Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a)Kültür ve Turizm Bakanlığı b)Radyo ve Televizyon Üst Kurulu c)Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ç)Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü d)Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı e)Vakıflar Genel Müdürlüğü f)Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı g)Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ğ)Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu h)Atatürk Araştırma Merkezi ı)Atatürk Kültür Merkezi i)Türk Dil Kurumu j)Türk Tarih Kurumu k)Kapadokya Alan Başkanlığı l)Uludağ Alan Başkanlığı m)Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 15 .11.2023 |
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli üyeler ve bürokratlar, basının değerli emekçileri ve tabii ki emekçi arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kültür ve Turizm Bakanlığı söz konusu olduğunda "Siyaset arenasındaki en pasif Bakanlık" şeklinde akla geliyor bazen; açıkçası ben böyle olmadığını düşünüyorum ve böyle olmaması gerektiğini de ifade etmek istiyorum, aslında ülkenin en renkli bakanlıkları içerisinde. Sayın Bakanın turizmci olmasından dolayı mı bilmiyorum ama turizm yönü ağır basan bir Bakanlık olarak karşımızı çıkıyor, oysaki derya deniz bir kültür alanı da var bunun içerisinde. Maalesef, ülkedeki renklerin, ahengin, farklılıkların ve uyumun yakalanması yönünde hiçbir adım göremiyoruz. Oysaki Mezopotamya uygarlıkların merkezi, Anadolu uygarlıkların beşiği olarak iki coğrafya şeklinde karşımıza çıkıyor ama Sayın Bakanın sunumunda Kürtleri, Lazları, Süryanileri, Alevileri, Ezidileri, Arapları göremedik maalesef. Evet, normal şartlarda renkli bir Bakanlık ama renklerini kaybetmiş bir noktaya gelmiş durumda. Dünyada trend çok dillilik, çok kültürlülük iken bunu yakalamayan, yakalayamayan bir Bakanlık diyemiyorum çünkü böyle bir istek dahi göremiyorum. Açık konuşalım değerli hazırun, bu bir yok sayma, yokmuş gibi davranma politikası olarak karşımıza çıkıyor. Ülkenin üzerinde kurulduğu coğrafya biyokültürel çeşitliliği olan bir coğrafya ayrıca; dolayısıyla kadim halkların birlikte inşa ettiği bir kültür mirası da söz konusu bu topraklarda. Tabii "kültür" dediğimiz şey ana dilinden bağımsız bir olgu da değildir çünkü kültürün taşıyıcısı dildir, ana dilidir. Bir dili yok saymak, bir ulusu yok saymaktır ve bir dile saygısızlık, bir halka saygısızlıktır diye buradan tekrar altını çizmek istiyoruz.
1990'lı yıllarda bu konular "Mozaik mi, değil mi?" diye çokça tartışıldı. Kültürlerin, dillerin olduğu bir yerde rengârenk bir mozaiği eğer istersek çok net bir şekilde görebiliriz ama geçmişin yasakçı asimilasyon politikaları ile bugünün değersizleştirme politikaları neticesinde ülkede âdeta bir diller kabristanı oluşmuş durumda. Bu süreç sona ermiş değil; bakın, UNESCO'ya göre Türkiye'de 18 dil şu an tehlike altında, eğer derhâl bir dil koruma programı yürütülmezse yakın zaman içerisinde Süryanice, Lazca, Kabar-Çerkez dilleri, Hertevince, Pontus Yunancası, Hemşince yok olacak ve Kürtçenin Zazaki lehçesi üzerindeki risk de her geçen gün büyüyerek karşımıza çıkıyor.
Söz konusu "ana dili" ve "kültür" olunca anahtar kelimelerden bir tanesi de "empati" olarak karşımıza çıkıyor. Eğer bir dilin empatisi yoksa dil sempatisi olması da mümkün değil. Geçmişte Bulgaristan Türkleri, Batı Trakya Türkleri üzerinde de ciddi bir asimilasyon politikası hayata geçirilmişti ama bugün Bakanlığın bünyesindeki TİKA ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığına bakıyoruz, Türkçe için seferber olmuş durumdalar. Peki, bugüne kadar Kazakistan'da yaşayan 150 bini aşkın Kürt için herhangi bir çalışma yaptınız mı, bunu sormak istiyorum. Yok, yapmadınız çünkü Anayasa diğer dilleri tanımıyor, soydaşlık üzerinden hayata geçirmiş olduğunuz bir politika var, diğer dilleri tanımayan bir politika var; hâlen Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ndeki ana diliyle ilgili çekinceler de kaldırılmış değil, eğer "turizm" olacaksa bunun değdiği bir kültür unsuru olmalı.
