Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a)Millî Savunma Bakanlığı b)Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 16 .11.2023 |
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli Komisyon üyeleri, değerli katılımcılar, değerli basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben Hrant Dink'le başlamak istiyorum, dün katili tahliye edildi; bu vesileyle tabii, kamuoyunda Hrant'ı bir kez daha andık. 2007 yılında katledildi bildiğiniz gibi. 2007 yılının öncesi ve sonrası Türkiye çok ilginç bir süreçten geçiyordu. Hatırlayacaksınız, Ergenekon, Kumpas, Balyoz gibi daha sonra dava konusu olan süreçler yaşanıyordu. 28 Şubat artıklarının Türkiye'yi nereye sürükleyeceklerine dair aslında hafızamızı canlandırmak bu açıdan önemli. O dönemde yitirdiğimiz Hrant'ın çok güzel bir sözü var: "Barış siyaset değildir, barış hakikat arayışıdır, barış iyileşmektir, iyileşmeye ihtiyacımız var, savaş hakikatten kaçmaktır; oysa bizim barışa ihtiyacımız var." O yüzden barışa olan çağrımızı bu vesileyle, Hrant'ın anısı vesilesiyle bir kez daha yinelemek istiyorum.
Bugün tabii, Filistin'i konuşmadan olmaz, Gazze'yi konuşmadan olmaz. Bugüne kadar yaklaşık 25 ton bomba atmış İsrail Gazze'ye; 4 binden fazla çocuk gitti gitti, 10 binden fazla insan gitti gitti ama maalesef hâlâ bu barbarca saldırıyı, bu vahşi saldırıyı durdurmak mümkün olamadı. Savaş bütün şiddetiyle Gazze'de devam ediyor. Bizim bunu durdurma çabamız yeterli mi? Hamaset sözleri, büyük sözler söylüyoruz ama bu konuda ciddi bir adım atılamadığını da çok net görmekteyiz. İsrail'le olan ilişkilerimiz aynen devam ediyor; kolayı, kahveyi yasaklayarak olmayacağını artık anlamamız gerekiyor. Yaklaşık 9 milyar dolarlık ticaret anlaşması; bunun içinde çelik ve bunun içinde kimyasal maddeler ilk sırayı alıyor ki bunların zaten silah üretiminde kullanıldığını çok iyi biliyoruz. Bu konuda daha önce, Mavi Marmara döneminde, onun sonrasında yapılmış olan anlaşmalar çerçevesinde İsrail'in Gazze konusunda hiçbir adım atmadığını çok iyi bilmemize rağmen Gazze'nin statüsünün sağlanmasına yönelik bizim de bir adım atmadığımız ortada. Oysa Filistin sorunu Kürt sorunuyla beraber Orta Doğu'nun en ciddi sorunudur, en önemli sorunudur. Bugün, Orta Doğu'ya barışın gelmesi aslında dünyaya barışın gelmesi anlamını taşımaktadır. Üçüncü dünya savaşının riskleri etrafımızı kuşatmışken bizim Orta Doğu'da barışı inşa etmekten başka çaremiz yoktur.
"Orta Doğu" deyince çok uzağa gitmeye gerek yok Sayın Bakan, siz de çok iyi bilirsiniz ki özellikle son kırk yılda Orta Doğu'ya biçilen rol, emperyalist güçler tarafından biçilen rol Orta Doğu'yu düşük yoğunluklu bir savaş çemberinde tutmak, burada "Büyük Orta Doğu Projesi" adı altında düzenlemeleri hayata geçirmek -aslında küresel aktörlerin öncelikli rolüydü- bunu dayattılar, bunu hayata geçirdiler ve kırk yıl boyunca biz bu dayatmanın içinde debelenip duruyoruz aslında.
Bakın, özellikle Kürt sorunu... Bundan kırk-kırk beş yıl önceye kadar aslında uyutulmaya bırakılan, bir tarafıyla yine çözümsüz kılınan ama son kırk yılda bu sorunun çözümünü silahta arayan, savaşta arayan bir anlayışın bizi nerelere sürüklediğini görüyoruz. Oysa bunun silahla çözülemeyeceğini herkes biliyor, her taraf biliyor.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Kim başlattı? PKK terör örgütü...
