| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) ve Sayıştay tezkereleri a) Adalet Bakanlığı b) Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu c) Türkiye Adalet Akademisi ç) Anayasa Mahkemesi d) Yargıtay e) Danıştay f) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu g) Kalkınma Bakanlığı h) Türkiye İstatistik Kurumu ı) GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı i) Doğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı j) Konya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı k) Doğu Karadeniz Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 15 .02.2016 |
UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Divan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, Adalet Bakanlığımızın ve diğer kamu kurumlarının saygıdeğer bürokratları, değerli basın emekçisi meslektaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan sunumunda Avrupa Birliğine tam üyelik müzakerelerine önem verdiğini, AİM kararları üzerinde önemle durulduğunu söyledi. Şu elimde gösterdiğim, bu hafta içinde Avrupa Parlamentosunda alınacak olan Türkiye kararı taslağı. Az önce Sayın Musa Çam Avrupa Birliği İlerleme Raporu'ndan bahsetti kasım seçimlerinden hemen sonra açıklanan. Hem o rapor, hem bu taslak Avrupa Parlamentosundaki -ki, bir şeye dikkat çekmek isterim, o da bu belgelerin mülteciler sorunu nedeniyle Avrupa'nın, Hükûmetin önünde boynu bükük durduğu bir dönemde çıkan belgelerdeki tek önemli eleştiri konusu, maalesef, yargının geriye gittiği konusudur; hukuk devleti ilkelerinin, yargı bağımsızlığının geriye gittiği ilkeleridir. Bir de basın özgürlüğü, ifade özgürlüğünde gerileme olduğu yönündeki tespittir. İlerleme raporunda da vardı hatırlarsanız, anımsatmak isterim- İlerleme Raporu'nda, yargının bağımsızlığı ve güçler ayrılığının çok güçlü siyasi baskı altında kaldığını, yargıçların ve savcıların güçlü siyasi baskı altında kaldığını, iddia edilen paralel yapıya karşı Hükûmetin yürüttüğü kampanya bazen yargının bağımsızlığına el uzatacak kadar aktif bir şekilde sürdürüldüğü, yargının bağımsızlığını restore edecek, güvence altına alacak çok büyük çabalar harcanması gerekli olduğunu söylüyordu. Yine bu karar metni de eğer değişmezse birkaç gün içinde -ki ben değişeceğini zannetmiyorum- gerilemeyi tekrar söylemektedir. Bunun nedeni nedir Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım? Türkiye'de yargının fiilen iktidarın kontrolünün altına girmiş olmasıdır. Yargıdan artık iktidar aleyhinde kararlar çıkmazken, iktidarın muhalifleri sindirme aracı hâline dönüştüğü algısı tüm topluma hâkimdir. Bugün Gülen cemaatinin devlet içindeki yapısıyla mücadele ettiğini iddia eden Hükûmet, 2010 Anayasa değişikliğinde bu yapıyla ittifak kurarak Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunda yeni bir yapının oluşmasını sağlamıştır. O dönem "bakanlık listesi" adı altında hazırlanan listeyle cemaatin yargıda listeyle cemaatin yargıda etkin olmasının yolu açılmıştı. Ergenekon, Balyoz, Oda TV, Askeri Casusluk, KCK gibi bizzat Anayasa Mahkemesinin hak ihlaline karar verdiği siyasi davalar AKP'nin cemaatle yargıda kurduğu bir ittifakın sonucu olarak açılmıştı. Bu davalarda, biliyorsunuz, insanlar suçunu bilmeden beş yılı aşkın süre tutuklu kalmıştı. Aralarında ölenler oldu, aile bireylerini üzüntüden, acıdan kaybedenler oldu. Hükûmetiniz bunları sadece izlemekle kalmamış, aynı zamanda desteklemişti bu davaları. Binlerce kişinin telefonları yine bu hâkim ve savcıların kararlarıyla usulsüz şekilde dinlenmişti. Bu dinleme kayıtları Hükûmete yakın basına sızdırılarak muhalifler sindirilmiştir. Yargıda kurulan bu ortaklık 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları üzerine bozulmuştu. İktidar, cemaatin yargıdaki varlığına son vermek için 2014 HSYK seçimlerinde yeni bir ittifak kurdu. Bugün paralel yapı soruşturmalarında o dönemin hâkim, savcı veya polisleri yargılanıyor. Evet, suç işleyenlerin tümü gerçekten hukuk devletine değil de başka bir güç odağına bağlı olarak hareket etmişlerse bunu kimse kabul edemez, cezalandırılmalıdırlar. Ancak o dönemin bir de siyasi sorumlusu vardır ve bütün bunlara göz yuman iktidarınız da olan bitenden sorumludur. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamak görevi olan yeni HSYK, maalesef aynı o dönemdeki, cemaat dönemindeki hataları bugün tekrar etmektedir. Türkiye şu an olağanüstü yargısal süreçler yaşamaya devam etmektedir. Arkadaşlarım söyledi, ben de bir kere daha tekrar edeceğim: Sulh Ceza Mahkemeleri bunun en somut örneğidir.
Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım; bugün yargı, maalesef, "Cumhurbaşkanını koruma dairesi"ne dönüşme riskiyle karşı karşıyadır. Yargı tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanına hakaret suçundan bu kadar çok gözaltına almalar, tutuklamalar yaşanmaktadır. Çocuklar dahi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret iddiasıyla tutuklanmaktadır. Buna karşılık, aynı yargı, tutuklama kurumunu muhalifler ve gazeteciler için sıkça kullanmakta ama onlara yönelik saldırılarda kullanmayı tercih etmemektedir. Örneğin, gazeteci yazar Ahmet Hakan dövülmekte, hem de göre göre bu saldırı yapılmakta, ancak yargı burada hiçbir örgüt bağlantısı bulamamakta, faillerinden de sadece birini tutuklamaktadır. Bu tutuklanan şüpheli de, biliyorsunuz, sadece üç ay kadar tutuklu kalmıştır. Diğer yandan, özellikle Güneydoğu'da da çok sayıda gazeteci görevlerini yaparken gözaltına alınmışlardır, bazıları hâlâ cezaevindedir.
Sayın Bakan, adaleti sağlaması gereken mahkemelerden adaletsiz kararların çıkması vicdanları sızlatmaktadır. Özellikle kadın cinayetlerinde veya tecavüzlerde mahkemeler, sanıklara "iyi hâl indirimi" yani "saygın tutum indirimi" yapmaktadır. Bir kadın cinayetinde, sanık mahkemede sırf takım elbise giydiği için aldığı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası müebbete çevrilmektedir. Bu nedenle, mağdurların talep ettiği "Özgecan yasası" bir an önce çıkarılmalı, kadın cinayeti davalarında iyi hâl indirimi ortadan kaldırılmalıdır. İstanbul Sözleşmesi'nde -ki, hem imzacısıyız hem kendi ülkemizde ortaya kondu- bu yöndeki indirimler doğru bulunmamaktadır. Mahkemelerin neden bu sözleşmeleri uygulamadığı konusunda bize açıklama yaparsanız seviniriz.
Sayın Bakan, Soma'da Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel'in tekme attığı maden işçisi Erdal Kocabıyık'a bir tekme de maalesef yargıdan gelmiştir. Geçtiğimiz günlerde yapılan yargılamada Sayın Erdal Kocabıyık, Başbakanlık aracına tekme attığı iddiasıyla, kamu malına zarar verdiği iddiasıyla ceza almıştır. Buradan sormak isteriz: Acaba Yusuf Yerkel o işçiyi tekmelediği için herhangi bir ceza almış mıdır?
Öte yandan, sırf ifade özgürlüğünü kullandığı için akademisyenler, gözaltına alınmakta, terör soruşturması geçirmektedir. Bir bildiriye imza attığı için -ki burada bir kere daha altını çiziyoruz; bizler bu bildiriyi objektif olmaktan uzak buluyoruz, bu bildirinin içeriğine katılmadığımız noktalar vardır ama ifade özgürlüğü kapsamındadır yaptıkları- insanlar düşünce suçlusu olarak yargılamaktadır. Buna karşılık, organize suç örgütü lideri "Oluk oluk kanınızı akıtacağız, akan kanlarınızda duş alacağız" diye tehdit ettiğinde, ciddi bir adım -ciddi diyorum- atılmamaktadır. Bu durum bile yargının içinde bulunduğu durumu ortaya koymaktadır.