Biraz olsun maziye gidelim sizinle birlikte Sayın Bakan. Geçmişte Kürtçeye yasak getirildi, 1957'de Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu kuruldu. Bununla yerleşim yerlerinin orijinal adları silindi, yerlerine Türkçe alakasız isimler yazıldı. Mesela, "Göbeklitepe" dediniz, kendi konuşmanızda da var, aslında orası "Xerabreşk köyü" diye geçen bir köy, bölgenin zaten tarihiyle bütünleşmiş bir ismi var ve yüzyıllar boyunca henüz arkeolojik kazılar başlamadan önce söz konusu tepeye giden insanlar, var olan asırlık bir ağacın etrafında -ismi "Tihok ve Teyer" diye geçiyor bu ağacın- toplanır, dilekler diler, adaklarını adarlardı ve kurbanlarını sunarlardı. Tam da bu yüzden buranın ismi "Girê Miraza" olarak tarihten bu yana kullanılan bir isim. Bu ismin anlamı, aslında bölgenin tarihiyle de özdeş bir şekilde anlam ifade ediyor. Kürtçe "Girê Miraza" ismi, ziyaret, muratlar tepesi, çare aranan tepe, dilekler tepesi gibi anlamları içerisinde barındıran bir isim. Kazılarda da bu doğum yapan kadın figürleri orada fazlasıyla açığa çıktı. Bu kadınların, doğum yapamayan kadınların dilek dileyip adak adadığı bir mekân olduğu da Kürtçe isminin de buna uygun olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır Sayın Bakan.
Sayın Bakan, bugüne kadar 12 bini aşkın köyün, kasabanın ismi değiştirildi bu topraklarda; Ermenice, Kürtçe, Süryanice, Gürcüce, Lazca isimler kaldırıldı. Her mekân aynı zamanda aslında bir halkın belleği ve o dilin yaşam alanlarından bir tanesidir. Pozitif ayrımcılık refleksiyle neden bir adım atmıyorsunuz Sayın Bakan?
Sayın Başkan, değerli hazırun; Sayın Bakanım beni dinliyor mu emin değilim ama ben konuşmama devam edeyim.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MEHMET NURİ ERSOY - Dinliyorum, not alıyorum.
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Tamam.
Elbette Sayın Bakan Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde basılan 10 kadar Kürtçe kitap sayabilir "Bu çalışmalar yapılmış." diye. Kürtçe tiyatro etkinliği yaptığınızı ifade edebilirsiniz, öncelikle bunlar bir lütuf değil, bunun altını çizmek istiyorum. Bakın, ilk edebî esere maddi destek gibi bir projeniz var. Amaç, yeni ve özgün eserlerin üretilmesi ama başvuru şartı olarak eserin dilinin Türkçe olması şartını koymuşsunuz. Bunda herhangi bir sorun yok, sorun şurada: Kürtçe veya Lazca ilk eser için de bunu niye yapmıyorsunuz, sorum bu.
Sayın Bakan, 2019'da Adana'da Kürt tiyatro günleri yasaklandı, Kürtçe tiyatro oyunlarına izin verilmedi. İstanbul'da Nobel Ödüllü Dario Fo'nun oyunu Kürtçe olunca sahnelemedi. Gerekçe olarak kamu güvenliği gösterildi ve buna en çok içinde "kültür" ifadesi geçen sizin Bakanlığınızın tepki göstermesi gerekiyordu ama maalesef herhangi bir tepki görmedik sizden doğru. "Kürtçe kitap bastık, Kürtçe oyun oynattık." demekle bu olmuyor.
Biliyorsunuz, İstanbul'da onlarca Kürt din âlimi gözaltına alındı ve bir süre bunlar tutuklu kaldılar. Ne için tutuklandıklarını söyleyeyim size: Kürtçe hutbe okurken içinde "...'' , "...'' , "...'' gibi kelimeler suçlama konusu yapıldı. "...'' barış demek; "...'' değerli, kıymetli demek; "...'' da yaşam demek. Bunları yasaklı olarak algılayan bir zihniyetle maalesef karşı karşıyayız ama söz konusu kelimeler ne tuhaftır ki Türk Dil Kurumunun yayınladığı Kürtçe Sözlük'te de yer alan kelimeler.
