Avrupa Birliği yakın gelecekte ticarette karbon salımı kriterlerini dikkate alacağını açıklamış, ayrıca Avrupa Birliği karbon salımını 2030 yılına kadar yüzde 50 azaltmayı, 2050 yılında da sıfır karbon salımı konusunda kendisi için yeni bir hedef belirlemiştir.
Türkiye, ihracatının yarısını Avrupa Birliği ülkelerine yapmaktadır. Ülkemiz Avrupa Birliği hedeflerinin gerisinde kalmamalıdır. Türkiye zaman kaybetmeden yatırım, üretim, istihdam politikalarında Avrupa Birliğini örnek alarak köklü bir değişikliğe gitmek zorundadır. Paris Anlaşması'nda yer alan Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı'nda Türkiye, emisyon artışını 2030'a kadar yüzde 21 azaltma taahhüdünde bulunmuştur. Avrupa Birliği bu oranı 2030'da yüzde 50 azaltmayı, 2050 yılında da sıfırlamayı planlarken Türkiye'nin taahhüt etmiş olduğu bu hedef yetersizdir. Açıklanan bu hedefle Türkiye, iklim değişikliği mücadelesi konusunda da dünyanın gerisinde kalacaktır. Şimdi bizler belki çok fazla etkilenmiyoruz, belki de tam anlamıyla iklim krizini hissetmiyoruz fakat gelecek nesiller, torunlarımız ve onların çocukları çok daha fazla hissedecekler. Biz gerekli önlemleri bugünden almazsak yarınlarda çok daha fazla sıkıntılar çekeceğimizi özellikle belirtmek istiyorum.
Bakın, Türkiye dört yıldır aşırı kuraklık yaşıyor. Buna karşılık bazı şehirlerimizde aşırı yağışlarla ve sel felaketleriyle karşılaşıyoruz. Beş-on dakika içinde gerçekleşen aşırı yağışlarda insanlarımız hayatlarını kaybediyor ve büyük maddi hasarlar meydana geliyor. İklim değişikliği her yerde etkisini göstermeye başlamıştır. Türkiye en çok emisyona sahip 20 ülke arasında gösterilmekte ve ayrıca iklim değişikliğinden en çok etkilenecek coğrafyada yer almaktadır. Ne yazık ki Türkiye tüm bu gelişmelere duyarsız kalmakta ve hâlen nükleer santral ve çimento fabrikası yatırımlarına izin vermekte ya da hedeflemektedir. Türkiye Sıfır Atık Projesi'nde bile henüz istenilen seviyeye maalesef ulaşamamıştır. Market poşetlerinin ücretli yapılması tek başına yeterli olmamıştır. Kısmen de olsa market poşetlerinden kurtarılan çevre, endüstriyel atıklarla ve çimento fabrikalarının çevreye verdiği zararlarla kirletilmeye devam edilmektedir. Müsilajla koskoca Marmara Denizi'ni kirlettik, yüz yılda çevre konusunda ülkemizin gelmiş olduğu nokta bu; bundan daha büyük bir kirlilik olabilir mi? Denizlerimizi, ormanlarımızı ve kısacası doğayı kirlettik. Ormanlarımız ve yeşil alanlar önce HES projeleriyle, daha sonra da altın aramak maksadıyla tahrip edilmekte, insanlar ve hayvanlar için yaşanacak sağlıklı bir çevre bırakılmamaktadır.
Türkiye'de bugün günlük kişi başı üretilen çöp miktarı 1 kilograma yaklaşmıştır. Böylece ülkemizdeki günlük çöp miktarı 80 bin tona ulaşmış, 80 bin ton çöpün sadece 45 bin tonu işlenebilmekte ve dönüştürülebilmektedir. Buna karşılık henüz 35 bin ton çöpü dönüştüremiyoruz ve ekonomiye kazandıramıyoruz. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi daha evden çıkarken evsel atıkları ayrıştırmanın bir yolunu bir an evvel bulmalıyız. Tabii ki evsel atıklarla ilgili başta yerel yönetimlerimiz olmak üzere bazı çalışmaların yapıldığını biliyoruz. Yerel yönetimler belli noktalarda bu atıkları topluyor ama tek başına bu faaliyetler yeterli olmuyor. Ülkemizde de en azından depozito uygulamaları bir an önce başlatılmalıdır.
