KOMİSYON KONUŞMASI

DOĞAN DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü sonsuza uğurladığımız gün. Ebedî Başkomutanımız Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü aramızdan ayrılışının 85'inci yılında saygı, sevgi, minnet, rahmet ve özlemle anıyorum.

Ülkemizin çevre sorunları her geçen gün kendini daha da fazla hissettirmektedir. Bununla beraber, ülke olarak en büyük sorunumuz, çevre sorunlarına geri dönülemez duruma gelene kadar tedbir almayışımız ve müdahale etmeyişimizdir. Son noktaya gelene dek hiçbir çevre sorununa karşı müdahalede bulunmuyoruz. Bunun en bariz örneği denizlerimizdeki müsilaj sorunudur. İstanbul Boğazı'ndaki geri dönüşü olmayan çevre sorunu otuz yılı aşkın süredir devam etmekte. Ormanların korunmasını ve madencilik faaliyetlerini düzenleyen yasalar 2001'den bu yana defalarca kez değişikliğe uğradı. Bakınız, en bariz örneği Akbelen Ormanları hâlâ katledilmekte. Ne uğruna, kim için? Dünya küresel iklim kriziyle mücadeleye girmiş, bizim ülkemizde ormanlar birilerine peşkeş çekilerek yok ediliyor, zeytinlikler talan ediliyor. Ne için? Sözde enerji üretimi için, yandaş firmalar için. Yazıktır, günahtır. Her yıl şaibeli bir şekilde ormanlarımız cayır cayır yakılmakta, doğa ve tüm canlıların yaşam alanları tahrip edilmektedir. Orman alanlarının azalması, erozyon ve biyoçeşitlilik kaybı endişe verici boyuta ulaşmış durumdadır.

Türkiye'nin çevre sorunları toplumumuzun ve gelecek nesillerin yaşam kalitesini etkileyen önemli bir konu. Hava kirliliği özellikle büyük şehirlerimizde nefes almayı zorlaştırıyor. Sanayileşme ve artan araç kullanımı bu sorunu derinleştiriyor. Alınmayan önlemler nedeniyle deprem bölgemizde her yağmurda resmen çamur yağıyor insanlarımızın üzerine. "Nasılsa musluğu açtığımızda su geliyor." bakış açısı her geçen gün azalan su kaynaklarımızı daha da azalır duruma getirmektedir. Öte yandan, su kaynaklarımızın kirlenmesi, tarım ilaçları ve plansız kentleşmeyle de birleşerek ekosistemimizi tehdit etmektedir.

Deprem bölgesinde oluşturulan hafriyat alanları için geçirimsiz bir depolama tesisi oluşturulmadı. Bu şu demek: Bu moloz yığınlarının içinde türlü çeşit kimyasal atıklar yer altı sularına karışacak, yağmur sularıyla süzülüp toprağa karışacak. Bu ne kadar büyük bir tehdit, tahmin bile edemezsiniz. Olası bir bulaşıcı hastalık riskine davetiye çıkarmak demektir bu.