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Silahla çözüm olmaz, çözüm demokratiktir, demokratik çözüm olur çünkü bu ülkenin kimyası, mayası, tarihi, kültürü budur, 1071 yılından beri. Her sene 26 Ağustosta Malazgirt'e gittiğimizde -değil mi- orada yapılan törenin aslında tarihsel hafızasını yok sayarak yapılmış bir törenden öteye geçememesinin nedeni, bizim demokratik çözümden kaçmamızdan başka bir şey değildir. Oysa tarih burada yaşıyor, tarih burada kendini her gün, her dakika karşımıza çıkartıyor. İki kadim halk, Kürt ve Türk halkları bir arada yaşamak zorunda ve bu yaşamaya zaten bir itirazları yok. O zaman, bu birlikteliğin, bir aradalığın üzerinden demokratik çözümü üretmek zorundayız. Silahlı çözüm olmayacağını artık öğrenmiş olmak durumundayız ama biz, sorunu görmezden gelerek bunu silahla çözme peşinde hareket ettiğimiz sürece, aslında, belki de bütün bir ülkenin geleceğini içinden çıkılmaz bir yere doğru sürüklemeye devam ediyoruz.
Bakın, konuşmanızda önemli bazı kavramlar var; jeopolitik risklerden bahsediyorsunuz, evet, Türkiye'nin jeopolitik risklerini jeostratejik bir akılla çözmek mümkün. Bu jeostratejik aklın, her şeyden önce, işte, o "barış" dediğimiz, "bir arada yaşama" dediğimiz, bütün bu coğrafyayı ve kendi ülkemizin hinterlandını bu anlamda doğru okumaktan geçtiğine inanıyoruz.
Evet, siber vatandan, uzay vatandan bahsediyorsunuz; siber ve uzay vatanda bir sınır sorunu olamaz, orada bir vatan anlayışıyla bir çizgi çizemezsiniz. Ama bugün biliyoruz ki küresel sistem hâlâ ulus devlet sınırlarıyla hareket ediyorsa o zaman sınırlar önemlidir, evet; toprak bütünlüğü önemlidir, evet ama o toprak bütünlüğünün içinde nasıl yaşanacağı ve o sınırların ötesindeki hayata nasıl müdahale edileceği de önemlidir.
Kıbrıs'la ilgili vurgunuz burada bir şeyin altını çiziyor; oradaki, özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki mağduriyetten bahsediyorsunuz. Evet, Kıbrıs'ta iki toplum vardır, oradaki çözümün nasıl olacağı konusunda da aslında belli gelişmelerin yaşanması en önemli beklentilerdir. Demek ki bu tür toplumsal yapılarda farklı çözümleri üretebilme kabiliyetimiz olmalı, bu da demokratikleşmeden geçiyor. Nasıl ki Yunanistan'la ilgili görüşmeler Kıbrıs'a yansıyacaktır... Yunanistan'la ilgili bu son dönemdeki görüşmelerin ne kadar olumlu olduğuna vurgu yapıyorsunuz, o zaman dönüp Suriye'ye baktığımızda da Irak'a baktığımızda da aynı jeopolitik aklı, aynı jeopolitik stratejiyi uygulamak zorundayız. Yunanistan'daki bu olumlu gelişmelerin ne tür önemli katkılar yaratacağına vurgu yaparken dönüp Suriye'de başka bir strateji izlememiz aslında çok da akılcı bir yöntem üzerinde olduğumuzu göstermez. Tam tersine, bizim, Orta Doğu'da, Kürt sorununu çözmeden yol almamız mümkün değil. Bakın, "savaş" diyoruz, "Hayır, savaş değil." diyor, herkes itiraz ediyor: "Savaş demeyin." Soruyoruz Sayın Bakan, envanterinizde olup da kullanmadığınız silah kaldı mı? Savaş olması için daha ne kullanmak gerekiyor? Gerçi, Cumhurbaşkanı diyor ki: "Bizim, nükleer silaha ihtiyacımız var." Acaba nükleer silahımız olunca bunu da mı kullanacağız?
