Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a)Millî Savunma Bakanlığı b)Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 16 .11.2023 |
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli üyeler, basın mensupları ve salonda buraya katkı sunan emekçi arkadaşlar; her birinizi saygıyla selamlıyorum.
Biliyorsunuz, Türkiye'de uzun bir süre Kürt varlığının inkârı ve bu inkâra bağlı olarak oluşan sorunları zor yöntemiyle bastırmak temel bir politika olarak karşımıza çıkıyordu. Tam da böyle bir zamanda ömrünün tamamını sanata ayırmış olan sevgili Ahmet Kaya, Kürtçe bir şarkı yapıp bunun klibini çekeceğim diye bu topraklarda lince uğradı ve ana yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Sizler de biliyorsunuzdur belki, bundan yirmi üç yıl önce Paris'te sürgünde maalesef yaşamını yitirdi. Bugün, ölümünün 23'üncü yıl dönümünde sevgili Ahmet Kaya'yı da saygıyla ve rahmetle anarak başlamak istiyorum.
Millî Savunma Bakanlığı söz konusu olduğunda Kürt sorununu konuşmamak elbette çok ciddi bir eksiklik olur diye düşünüyorum çünkü icraatlarıyla Kürt sorununun akıbetine etki eden bir yerde duruyor Millî Savunma Bakanlığı. Asker-sivil durumunun iç içe geçtiği bir Bakanlık durumu söz konusu. 90'lı yıllarda siyasetçiler, askerî vesayetten yakınırlardı çünkü ülkenin mukadderatıyla ilgili konularda direksiyon üniformalıların elindeydi. Özellikle Kürtlerle ilgili konularda çözümsüzlük politikaları onlar tarafından bire bir sürdürülüyordu. Şimdi, sözüm ona siyaset kurumu direksiyon başında ama ülkenin sorunlarına çözüm üretecek bir siyasi akıl maalesef ortada yok. AKP'nin yirmi bir yılda dönüp dolaşıp birçok kuruma askerî bir aklı teslim etmesi de ayrı bir trajedi olarak karşımıza çıkıyor, dolayısıyla askerî vesayet kaldırılmış değil sadece buna siyaset gömleği giydirilmiş durumda. Bunun ülkeyi getirdiği noktada demokrasi, özgürlükler, adalet yok ama yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar var, bu hızlı bir şekilde de devam ediyor. Bugün şaşaalı hayatlarından başka hayat bilmeyenler, çözümsüzlüğün ganimetini kaldıranlar ve güç sarhoşluğu yaşayanlar da gidişattan gayet memnun bir şekilde yaşamına devam ediyor. Ama ülkenin realitesi mutlu küçük bir azınlık değil, yüzde 90'ı aşan bir oranda halklardır, emekçilerdir, kadınlardır ve gençlerdir. Siyasi iktidar mensupları konjonktür döndükçe dil değiştirseler de ülkenin bir Kürt sorunu gerçekliği var. Kürtler varlıklarını kanıtlamak için yıllarca büyük bedeller ödedi, ödemeye de devam ediyorlar; nihayetinde ontolojik inkâr bitti, bunun yerine hiçbir yapısal sorunu tam çözmeden "mış" gibi yapıp sorunu inkâr etme yaklaşımı hâlen maalesef bu topraklarda hâkim bir şekilde devam ediyor.
Hem iktidar milletvekillerine hem de muhalefete sormak istiyorum: Eğer Kürt sorunu yoksa Kürtçe neden anayasal güvence altında değil? Neden okullarda ana dilinde Kürtçe eğitim hâlen yasak? Eğer Kürt sorunu yoksa neden hıncahınç Kürt tutsaklarla dolu bu cezaevleri? Eğer Kürt sorunu yoksa neden sadece Kürt kentlerinde zırhlı araçlarla çocuklar ölüyor? Eğer Kürtlerin kazanımı bir sorun değilse neden Irak Kürdistan bölgesindeki referanduma tehditle cevap veriliyor? Eğer Kürtler bir sorun değilse neden kuzey ve doğu Suriye'de, hemen sınırın ötesinde Kürtleri istemiyorsunuz?
Sayın Bakan, değerli hazırun; Kürtler Orta Doğu'nun nüfusça en kalabalık halklarından...