Akademisyenlerin, gazetecilerin, Cumhurbaşkanını eleştirenlerin tutuklandığı bir ortamda sormak istiyoruz: Sadece Türkiye'nin değil bölgemizin en büyük tehdidi olan vahşi IŞİD terör örgütü soruşturmalarında tutuklanan kişi sayısı kaçtır? IŞİD'e yardım iddiaları konusunda yapılan soruşturmaların akıbeti konusunda bizi bilgilendirmenizi rica ediyoruz.
Sonuç olarak, Türkiye'de yargı, adaleti sağlamaktan bugün çok uzaktadır. Yargının siyasallaştığı bir dönemi yaşamaktayız. Bunun asıl sebebi de yargının dinamikleriyle oynayan siyasi iktidardır. Hükûmetin artık yargı üzerinden elini çekmesini ve önümüzdeki günlerde yargının bağımsız ve tarafsız şekilde çalışmasını bekliyoruz.
Birkaç hususa dikkatinizi çekmek isterim Sayın Bakan: Ankara ve Suruç terör saldırılarına ilişkin dosyalarda hâlâ gizlilik kararı var. Her ne kadar sorumlularının yakalandığı söylenmişse de aileler bilgilerden bütünüyle uzak, kimse soruşturmalardan bilgi alamıyor. Bu konuda hatırlarsanız, IŞİD-PKK-DHKP-C kokteyl terör açıklaması yapılmıştı ama sonradan gördük ki IŞİD'e ait terör saldırıları olduğu ortaya çıktı. Bu açıklamalar neden yapıldı? Bu konuda acaba bir pişmanlık, bir itirafta bulunmak ister misiniz? Niye böyle hareket edildi?
Tahir Elçi soruşturmasında da benzer bir süreç işlemekte. Gizlilik kararı nedeniyle avukatlar bilgi alamıyor, polislerin ifadeleri tutanaklara isimsiz, sadece sicil numaraları yazılarak alınıyor. Bu durum mağdur tarafın bilgi edinme hakkını en aza indiriyor. Gelen duyumlar, polis silahından çıkan kurşunla öldürüldüğü yönünde ancak bunun kaza kurşunu olarak raporlara geçmesi söz konusu. Gizlilik perdesi ne zaman kalkacak, soruşturmalar ne aşamadadır?
Sayın Bakan, Bakanlığınız Alevilerin cemevleriyle ilgili taleplerine yönelik bir çalışma başlattı. Ancak yapılan toplantılarda cemevleriyle irfan merkezleri birlikte ele alınıyor. Neden cemevleri için tek başına bir düzenleme düşünülmüyor ve irfan merkezlerinin yanına ekleniyor ya da irfan merkezleri onların yanına ekleniyor? Biliyorsunuz, Alevi temsilcilerinin buna ciddi itirazları var. Bu konuda da bizleri aydınlatırsanız sevinirim.
Cezaevlerindeki durumu Sayın Veli Ağbaba oldukça detaylı ele almıştı ama sohbet hakkının kısıtlanması, bazı renklerin, bazı dergilerin cezaevine sokulmaması gibi çok sayıda şikâyet yağıyor. Doluluk oranı nedir? Bu sıkıntı nasıl aşılacak? Cezaevlerinde özellikle cezaların yeniden düzenlemesi konusunda bir beklenti oluşturulmuş durumda; böyle bir düşünce var mıdır?
Gazeteci dövme, gazetelere saldırılar, siyasi parti binalarına saldırılar gibi olaylarda tutuklu sanık olmazken ya da tutuklanmazken Cumhurbaşkanına hakaret suçundan insanların evleri basılıyor, tutuklamalar yapılıyor. Hakaret suçunun karşılığı bu mudur? Yargı, neden özellikle bu konuda hareket etmektedir? Böyle hareket etmesi için bir talimat mı söz konusudur?