ORHAN YEGİN (Ankara) - Ya, bu ne demek?
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Cumhurbaşkanı söyledi.
Bütün dünyayı nükleer bir felaketten kurtarmak için çabalıyoruz. Soğuk savaş döneminin nelere mal olduğunu bütün dünya biliyor. Biliyor musunuz, ikinci büyük savaştan daha çok insan soğuk savaş döneminde dünyada aslında öldü -hiçbir nükleer silah kullanılmamasına rağmen- çünkü aslında o suni denge dünyanın birçok yerinde savaşları körükledi.
"İşgal" diyoruz, "Hayır, demeyin." Hâlbuki uluslararası literatürde siz de Trump'la görüşürken ya da Putin sizinle görüşürken bu kelimeyi kullandığında aslında onlara dönüp bunu söylemediniz. Ne diyelim? "'Takip' diyelim." Afrin'de 2018'den bugüne kadar neyi takip ediyorsunuz?
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Terörle mücadele, terörle mücadele.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Afrin'de insanlar yerinden, yurdundan edildi, Gire Spi'de edildi, Serekaniye'de edildi.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Kim etti, kim etti Sayın Temelli? Şunu bir netleştirin, kim etti?
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bu sınır ötesi operasyonlarla, sınır ötesi bu işgal girişimleriyle yaratmış olduğunuz kâbus sonlanmıyor. Oysa Rojava'nın statüsünün gerçekleşmesi Suriye'yi demokratikleştirecektir; Türkiye'nin, özellikle, işte, tam da aradığı güvenlik belki de barış sayesinde bu şekilde gerçekleştirilecektir. Oysa biz ne yapıyoruz? Daha fazla silah, daha fazla savaş, daha fazla çatışma; bu sorunun içinden çıkamıyoruz. Neden-sonuç ilişkilerini biz karıştırıyoruz, neden-sonuç ilişkilerini karıştırmamalıyız; biz nedenlerle boğuşmalıyız çünkü biz siyaset makamıyız. Siyaset nedenleri ortaya koyar ve olumsuz sonuçlara yol açan nedenleri ortadan kaldıracak bir üretimi gerçekleştirir aslında. Biz siyaset üretmiyoruz, biz sonuçlar üzerinden bu çatışma ikliminde, bu savaş ikliminde boğulmaya devam ediyoruz.
Bakın, öyle şeylerle uğraşıyoruz ki şimdi, mesela, yine, gündeme bugün de gelecek, kimyasal silah meselesi. Bu iddia ortaya çıktığında, bu iddiaların araştırılması istendiğinde inanılmaz bir saldırı, inanılmaz bir nefret söylemiyle herkes... Birçok insan tutuklandı, birçok insan hakkında soruşturma var. Sizden önceki Bakan Hulusi Akar çıktı, bu konuda çok şiddetli açıklamalar yaptı, hatta nefret söylemine varan açıklamalar yaptı fakat daha sonra -Meclis tutanaklarında var- 16 Şubatta yine Sayın Akar Mecliste şunu söylüyor, bu kimyasal silahlar sözleşmesiyle ilgili, askerî ortamda bunların kullanılmamasına dair olan yasaklanmış meseleye dair diyor ki: "Ayrıca, bu alanda mağara girişine el bombası ve havana tepki olarak sadece göz yaşartıcı gaz kullanıldı, bunun dışında herhangi bir silah ve mühimmat kullanılmamıştır." E, bu da kimyasal silaha giriyor. Şimdi, insanlar bunu dile getirdiğinde insanlara bu kadar hakaret, bu kadar suçlama; ondan sonra, 16 Şubatta geleceksiniz, Mecliste -tutanaklarda var- bunun kullanıldığını söyleyeceksiniz. Kaldı ki İhsan Sabri Çağlayangil'in anılarında da bu dile getirilmiş.