Deprem bölgesinde "Bir ayda yeni binalar dikeceğiz." diye övündünüz fakat bir ayda bir personelin zemin etüt raporu ancak tamamlanır. Göz göre göre insanları yine depreme dayanıksız, iyileştirme yapılmamış zeminlerde, beton yığınları içine hapsedeceksiniz. Ülkemizin bir deprem ülkesi olmasına rağmen yürürlüğe sokulan 6 Şubat 2023 tarihinde büyük kayıplar vermemize neden olan depremde ortaya çıkan tablodan da anlaşılacağı üzere Bakanlığınızın ve iktidarın imar barışı politikasının ne denli zararlı sonuçlar ortaya çıkardığını maalesef görmüş bulunmaktayız. Sağlıklı bir şekilde bina deprem dayanıklılık testleri ve titiz bir şekilde yapı denetim kontrolleri yapılmadan "imar barışı" adı altında kusurlu ve ruhsatsız yapıların kullanımına izin verilmiştir. Bu süreç içerisinde, yapı kayıt belgeleri için başvuruda bulunarak ücret yatıran vatandaşlarımızın bir kısmının yapı kayıt belgeleri iptal edilmiş veya yatırmış oldukları ücretler geri ödenmemiştir. Son imar barışı düzenlemesinin bulunduğu 3194 sayılı Kanun'un 16'ncı geçici maddesinde, yapı kayıt belgesi almak için ödenen miktarın, belgenin iptal edilmesi hâlinde geri ödenmesine ilişkin herhangi bir hüküm de bulunmamaktadır. Yapı kayıt belgelerinin iptal edilmesi ve yatırdıkları ücretlerin iade edilmemesi sebebiyle mağduriyet yaşayan vatandaşlarımız çözüm arayışı içerisindedirler. Üstelik mağduriyetlere sebep olan bu işleyiş aynı zamanda Anayasa'mızın 125'inci maddesinde bulunan "İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür." hükmüne de aykırı bir işleyiştir. Yine, aynı süreç içerisinde başvuruda bulunan ve yapı kayıt belgeleri onaylanan milyonlarca vatandaşımız ise tapularını alamamışlar ve mağdur olmuşlardır. Vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesine yönelik hiçbir adım atılmamış ve bilgilendirilmemişlerdir.

Ülkemizin, dahası dünyanın en önemli şehirlerinden biri olan İstanbul'umuz, bilindiği üzere, yakın bir gelecekte deprem tehdidiyle karşı karşıyadır. Yer bilimcilerimizin, jeoloji mühendislerimizin yapmış olduğu araştırmalar, hesaplamalar ve ölçümler sonucunda olası bir depremde maalesef ki İstanbul'umuz yerle bir olma riski içerisindedir. Ülkemizdeki en büyük fay hattının yani Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın geçtiği İstanbul'da bilim insanlarımız 2000 yılında ilk kez 50 bine 1 ölçekli Marmara Denizi'nin fay haritasını çıkarmış ve çıkarılan harita durumun ne kadar kötü olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Ülkemiz nüfusunun yüzde 25'inin yaşadığı İstanbul'da, yapılan araştırmalara göre, kentte bulunan yapıların sadece yüzde 1'inin yıkılması durumunda dahi 500 bin insanımızın hayatı tehlikeye girecek durumdadır. Hâl böyleyken İstanbul'umuzda maalesef ki binaların yüzde 25'i riskli, bu dilimin içindeki yüzde 25'inse çok riskli durumda olduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın Silivri'den İzmit'e kadar olan kısmı büyük bir gerilme içerisinde olup bu kısım tek parça hâlinde deprem ürettiği takdirde 7,2; 7,6 büyüklüğünde bir depremin olacağı ve yaklaşık iki dakika kadar süreceği yine yapılan araştırmalar sonucu ortaya konulmuştur. Deprem riskinin yani sıra Marmara Denizi'nin dibinde olası bir kayma durumunda İstanbul'umuz 5 ile 8 metre arasında dalga boyuna sahip bir tsunami tehdidi altındadır.

Olası bir depremde ilçelerimizi değerlendirecek olursak Bakırköy'ün Florya ve Yeşilköy tarafları, Eyüpsultan'a bağlı Kemerburgaz tarafları, Zeytinburnu, Büyükçekmece, Kartal'ın sahile yakın kısımları, kil tabakası üzerinde bulunan ve sürekli kaymaların gerçekleştiği Avcılar ilçemiz, Tuzla, Maltepe sahili ve sahile yakın yerleşimler, çok fazla dolgu yapılmış olan Beşiktaş, Adalar zemin olarak sağlam olsa da çok güçlü bir sarsılmaya maruz kalacağı için en riskli ilçelerimiz arasında yer almaktadır.