Sayın Bakan, Kürtçe el yazmaları meselesi var bir de değinmemiz gereken. Kürdoloji dünyasının en önemli konularından bir tanesi bu Kürtçe el yazmaları meselesi. Kürt edipler 10'uncu yüzyıldan itibaren edebî metinler vermeye başladılar. Özellikle 16'ncı yüzyılda Kürt-Osmanlı ittifakından sonra Kürtçe medreselerde bir eğitim dili olurken Melaye Ciziri ve Ahmed-i Hani gibi aydınlar önemli eserlerini yazdılar, hayata geçirdiler, hâlen de bunlar üzerinde ciddi çalışma yapan alanlar var. Bitlis, Hakkâri, Siirt, Cizre Botan, Bahçesaray ve benzeri kentler klasik Kürt edebiyatının birer merkezi oldu o dönemde. Buna karşın 1925'ten sonraki süreçte Kürtçe el yazmalarının akıbeti pek iyi olmadı, bunu sizler de çok iyi biliyorsunuz. Hatta bir rivayete göre Diyarbakır'da bazı kitapların ekmek karşılığında fırıncılara verilerek yakıldığı bile iddia ediliyor. Kürt dil uzmanları birçok el yazmasının Batı'daki kütüphanelere nakledildiğini belirtiyor. Bugün el yazması metinlerin bir kısmının dijital ortama aktarılması bizler açısından çok olumlu ama araştırmacılar Kürtçe arşivlerin ne kadarının açıldığını bilmiyor; tasnif edilmeyi bekleyen eserlerin sayısı meçhul. Kürtçe eserlerin bilerek veya yanlışlıkla kayıtlara Farsça geçirildiği, içinde Kürtler ve kürdistan geçen bazı eserlerde ise tahrifat yapıldığı dile getirilen sorunlar arasında. Dolayısıyla Bakanlığınız bünyesinde Kürt dili uzmanlarının istihdam edilmesi elzemdir, Bakanlığınız Kürtçe el yazmalarının araştırılması ve tahsis edilmesi için bütçe ayırmalıdır. Bunu neden ısrarla istiyoruz? Neden ısrarla istiyoruz çünkü Kürtçeyle ilgili taleplerimizi size ısrarla aktarmamızın nedeni, duruşumuz, bütün dillerin güzel ve kıymetli olduğu yönünde. Ama bugün de ne yazık ki Kürt halkının etnografyası, folkloru ve müziği üzerinde âdeta bir kültür talanı yaşıyoruz çünkü Türkçe dışındaki diller için bir dokümantasyon çalışması yapılmadı, sözlü ürünleri derlenerek kayıt altına alınmadı.
Sayın Bakan, sizce sanatta telif önemli değil mi? Ama 1926'dan yakın zamana kadar birçok Kürtçe şarkı ve müzik formu Türkçeleştirilirken hiç kimsenin sesi çıkmadı. Özellikle 80'lerde Kürtçe yasaklanınca aslen Kürt olan bazı sanatçıların eliyle bir Türkçeleştirme furyasıyla karşı karşıya kalındı. Mesela, sanatçı Hasan Zirek'in 1946-47 yıllarında Mahabad Kürt Cumhuriyeti için bestelediği "Ey Niştiman" parçasını dinleyin, sonra da 1970'li yıllarda uyarlanan "Ankara'nın Taşına Bak" parçasına bir kulak verin; buradaki aynılığın bir tesadüf olmadığını siz de çok iyi göreceksiniz. Bu anlamda, İbrahim Tatlıses'in, İzzet Altınmeşe'nin, Burhan Çaçan'ın, Kel Hamza'nın günahı fazlasıyla var; bunu da ifade edelim. Bir bakıyorsunuz, Şivan Perver'in "Yek Mumik" parçası "Bir Mumdur İki Mumdur" şeklinde karşımıza çıkıyor; anonim Kürt ezgisi "Ax Fadike" İzzet Altınmeşe'nin dilinde "Oy Fadike" oluvermiş; kul hakkı mı, değil mi bakılmadan ilahi olarak alınan fon müzikleri bile var. Bunun örneği de...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Süre doldu.
Buyurun lütfen, bir dakika...
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Mesela, Zilan katliamı üzerine söylenen "Geliye Zilan" ağıdını Abdurrahman Önül "Uçun Kuşlar Medine'ye" olarak seslendirmiş. Buna benzer fazlasıyla örnek var, biz burada sadece birkaç tanesini ifade ediyoruz sürenin kısıtlılığından dolayı çünkü diller bu topraklarda korunmadı, kültür hırsızlarına karşı hiçbir yaptırım söz konusu olmadı.
Kürtçe el yazmaları ve Türkçeleştirilen Kürtçe şarkılar ve ezgiler konusunda Kültür ve Turizm Bakanlığına da burada önemli görevler düşüyor. Sayın Bakan, eğer politik bir karşıtlığınız yoksa diller konusunda esaslı ve cesur adımlar atmalısınız; Bakanlığınızda komisyonlar oluşturulsun, araştırmacılar çalışarak hakikati ortaya koysunlar çünkü kültür politikaları aynı zamanda toplumsal bütünleşme politikalarıdır.
Sözlerimi bitirirken en son şuna değinmek istiyorum: Bugün aynı zamanda Seyit Rıza'nın katledilmesinin de ölüm yıl dönümü. Seyit Rıza'yı saygıyla anıyor, bu vesileyle mezar yerinin açıklanması çağrısında bulunuyorum.
Teşekkür ederim.