Yine, başka bir konu, Erdoğan Karakuş, televizyon programında diyor ki: "Taktik nükleer silahlar Kara Kuvvetlerimizde var, topçu birlikleri tarafından da atılır. Japonya'da 20 kiloton atılmış, bu en büyük boy şeyi, yarım kilo olarak da bunlar kullanılır." Program aniden kesiliyor, o televizyonda Sayın Erdoğan Karakuş'u bir daha göremedik. Demek ki taktik nükleer silahlar da kullanılıyor bu savaşlarda. Dolayısıyla kendisi...
ORHAN YEGİN (Ankara) - Bu silahları nerede kullanmış, kim kullanmış?
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Efendim?
NİLGÜN ÖK (Denizli) - Bir şey söyleyebilir miyim, göz yaşartıcı bombaya kimyasal silah mı diyorsunuz, anlamadım.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Dolayısıyla bunlar, sizin terminolojiniz içinde, biz silah uzmanı değiliz; bizim silahla işimiz yok, savaşla işimiz yok; biz barışın var edilmesini...
NİLGÜN ÖK (Denizli) - Sayın Temelli, göz yaşartıcı bombaya kimyasal silah mı dediniz mi, ben anlamadım.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bu terminoloji içinde bunlar kullanılıyor.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Amerika'nın Kuzey Suriye'ye yığdığı silahlara hiç ses çıkarmıyorsun.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Demek ki bu meseleye dair samimi, sahici açıklamalara kamuoyunun ihtiyacı var. O yüzden biz de size bir kez daha soruyoruz: Mühimmatınızın içinde bunlar var mı? Varsa kullanıldı mı? Kullanıldıysa nerelerde nasıl kullanıldı?
Şimdi, suçlu personel konusu, yine sizin sunuşunuzda var. Özellikle, FETÖ terör örgütüne yönelik bir rakam vermişsiniz, demişsiniz ki: "23 bin, yaklaşık 24 bin kişiyi ihraç ettik." Şimdi, biz şunu savunuyoruz, diyoruz ki: Emniyet güçleri içinde de askerî personel içinde de suç işleyen olabilir, hiçbir üniforma suçu gizleyemez, onun kamuflaj malzemesi olamaz; suçlu suçludur, üzerinde ne olursa olsun muhakkak yargılanmalıdır. Bu 23 bin kişinin dışında da başka suçlara bulaşmış personeliniz var mı? İçişleri Bakanına sorduk, arkadaşlar "Hayır, polis suç işlemez." falan diyorlardı, İçişleri Bakanı "10 bin kişi ihraç ettik." dedi, "suçlu" dedi.
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Öyle bir şey demedi.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Sayın Temelli, konuşmalarımızı çarpıtmayın.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Biz de size soruyoruz, diyoruz ki: Var mı? Bu 23 bin kişinin dışında suça bulaşmış personel var mı?
ORHAN YEGİN (Ankara) - Hiç öyle bir ifademiz olmadı.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Çünkü mühimmatınızda olmayan şeyleri kullanan suçlu personeliniz olabilir, bunların kamuoyuna açıklanması lazım. Dolayısıyla Sayın Bakan, bütün bu karmaşanın, bütün bu savaş girdabının içinde Türkiye halkları, Türkiye toplumu, emekçiler, kadınlar, çocuklar boğuluyor, Orta Doğu halkları boğuluyor; bir çözüm var, demokratik çözüm var; bu, hukuk devletinden geçiyor, demokrasiden geçiyor. Daha çok demokratikleştikçe, hukuk devletini tesis ettikçe bu çözüm bütün bu ülkeye ve bölgeye refah getirecektir, huzur getirecektir, barış getirecektir, karşı karşıya olduğumuz sorunların çözümünü getirecektir. Eğer bundan uzakta...
ORHAN YEGİN (Ankara) - Onu mu istiyorsunuz? Hiç öyle bir derdiniz varmış gibi durmuyor!
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Evet, derdimiz var, derdimiz tam da bu!
ORHAN YEGİN (Ankara) - Hiç "huzur" diye bir derdiniz yok! "Huzur" diye bir derdiniz yok!
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Eğer sizin de derdiniz bu olsaydı bugün biz burada başka şeyler konuşuyor olabilirdik.