ORHAN YEGİN (Ankara) - Cevap vereceğiz, cevap vereceğiz ama... Bize söylenecek laflar değil.
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - ...Kürtçe de en çok konuşulan 4'üncü dil. Yaşadıkları coğrafyaya sonradan gelmediler, bunu çok iyi bilin, bu coğrafyaya biz sonradan gelmedik, biz bu toprakların sahipleriyiz ayrıca, ama dışarıdan gelen güçler tarafından tehdit ve tenkile uğramış, statüsüz bırakılmış bir halk ayrıca. Bugün on milyonları bulan nüfusuyla dünyanın en büyük devlet dışı aktörlerinin başında geliyorlar. Bugün Orta Doğu'da Filistin sorunuyla birlikte en büyük sorunların başında Kürt sorunu gelmektedir. Kürtlerin varlığını inkârdan vazgeçmek çözüm anlamına gelmiyor çünkü bugün de ortada sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, psikolojik, ahlaki ve vicdani bir sorun var.
Sadece 90'lı yıllarda 3 bini aşkın Kürt köyü boşaltıldı, 3 milyondan fazla insan toprağını terk etti, terk etmek zorunda kaldı, bugüne kadar 40 binden fazla insan yaşamını yitirdi, 17 bin faili meçhul cinayet işlendi o topraklarda. Bununla yüzleşmek bir yana Musa Anter davası, Kızıltepe, Dargeçit ve benzeri davalar zaman aşımına uğratıldı ve son süreçte Vartinis davasının da zaman aşımına uğratılması için büyük bir çaba sarf ediliyor.
Kürt halkı demokratik siyasette ısrar ettikçe partileri kapatıldı, iradelerine kayyum atandı, seçilmişlerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Bugün iktidarın geldiği nokta siyasi bir yozlaşma olarak tanımlanabilir çünkü demokrasi, özgürlük ve adalet çağrısını sonsuza dek devlet gücüyle bastırabileceğine inanmış bir akıl tutulması yaşanıyor maalesef. Kürt sorununda inkâr sonsuza kadar süremez, çözümsüzlük böyle sürdürülebilir değil, bu mümkün de değildir. Peki, neden bunda ısrar ediliyor? Çünkü güvenlikçi politikalar dikkat dağıtıcı bir özelliğe sahip. Yurttaşın ekonomik performansa odaklanmasını engeller, söz konusu Kürtler olunca "beka" diyerek kendisine muhalefet edenleri dahi arkasında hizalayabilen bir beceri açığa çıkarır. Devlet içinde her türlü kirli işe bulaşanlar Kürt sorunu sayesinde kendilerini var ettiler. Sonuç olarak cumhuriyetin ilk yüzyılı bir Kürt sorunu yüzyılı olarak başladı ve maalesef o şekilde de bitti. Peki, 2'nci yüzyılda da böyle mi kaydedilecek? Bunu sormak istiyoruz. Geçen yıllar içerisinde Güney Afrika, İspanya, İngiltere kendi iç barışını sağlamak için diyalog yolunu seçtiler ama Türkiye kendi sorununu bir türlü çözmedi, çözemedi.
Sayın Bakan, değerli konuklar; sorunların çözülmesinde ilk şart konuşmadır ve iletişimdir, diyalogdur, barış sözcüğü bile etimolojik olarak karşılıklı gidip gelme durumunu ifade etmektedir, bunu sizler de biliyorsunuz. Özellikle siyaset söz konusu olduğunda diyalog ve müzakere olmazsa olmazdır. Bunun önemini 2013 ve 2015 yılları arasında gerçekleşen çözüm sürecinde gördük ama bugün Kürt sorunu bir tecrit çıkmazında. İmralı Adası'nda otuz bir aydır süregelen mutlak iletişimsizlik politikasının hiçbir kimseye faydası olmadı, olmayacak da. Bunun yanında tecridin hukuki olmadığının altını da bir kez daha çizmek istiyorum. Bugün Kürt sorununda çözümsüzlük, tecrit politikasında ısrar her yerde iktidarın ayağına dolanıyor. Eğer ortada Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye olsaydı etki alanı da bu oranda genişlemiş olacaktı, ekonomik buhran da yaşanmayacaktı ayrıca, bugün Filistin sorunu hakkında konuştuğunda da Kürt sorunu bir ayna gibi kendi yüzüne tutulmuyor olacaktı. Ne var ki AKP iktidarında halklar yoksullaşırken, emekçilerin ekmeği küçülürken kazanan yine silah tüccarları oluyor. Bugün savunma ve güvenlik sektöründeki bütçede rekor bir artış söz konusu.