Öte yandan gayrisafi yurt içi hasıla bakımından en büyük paya sahip olan İstanbul'un olası bir deprem sonrası uğrayacağı ekonomik zararla ülkemiz ekonomik olarak büyük bir çöküşle burun buruna gelebilir. Tekstil, sanayi, lojistik ve daha birçok sektörün İstanbul'dan beslendiğin gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda vermiş olduğum örnekler mübalağa değil, sugötürmez bir gerçektir.

Olası bir deprem anında çıkacak yangınlara yönelik bir eylem planı var mıdır? Kötü bir zeminde yer alan yeni havalimanının depremle birlikte hasara uğraması ihtimalinde hava ulaşımı bölgede ne şekilde sağlanacaktır? İstanbul'da bulunan hastanelerin depreme dayanıklılığı ve zemin güçlendirmeleri ne durumda? Deprem sonrası İstanbul'a dışarıdan ve İstanbul içinde ulaşıma yönelik tedbir alınıyor mu? Çarpık ve sık kentleşmenin hâkim olduğu dar sokaklara sahip yerleşimlere deprem sonrası nasıl müdahale edileceğine yönelik eylem planınız var mıdır? Olası bir deprem ve yapılan araştırmalar göz önünde bulundurulduğunda arama kurtarma çalışmaları konusunda yapılan hazırlıklar ne durumda? İstanbul depreminin olması hâlinde bölgede arama kurtarma çalışmalarında ekiplere yardımcı olacak arama-kurtarma köpekleri var mıdır? Deprem sonrası çıkacak kaotik durumlara yönelik asayişi sağlamak adına hazırlık var mı? Deprem sonrası toplanma alanları yeterli midir? Bu alanlar kaç kişilik alanlar, kaç kişilik çadıra ve kaç kişinin barınmasına imkân tanıyacaktır? Deprem sonrası özellikle içme ve temizlik amaçlı kullanılabilecek su ve diğer temel besin maddelerinin halka temini konusunda bir hazırlık var mıdır?

İstanbul nüfus yoğunluğu, jeolojik yapısı ve önemiyle Türkiye'nin en kritik şehirlerinden biridir. Büyük bir deprem riski barındıran bu metropol kentte kentsel dönüşüm ve depreme hazırlık hayati önem taşımaktadır. İstanbul'un karşı karşıya olduğu bu durum sadece yapısal güçlendirmelerle değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve çevresel politikalarla da ele alınmalıdır. İstanbul'daki mevcut yapıların çoğu deprem standartlarına uygun değildir. Bu durum hem can hem mal güvenliği açısından ciddi riskler taşır. Acil kentsel dönüşüm programı, öncelikli riskli binaların tespiti, güçlendirilmesi veya yıkılıp yeniden yapılması üzerine odaklanmalıdır. Burada yerel halkın mağdur edilmemesi, tarihî ve kültürel dokunun korunması, şeffaf bir süreç yönetimi esas alınmalıdır. İstanbul'un nüfus yoğunluğunun azaltılması ve daha dengeli bir demografik yapıya kavuşturulması deprem riski yönetmede önemli bir stratejidir. Bu amaçla ekonomik, sosyal teşvikler yoluyla nüfusun diğer bölgelere dağıtılması ve böylece hem İstanbul'daki yoğunluğun azaltılması hem de diğer şehirlerin kalkınmasının desteklenmesi gerekmektedir. Tersine göç politikaları insanların İstanbul dışındaki şehirlere taşınmaları için gerekli altyapıyı, iş imkânlarını ve yaşam kalitesini artırıcı önlemler içermelidir. Çoğunlukla ekonomik kalkınma ve sanayileşme hedefleri çevresel sürdürülebilirlikten daha ağır basıyor. Bu eğilim doğal kaynakların aşırı ve plansız kullanımına, hava ve su kirliliğinin artmasına, biyoçeşitlilik kaybına ve ekolojik dengenin bozulmasına yol açıyor. Ekonomik büyüme ve çevresel sürdürülebilirlik arasında dengeli bir yol izlenmeli, çevresel adalet perspektifinde hareket edilmelidir. Ekolojik kaynakların korunması ve gelecek nesillere aktarılması ulusal politikaların temel bir parçası olmalıdır. Çevresel bilincin artırılması ve eğitim sistemlerinde çevre bilgisi konularının güçlendirilmesi sürdürülebilir bir toplum yapısının oluşturulmasında kritik rol oynamaktadır.