Sayın Bakanım, Sayın Başkanım; insan kaynaklı atıkların yanı sıra tarımsal ve endüstriyel atıklar da çevreyi kirleten en önemli unsurlar arasında yer almaktadır. Endüstriyel atıkların derelerden sonra denizlerimizi, göllerimizi nasıl kirlettiğine hep beraber şahit oluyoruz. Mersin Limanı açıklarında gemilerin sintine ve yağ benzeri atıklarıyla denizlerimizi kirlettiğini de maalesef görüyoruz. Ülkemizde hava, su ve toprak kalitesini korumak her geçen gün zorlaşmaktadır, alınan yanlış siyasi kararlar yüzünden çevre kirletilmeye devam etmektedir. Yeşil Mutabakat'a ve Paris Anlaşması'na imzalar atılmasına rağmen çimento fabrikaları ve kömürle enerji üreten tesisler rahatlıkla ÇED raporu alabilmektedir. Gelişmiş ülkelerin kapattığı çimento fabrikaları artık üçüncü dünya ülkelerine kaydırılmaktadır. Çimento fabrikaları ve inatla, ilan edilmiş turizm bölgelerinin tam ortasına yapılan Akkuyu Nükleer Santrali şimdiden Mersin'in başına dert olmuştur. Türkiye verimli tarım arazileri ile ormanlık alanlara çimento fabrikası kurmaktan, kurdurmaktan acilen vazgeçmelidir. Aksi takdirde Türkiye'nin -bırakın 2050 yılında sıfır karbonu- 2030 yılında yüzde 21'lik emisyon hedefine bile ulaşması zor görünmektedir.
Güzel Mersin'imize yeni bir çimento fabrikası daha kurulmak istenmektedir. Önceki çimento fabrikalarının kurulması sırasında olduğu gibi Tarsus'a yapılması planlanan bu yeni çimento fabrikasının yapılmaması için de mücadele veriyoruz. Şimdilik, Tarım İl Müdürlüğü ÇED raporuna olumsuz görüş bildirmiş ve işlem durdurulmuş gibi görünüyor ancak yerel seçimler için mi yoksa yapımı tamamen mi durduruldu, bu konuda Mersin'de kafalar hâlâ oldukça karışıktır. Bu projeden tamamen vazgeçilmeli, seçim öncesi bunun garantisi Hükûmet tarafından Mersin halkına verilmelidir. Ben burada Sayın Çevre Bakanımıza o bölgede yaşayan ve feryat eden vatandaşlarımızın ricasını iletiyorum. Tarsus'a yapılması planlanan çimento fabrikası ve ham madde sahaları kurulacağı alana çok yakın 11 adet yerleşim yeri, köy ve mahallenin bulunduğu ormanlık alanda kurulmak istenmektedir.
Mersin önemli bir tarım, üretim şehri olmasının yanı sıra aynı zamanda önemli bir turizm şehridir. Bu bakımdan doğal güzellikleri, bağları, bahçeleri ve ormanları korumak durumundayız. Daha önce Silifke Yeşilovacık'ta yapımına engel olunamayan çimento fabrikasının çevreye vermiş olduğu zararlar ortadadır. Bu çimento fabrikasına karşı bölgede büyük bir tepki var, nedeni ise bölgedeki tarım alanlarına ve çevreye verdiği zararlardır. Bu yüzden çoğu gelişmiş ülke, çimento fabrikası gibi yüksek emisyon yayan, havayı ve çevreyi kirleten yatırımları kendi ülkesinde kurmaktan vazgeçmiştir. Mesela Fransa'da çimento fabrikası kurulması tamamen yasaklanmıştır. Bu durum karşısında Fransa, İtalya ve Almanya gibi ülkeler kendi ülkelerine kurmak yerine çimento fabrikası yatırımlarını Türkiye'ye kaydırmaya çalışmaktadır. Türkiye'de kurulan ve üretim yapan çimento fabrikalarının yarısı özelleştirme kapsamında yabancıların yani Fransız, İtalyan ve Alman firmaların eline geçmiştir. Ülkemizdeki çimento fabrikalarının sayısı da her geçen yıl daha da artmaktadır. 2022 rakamlarına göre ülkemizde bugüne kadar 77 adet çimento fabrikası kurulmuş, neredeyse her ilimize 1 çimento fabrikası düşmektedir. Çoğu fabrikanın üretime başladıktan sonra -bu kısım çok çok önemli- kapasite artırımına gittiği, daha fazla kömür yaktığı düşünüldüğünde durum daha da vahim bir hâl almaktadır. Önce hülleyle fabrika kuruluyor, arkasından kapasite artırımı yapılıyor ve bir fabrika oluyor kısa sürede iki fabrika; bu durumda fabrikada kullanılan kömür miktarı artıyor, buna bağlı olarak çevre kirliliği de daha öncekine göre 3-5 katına çıkmış oluyor. Bu durum yatırım bölgesinde büyük bir kirliliğe ve ekonomik kayıplara yol açıyor.