ORHAN YEGİN (Ankara) - "Huzur" diye bir derdiniz olsa burada Türk Silahlı Kuvvetlerine "Nükleer silah kullanıyor." demezsiniz!
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Ama bizim bu ülkede savaştan, şiddetten, boğulmuşluktan çıkışımızın yolu ısrarla barış için mücadele etmekten geçiyor.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Siz huzursuzluk olsun istiyorsunuz!
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bu konuda samimi olduğumuzu da bütün dünya biliyor, hatta siz bile biliyorsunuz Sayın Bakan.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Huzursuzluk çıkartıp "Huzur olsun." diyor!
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bakın, demokratikleşmenin önünde engel nedir? Hani suçlu personellerden bahsettik ya, şimdi 28 Şubatı yapanları suçsuz mu kabul edeceğiz? 12 Eylülü yapanları suçsuz mu kabul edeceğiz? Bu ülkede vesayeti dayatanları suçsuz mu kabul edeceğiz? Şahsınıza dair söylemiyorum ama vesayet öyle bir şey ki gelip demokrasiyi o girdabına çekip orada boğan, yok eden bir yere sürüklüyor, demokratik gelişmenin önünde engel oluyor.
Bakın, bu yeni sistemde, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde biz demokratikleşme adına bir genişleme sağlamak yerine giderek demokratik kurumların tasfiyesiyle karşı karşıya kaldık. Neden? Sistem ancak otoriterleşirse ayakta durabiliyor, otoriterleşmenin dışına bir türlü çıkamıyor. Demokratik açılım yapmak, mesela bir Anayasa değişimi gündeme geldi, bugün mevcut 12 Eylül Anayasası'ndan kurtulma gündeme geldi, bu tartışılıyor; onda bile tartışmaların nereye sürüklendiğine baktığımızda hayretlere düşüyoruz. Hatta bir süre sonra belki de 12 Eylül Anayasası'nı savunacak hâle gelebilir toplum, bundan kaygılanıyoruz. Biz demokratik bir zeminde Anayasa'yı bile tartışamıyoruz. Neden? Vesayet her yerden kendini karşımıza çıkarıyor.
Bakın, Genelkurmay Başkanları bir dönem sonra Bakan oluyor artık; bu, şahsınızla ilgili bir şey değil. Ama sistemi anlamamız açısından sivil bir aklın, sivil bir siyasetin bir savunma konseptini yönetmesi ile Genelkurmaydan Bakanlığa gelmiş bir aklın yönetimi aynı olabilir mi, biz şüpheliyiz bu konuda. Neden? Çünkü bakın, Sayın Bakan, bizim bütün bu ilişkileri düzenlememiz için bir savunma konseptine ihtiyacımız var, Bakanlığın bir Savunma Bakanlığı olmasını istiyoruz. Evet, savunma bir kamu hizmetidir, buna kimse itiraz etmiyor ama ortada bir savunma konsepti yok çünkü yanlış bir strateji üzerinde ısrar ettiğimiz için, yanlış bir hatta ilerlediğimiz için dönüp dolaşıp aynı sorunlarla boğuşuyoruz.
ORHAN YEGİN (Ankara) - "Sadece savun, üstüne gitme." diyor.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Söz sana geldiğinde konseptini anlatırsın, tamam mı?
ORHAN YEGİN (Ankara) - Yorum yaptım.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Sürekli araya girmenin nedeni aslında başka bir aczi gösteriyor, siyaset üretememe aczini gösteriyor, sözün gücü karşısındaki zaaflığı gösteriyor; onu da çok iyi biliyoruz.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Birazdan göreceğiz.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Evet, bugün burada kalkınma planına baktık, orta vadeli programa baktık, sizin bütçenize baktık.