Sonuç olarak, Türkiye'nin çevre politikalarının sadece uluslararası baskılara yanıt olarak değil, kendi iç dinamiklerine, gerçek ihtiyaçlarına ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine uygun şekilde şekillendirmesi gerekmektedir; bu, sadece ekolojik bir zorunluluk değil, aynı zamanda, sosyal ve ekonomik bir ihtiyaçtır.

Öte yandan, Türkiye son yıllarda, Avrupa ülkelerinden artan oranlarda ithal edilen atıkların nihai durağı hâline gelmiştir. Resmî istatistiklere göre, Türkiye'nin ithal ettiği atık miktarı son birkaç yıl içinde önemli oranda artış göstermektedir. Örneğin, 2019 yılında İngiltere'den Türkiye'ye yapılan plastik atık ihracatı bir önceki yıla göre yüzde 17 artarak 210 bin tonu aşmıştır. Benzer şekilde, Almanya ve İtalya gibi diğer Avrupa ülkelerinden yapılan atık ihracatı da benzer bir eğilim izlemiştir. İthal edilen atıkların büyük bir kısmı, düzgün bir şekilde işlenmemekte veya uygun olmayan koşullarda depolanmaktadır; bu durum, yerel çevre ve halk sağlığı açısından ciddi riskler taşımaktadır. Atıkların yakılması veya düzensiz depolanması sonucunda hava, su ve toprak kirliliği artmakta, bu da ekolojik dengeye ve insan sağlığına zarar vermektedir. Atık ithalatı kısa vadeli ekonomik kazançlar sunsa da uzun vadede çevresel temizlik ve rehabilitasyon için gerekli olan ekonomik yükü artırmaktadır. Ayrıca, bu durum, Türkiye'nin kendi atık yönetim sistemini zayıflatmakta ve sürdürülebilir atık yönetimi politikalarının gelişimini engellemektedir. Türkiye'nin, atık ithalatını sınırlayan katı düzenlemelere ve etkili denetim mekanizmalarına acil ihtiyacı vardır. Atık ithalat konusundaki yasal boşlukların kapatılması ve uluslararası standartlara uygunluğun sağlanması gerekmektedir.

Bakınız, bu sorunlarla başa çıkmak için hâlâ umut var. Sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelme, geri dönüşüm alışkanlıklarını artırma ve çevre dostu teknolojilere yatırım yapma gibi adımlarla çözüm bulabiliriz. Ayrıca, toplum olarak çevre bilinci oluşturarak, küçük günlük alışkanlıklarımızı değiştirerek büyük etkiler yaratabiliriz. Devlet, iş dünyası ve bireyler olarak hepimizin sorumluluk alması gerekiyor. Çevre dostu politikaların desteklenmesi, sürdürülebilir prensiplerin benimsenmesi, eğitimle bilinçlenme süreci, Türkiye'nin çevre sorunlarına karşı etkili bir mücadele sağlayacaktır. Gelecek kuşaklara temiz bir çevre bırakabilmek adına birlikte çalışmak ve çözüm odaklı adımlar atmak zorundayız, çevresel sorunlara karşı artık çok geç olmadan harekete geçmek zorundayız, iklim kriziyle mücadelede dünya ülkeleri arasındaki yerimizi almak zorundayız. Aksi hâlde, yarın çok geç olabilir.

Saygılarımla.