Türkiye en büyük can kayıplarını ne yazık ki bu son depremde verdi. Deprem öldürmez, bina öldürür; bunu hepimiz yıllardır söylüyoruz fakat iktidar yirmi bir yıldır bu konuda gereğini ve üzerine düşeni maalesef yeterince yapmamıştır. Geçmişte yaşanan depremlerden maalesef ders çıkarılmamıştır. Son yaşadığımız Kahramanmaraş depreminde binaların çoğu teker teker yıkılırken bazı binaların sapasağlam ayakta kalabildiği görülmüştür; demek ki depremden korunmanın tek yolu Japonya'da olduğu gibi sağlam binalar yapmaktan geçiyor.
Çok yakında yaşadığımız 6 Şubat depremi tüm ülkemizi derinden etkilemiştir. Bu depremden 11 ilimiz doğrudan etkilenirken yapılan geç müdahale sonucu -bizzat ben ilk gün o bölgeye gittim, maalesef ilk iki üç gün Hatay'da o enkazlara el bile atılmamıştı- ölü sayısı artmış, ne yazık ki resmî rakamlara göre 50 binden fazla vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.
Geçmişten bu yana yaşanan depremlere rağmen AKP iktidarı tarafından kaynak üretmek adına imar barışı çıkarılmış, bunun ne kadar yanlış bir karar olduğu son depremde yaşanan olaylarla acı bir şekilde görülmüştür. Gazi Meclisimizde alınan son kentsel dönüşüm yasasının ne kadar önemli ve çözüm odaklı olduğunu birçok eksiğine rağmen görüyoruz. Ama esas olay, bu kanunun çıkması, bundan sonra yapılacak uygulamalarda net olarak görülecektir.
Deprem anında ve sonrasında kurumlar arasında büyük koordinasyonsuzluk yaşanmış; 1,5 milyon insanımız evsiz kalmıştır. Depremin üzerinden bugüne kadar dokuz ay geçmesine rağmen depremin yaşandığı illerde eksiklikler tamamlanamamış, hayat hâlâ normale dönmemiştir. Bu süreçte yaşanan koordinasyonsuzluk deprem sonrasında enkaz kaldırılması sırasında da yaşanmış, bu nedenle de kayıplarımızın sayısı artmıştır. Kayıpların birçoğu hâlâ bulunamamıştır. Her kapıyı çalmalarına rağmen deprem bölgesinde anneler, babalar hâlâ çocuklarına, aileler yakınlarına ulaşamamıştır.
Ağır hasarlı binaların yıkım işleri de deprem illerinde kontrolsüz ve bilinçsiz bir şekilde yapılmaktadır. Az önce Adıyaman İl Başkanımızla görüştüm, ağır hasarlı binaların yıkılması çalışmalarında ancak yüzde 20'ye ulaşıldığını söyledi. Yıkım yapan operatörlerin bazıları yıktıkları binanın enkazı altında kalarak hayatlarını kaybetmekte, buradan da anlaşılacağı üzere, ağır hasarlı binaların yıkım işlemi yavaş ve kontrolsüz bir şekilde sürdürülmektedir. Bugüne kadar yıkımı yapılamayan binalar vatandaşlar için büyük bir risk oluşturmaktadır.
Depremzedeler yazı çok zor geçirmiş, hâlen içme suyu konusunda sorunlar yaşanmaktadır. Deprem bölgesinde yıkılan ve ağır hasarlı okullar nedeniyle eğitim de sancılı başlamıştır. Birçok yerde okullar birleştirilmiş, eğitime konteynerlerde devam edilmektedir. Sağlık konusunda da sorunlar yaşanmakta, bulaşıcı hastalıklar yüzünden depremzedeler zor günler geçirmektedir. Kış kapıya dayanmıştır. Bırakın kalıcı konutları, geçici prefabrik konutlar konusunda bile sorunlar vardır. Sayın Bakanın açıklamalarından da biliyoruz; kalıcı konutların kasım ve aralık ayı içinde teslim edilmeye başlanacağını söylemişti, inşallah depremzede vatandaşlarımız havalar iyice soğumadan sıcak yuvalarına kavuşurlar.