Gelişmiş ülkeler eğitime ve sağlığa yatırımı artırırken, beşerî kaynağına ciddi bütçeler ayırırken Hükûmetin böyle bir derdi yok maalesef. Bu nedenle, soğanın fiyatından şikâyet eden yurttaşa verilen cevap da şu: "Sen merminin fiyatını biliyor musun?" şeklinde. İnsanların işsizlik ve yoksullukla boğuştuğu bir dönemde AKP'li Canikli bombanın maliyetini açıklıyordu. Maalesef ki bölgemizde de dünyada da korkunç bir silahlanma yarışı söz konusu. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün raporuna göre Türkiye de en çok askerî harcama yapan 23'üncü ülke. Bakın, Londra merkezli Demokratik Gelişim Enstitüsü hazırladığı bir raporda Kürt sorununda güvenlikçi politikaların tercih edilmesinden dolayı Türkiye'nin kırk yılda 3 trilyon dolar kaybettiğini ifade ediyor; bu rakamla yeni bir ülke oluşturulabilirdi.
Sonuç olarak dünyada demokrasi, özgürlük ve adalet endekslerinde son sıralarda yer alan, enflasyon ve yoksulluğun zirve yaptığı, şiddet ortamında hukuk dışına çıkmaların olağanlaştığı, mafyanın cirit attığı, ülkenin parlak beyinlerinin yurt dışında gelecek aradığı bir süreçten geçiyoruz hepimiz. Siyasi iktidar beka söylemiyle bütün bunları manipüle edebilir, perdeleyebilir ama ekonominin günden güne askerîleştirilmesi sürdürülebilir değildir çünkü her gün, biraz daha, toplumun temel ihtiyaçlarına dönük üretimin azalması gerçeği karşısında hiçbir güç duramaz. Oysaki ülkeye, halklara büyük bir maliyete neden olan çözümsüzlükte ısrar edilmeseydi, Meclis Başkanı Sayın Kurtulmuş'un da bir konuşmasında dediği üzere her bir aileye bir ev ve bir araba alınabilirdi.
Sayın Bakan, değerli üyeler; savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz; bu, dünyanın her köşesinde, insanlığın yaşadığı her yerde değişmez bir kuraldır. Ülkenin içiyle de sınırlı kalmayarak Irak Kürdistan bölgesine uzanmanın, kuzey ve doğu Suriye'de Kürtlerin yaşadığı kentleri hedef almanın bugüne kadar hiç kimseye bir faydası olmadı, bugünden sonra da olmayacak. Bakın, Afrin'den Serekani'ye kadar uzanan bir hatta, radikal unsurları, orada yaşayan Kürtlere tercih etmenin hiçbir izahı yok. Hâlbuki Rojava coğrafyası Türkiye'de Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın bir uzantısı konumunda. Buradaki insanlar sadece kültürel ve dilsel akrabalığı olan insanlar değil, aynı zamanda aileler de birbiriyle akraba.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Sayyiğit, bir dakika ilave süre veriyorum.
Buyurun lütfen.
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Dolayısıyla Kürtlerin kazanımlarına yönelik politikalar daha fazla yoksulluk demektir.
Bakın, kaç gündür burada görüşülen bakanlıkların bütçelerinde gençlere, kadınlara, işçilere, ana diline kaynak diyoruz, bunun için önergeler veriyoruz ama sizler de ısrarla reddediyorsunuz çünkü kaynak yok çünkü para yok. Bizler barışı savunuyoruz, demokrasi çağrısında bulunuyoruz; bu sebeple silaha değil, ekmeğe bütçe diyoruz, emekçi halkın bütçesini savunuyoruz.
Sonuç itibarıyla, birçok iktidar geldi geçti, onlarca bakan ve başbakan da geldi geçti ama bir hakikat değişmedi bu topraklarda; Kürt sorununu çözmeyen kendisi çözülür diyorum.
Teşekkür ediyorum.