Sayın Bakan, bir de mesleğim olan gazetecilikle ilgili birkaç hususu sizlerin dikkatinize getirmek isterim. Biliyorsunuz, Cumhuriyet gazetesi çalışanları Erdem Gül ve Can Dündar yaptıkları haberler nedeniyle tutuklandı ve üç aya yakın bir süredir Silivri Cezaevi'ndeler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız?
UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sizin bugüne kadar yaptığınız açıklamalarda "Onlar gazetecilikten tutuklanmadılar." şeklinde değerlendirmeleriniz oldu ama gördüğümüz 473 sayfalık iddianamede tamamen bu arkadaşlarımızın haberleri, yazdıkları yazı dizileri ve yorumlar bulunmakta.
Burada bir şeyi hatırlatmak isterim: Hatırlarsanız, geçmişte de Oda TV davasında dönemin işte yetkili savcıları, etkili savcıları aynen meslektaşlarımız Ahmet Şık ve Nedim Şener için "Onlar gazetecilikten tutuklanmadı, açıklamayacağımız deliller var." demişlerdi, sonra da biliyorsunuz o deliller hiçbir zaman çıkarılamamıştı ve şu anda bu kişiler Türkiye sınırları dışında yaşamak zorundalar, kaçmak durumunda kaldı o dönemin savcısı. Sizin de hani işte "Onlar gazetecilikten tutuklu değil." şeklindeki ifadeniz... İddianameye baktığımızda ne delil var, ne telefon konuşması var; o yüzden bu konuda acaba bizim bilmediğimiz başka bir konu var mı bu arkadaşlarımızla ilgili?
Bir de, gazetecilerin tutuklanması konusunda... Hâkimler ve savcıların basın özgürlüğü ve düşünceyi ifade özgürlüğü konusunda AİHM kararlarına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin gereklerine yönelik kararlarını şekillendirmeleri konusunda bir eğitimden geçmeleri ya da buna yönelik bir süreç var mı? Çünkü sizin yanlış hatırlamıyorsam tüm kamu kurumlarına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uyum konusunda altı ayda bir raporlama yapmaları yönünde çağrınız olmuştu. Hâkimler ve savcıların kararlarında, taleplerinde basın ve düşünceyi ifade özgürlüğü konularında evrensel kriterleri göz önüne alması çok önemlidir, ülkemizi bir ayıptan kurtarması açısından önemlidir.
Aynı şekilde yayın yasakları ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne, halkın haber alma hak ve özgürlüğüne son derece büyük engel teşkil etmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen, rica ediyorum.
UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Bitiriyorum efendim.
Birkaç rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum: 2010 yılında 4, 2011 yılında 36, 2012 yılında 43, 2013 yılında 42, 2014 yılında 30 yayın yasağı kararı verilmiştir. Bu yasaklar, biliyorsunuz toplumun, halkın haber alma hakkının, özgürlüğünün önünde olan unsurlardır.
Konuşmamı bitirirken, Eskişehir'de Eskişehir Milletvekili olarak, önemli bir hususu dikkatinize getirmek isterim.
Biliyorsunuz, Eskişehir'de 1924 yılında cumhuriyetimizin ilk temyiz mahkemesi kurulmuştur, 1935 yılına kadar da başarıyla görev yapmıştır. Şu an Eskişehir'de mevcut bölge idare mahkememiz var ama Temmuz 2016 tarihinde kapatılacak ve Eskişehir'deki bu bölge idare mahkemesinin alanındaki davalar Bursa'ya bağlanacak, bölge adliye mahkemesi açısından da Ankara'ya bağlanmak durumunda kalacağız.
Bizim talebimiz, sadece benim şahsımın değil tüm Eskişehirlilerin, baromuzun, avukatlarımızın talebi, bölge idare mahkemesinin kalması ve mutlaka bölge adliye mahkemelerinden birinin de Eskişehir'de kurulmasıdır. Eskişehir'in nüfusu, üniversiteleri, gelişmişlik düzeyi, yaşanabilir kentler arasında 2'nci sırada olması gibi pek çok etken bunu zorunluluk hâline getirmektedir. "Eskişehir istinafsız olamaz." diyorum.
Size teşekkür ediyorum, bakanlığımızın bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Sağ olun Sayın Başkan.