Sayın Bakanım, büyük İstanbul depremi için de zaman iyice daralmıştır. Uzmanlar kentsel dönüşüm konusunda her gün iktidarı uyarmaya çalışıyor. İstanbul'da olası bir büyük depremde 60 binden fazla konutun yıkılacağı ve yıkılan konutlarda 100 binden fazla insanın hayatını kaybedeceği belirtilmektedir. İstanbul'da kentsel dönüşüm bekleyen binlerce bina bulunmaktadır. Özellikle 99 depremi öncesi eksik çimento ve demirle birlikte deniz kumu kullanılarak yapılan binalar ayakta durmakta zorlanmaktadır. İstanbul'da kentsel dönüşüm bekleyen çoğu bina artık alarm veriyor. Son yıllarda kendiliğinden yıkılan binalara hep birlikte şahit oluyoruz. Bu nedenle İstanbul'da bir an önce dönüşüm hız kazanmalı, dayanıksız binalar yıkılmalı, bu kapsamda mevcut yapılar tek tek gözden geçirilerek teste tabi tutulmalı, olası İstanbul depremine hazır hâle getirilmelidir.
Kentsel dönüşüm yasası Hükûmet tarafından ancak 2012 yılında çıkarılabilmiştir. Bu konuda büyük zaman kaybı yaşanmıştır. Başta mülkiyet hakkı ve finansman sorunu olmak üzere yaşanan sorunlar yüzünden kentsel dönüşümde bugüne kadar yeterli ilerleme maalesef sağlanamamıştır, rakamlar da zaten bunu açıkça ortaya koymaktadır. 99 depreminin tüm acılarına rağmen kentsel dönüşüm yasasıyla birlikte bugüne kadar, on yılda ancak 2 milyon 200 bin bağımsız bölüm dönüştürülebilmiştir. Bu konuda yola çıkılırken, Bakanlık, 6 milyon 700 bin riskli konut tespit etmiş ve dönüştürülmesine karar vermiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Kocamaz, sözlerinizi tamamlamak üzere mikrofonunuzu açıyorum.
Buyurun lütfen.
BURHANETTİN KOCAMAZ (Mersin) - Bugüne kadar dönüştürülen konut sayısı dikkate alındığında hâlen 4 milyon bağımsız bölüm ve buralarda yaşayan milyonlarca insan kentsel dönüşüm beklemektedir. Eğer bugünkü hızla gidilirse geriye kalan konutların dönüştürülmesi en az yirmi yıl alacaktır; İstanbul'un yirmi yılı değil yirmi gün bile beklemeye zamanı yoktur.
Sayın Bakanım, seçim bölgemiz Mersin'le ilgili birkaç konuyu da dile getirerek konuşmamı bitirmek istiyorum. Çevre Koruma Kurulu Silifke'de insanların ekmeğiyle oynamaktadır. Kuş Cenneti civarındaki köylüler perişan hâldedir. Söküm ve Kurtuluş Mahallelerinin büyük bir kısmı kendi mülklerindeki arazilerinde ekim dikim yapamıyor. 400 nüfuslu köyün 300'ü mahkemelik durumda. İşin enteresan tarafı, bu köylülere devlet destek veriyor, üretim yaptıkları için de Ziraat Bankası kredi veriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Kocamaz, toparlayalım lütfen.
BURHANETTİN KOCAMAZ (Mersin) - Bitiriyorum, bitiriyorum.
Devletin kurumları birbirinden habersiz; devletin kurumlarının bir kısmı üretimi desteklerken Çevre Koruma Kurulu "Arazileriniz Kuş Cenneti'ne yakın, bu bölgeler sit alanı ilan edildi." diyerek üretim yapan insanları, gariban köylü üreticileri mahkemeye verip hapse attırıyor. Buradaki mahallelerimizde arazi sahibi olan, üretim yapan insanlar arazilerine ekim dikim yapamaz ise ne yiyip ne içecekler? Bu araziler sit alanı ilan edilmiş ise kamulaştırılarak vatandaşlara bedellerinin ödenmesi gerekmez mi?
Son olarak, TOKİ, birçok ilimizde olduğu gibi Mersin'de de hak sahiplerini mağdur etmiştir. Üç yıl önce kuraları çekilmesine rağmen, 2 bin konutun yapımıyla ilgili sorunlar yaşanmaktadır. Bu konuyu da bilgilerinize sunmak istedim.
Yeterli olmasa da Bakanlık bütçesinin hayırlı olmasını temenni ediyor, hazırınu saygıyla selamlıyorum.