Savunma Sanayii Fonu'na baktığımızda da şunu görüyoruz: Neden savunma konsepti yok? Çünkü büyümenin, gelişmenin, teknolojinin merkezine silah sanayisi oturtulmuş, daha fazla silah üretimi. Gerçi bu dolaylı olarak şöyle izah ediliyor, deniyor ki: "Biz güçlendikçe savunmamız güçlenir, tehditlerden kendimizi koruruz." Birinci Dünya Savaşı'na giderken, ikinci paylaşım savaşına giderken baktığımız konseptlerin hiçbiri bu sözlerinizi doğrulamıyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin silah sanayisi üzerinden gelişimine baktığımızda, incelediğimizde bu sözünüzü doğrulayabilecek bir gelişim yok ya da başka ülkelerdeki silahlanmaya baktığımızda böyle bir şey yok; tam tersine, böyle bir birikim rejimi ısrarla ülkeleri o savaşın içine çeken bir durumu yaratıyor. Almanya tarihi böyle bir tarih, birinci büyük paylaşım savaşı tarihi böyle bir tarih, Vietnam bize bunu gösterdi, diğer birçok savaş alanı maalesef bize bunu gösterdi, şimdi Ukrayna da bize bunu gösteriyor. Dolayısıyla, bunun merkezine, biz büyüme, işte, ekonomik gelişme, teknoloji, ihracat gibi şeylerin bütün hepsini bu birikime sıkıştırdığımızda savaş kaçınılmaz bir son olarak kapımızı çalıyor ve biz bunun dışına iradi olarak çıkamayabiliriz, sürüklenebiliriz; işte risk burada saklı, işte bu riske bakmak lazım, oysa savunma başka bir şey.
Bakın, Yunanistan'la ilişkilerinizi bir savunma konsepti çerçevesinde geliştirdiğinizde olumlu gelişmelerin yaşanacağını siz de söylüyorsunuz; aynı şeyi Suriye için de yapmak mümkün, Irak için de yapmak mümkün, Orta Doğu için yapmak mümkün. Aslında bu gücümüz var ama biz gücü kötüye kullanıyoruz ve bunun bedeline halk katlanıyor. Bunun bedeli "yoksulluk" demek "açlık" demek "kaynakların israfı" demek. "Bir mermi kaç para?" "Bir roket kaç para?" Biz bunları duyuyoruz sürekli, iktidar bize bunu söylüyor. Daha çok mermi üretmek şu anlama geliyor, sofranızdan ekmek azalacak. Daha çok roket üretmek şu anlama geliyor, daha fazla işsiz kalacaksınız. Yani arzuladığımız "insanca yaşam" dediğimiz, herkesin aslında yoksulluktan kurtulabileceği, kimsenin kamu hizmetlerinden yoksun kalamayacağı bir Türkiye'yi var etmenin yolu -ister hoşunuza gitsin ister gitmesin- demokratik çözümden, barıştan geçiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Temelli, mikrofonunuzu açıyorum, ilave iki dakika süre veriyorum.
Buyurun.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bunun yolu hukuk devletini var edecek, barışı savunacak bir ülkeyi arzulamaktan, o ülkenin eşit yurttaşlık temelinde bir vatandaşlık hukukunu var etmesinden geçiyor. Bugün ırkçı duygularla Kürt sorununa yaklaşım, Kürt sorununu çözümsüz bırakmak aslında diğer bütün sorunları da tetiklemekten ve büyütmekten öteye gidemiyor.
Bakın, son olarak bugün Suriye meselesi dediğimizde Rojava'nın statüsünü tanıyıp bu anlamda Suriye'nin demokratikleşmesini sağlayarak belki de mülteci meselesinin gerçek anlamda çözüme kavuşturulması mümkünken bugün mülteci meselesinde de yine aslında bu ülkenin içinde nasıl bir kamplaşmanın, nasıl bir kaosun yaşandığını hep birlikte izliyoruz. Çözüm demokratiktir, çözüm siyasettedir; çözüm silahta değildir. Evet, şu anda silahların gürültüsü altında belki siyasetin sesi fazla duyulmuyor ama inanıyoruz ki silahların susmasıyla, çözüm sürecinin, böyle bir sürecin başlamasıyla tüm toplum rahat bir nefes alacak ve arzuladığı demokratik cumhuriyeti el birliğiyle inşa edebilecek.
Teşekkür ederim.