KOMİSYON KONUŞMASI

CEMALETTİN KANİ TORUN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Saygıdeğer Bakanımız ve Dışişleri Bakanlığımızın çok değerli bürokratları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmamın üç ana bölümünde dış ilişkilerimizdeki yakın ve uzak coğrafyalara yönelik politikalara ve Bakanlığın kurumsal yapısına dair genel değerlendirmelerimizi ve önerilerimizi sunmak, Bakanlığımıza bazı sorular yöneltmek istiyorum.

Türkiye hem imparatorluk bakiyesi olması dolayısıyla tarihî arka planı hem de etnokültürel unsurlarının çok geniş bir coğrafyada paylaşılması dolayısıyla sınırlarının çok ötesinde bir etkileşimler, bağlar ve zorluklar çerçevesinde bir dış politika güdüldüğüne inanıyoruz. Yine de Türkiye'nin yakın coğrafyasında sınırlarını korumanın ötesinde bir politika güdülmesi için oluşturulması gereken direnç noktalarına değinmeyi gerekli görüyorum.

Ülkemizin doğusunda, batısında ve güneyinde stratejik önemine, ulusal güvenlik önceliklerine, tarihî ve kültürel değerlerine ve milletimizin hassasiyetlerine dayalı olarak direnç noktalarının oluşturulması, dış politikamızın uzlaşı ve rijidite alanlarını belirlemesi bakımından son derece önemlidir. Batıda, Balkanlarda oluşturulacak direnç noktası kültürel, etnik ve tarihî bağlarımız dolayısıyla son derece kritiktir. Yugoslavya'nın dağılmasının ardından yüzeye çıkan parçalı yapısıyla Balkanlar, farklı güç odaklarının etki yarışına sahne olmaktadır. Bölgenin Avrupa Birliği ve NATO'yla daha fazla bütünleşme arayışı Rusya tarafından tehdit olarak karşılanmaktadır. Diğer yandan Rusya'nın Ukrayna'ya savaş açması bölgenin güvenlik arayışını daha da haklı çıkarmıştır. Bu durum Balkan ülkelerinin ilişkilerinde çeşitlenme ihtiyacı ortaya koymaktadır. Örneğin, Sırbistan bir yandan Rusya'yı Ukrayna'daki operasyonları dolayısıyla kınayarak Rusya'yı kızdırırken diğer yandan Rusya'ya uygulanan ekonomik yaptırımlara katılmayarak AB'le ayrılığa düşmüştür. Buna karşın Sırbistan enerji ihtiyacı için Azerbaycan'la anlaşma arayışındadır. Türkiye hem enerji kaynaklarının geçiş rotası üstünde olması dolayısıyla hem de iki bölgeyle sahip olduğu organik ilişkilerle bu gibi anlaşmalarda rol oynayabilir. Bu bağlamda Sırbistan'la ilişkilerin iyileştirilmesi hem bir fırsattır hem de bir gerekliliktir. Bu aynı zamanda Bosna Hersek ve Kosova'da kalıcı bir barışın sağlanması açısından da elzemdir.

Komşularımız Yunanistan ve Bulgaristan sınırları içinde yaşayan Türk soylu ve akraba topluluklar ile Moldova, Kuzey Makedonya, Arnavutluk, Bosna Hersek ve Kosova'da yaşayan Müslümanlar ve yine akraba topluluklar organik ilişkileri sağlayan gruplardır. Bu ilişkilerin güçlendirilmesi için bölgede iş birliği kurulan sivil toplum örgütlerinin çeşitlendirilmesi ve haklarının korunması öncelenen toplulukları temsil eden siyasi oluşumlarla diyalog içinde olunması kritiktir.

Türkiye'nin yakın coğrafyasındaki ilişkilerinde Rusya'yla iletişim kanallarını açık tutması her zaman önemlidir. Niyetini açıkça ortaya koyarak bölgesel istikrar için çalıştığını ve Balkanlarda benimsediği rol ile Kafkaslarda benimsediği rolün tutarlılık içinde olduğunu göstermelidir. Bu doğrultuda Abhazya ve Güney Osetya bölgeleriyle ilgili olarak Gürcistan ve Rusya arasında bir denge siyaseti oluşturulmalıdır.

Kafkasya'daki direnç bölgemiz için en önemli konu Azerbaycan'la ilişkilerimizdir. Dağlık Karabağ bölgesindeki çatışmaların çözüme kavuşturulmuş olması son derece önemli bir gelişmedir. Zengezur Koridoru'nun açılmasıyla Türkiye'nin Orta Asya'yla fiziki bağı güçlenecektir. Burada Ermenistan'la ilişkilerin iyileştirilmesi için çabalar başlatılabilir. Örneğin, artık sınırın açılması konuşulabilir. Bölgesel ticaretin canlandırılması için atılacak adımlarda ve ekonomik olarak bölgede Gürcistan'ın da katılımıyla bir ekonomik yapı kurgulanabilir ve bu ekonomik yapı Orta Asya'daki Türki Cumhuriyetleri de kapsayabilir. Güneyimizde ise direnç noktamızın bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünün korunmasıyla bağlantılı olduğu hâlihazırda malumdur. Burada, Suriye'deki durumla ilgili olarak özel bir parantez açmak gereklidir. Astana sürecinde Halep ve Doğu Guta direnişlerinin Türkiye tarafından sona erdirilmesi sonucunda hem istediğimizi alamamış olduk hem de fazladan 1,5 milyon sığınmacı ülkemize girmiş oldu. Astana görüşmeleri 20 defa tekrarlanmasına karşın çatışmaların durmasını veya İdlib'de oluşturulan çatışmasız bölge önemli bir aşama olmuşsa da Türkiye, Suriye'nin tamamında toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin sağlanması hedefine yönelik çalışmalıdır.

Suriye'de barışın temini için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2254 no.lu Kararı'nı öne çıkaran bir politika gütmek ve bu kararın uygulanması konusunda taraflarla ve özellikle ABD ve Rusya'yla bir diplomatik süreç başlatmak gerekmektedir. Suriye'nin kuzeydoğusunda, Rojava bölgesinde Suriye'nin toprak bütünlüğüne halel getirmeden oradaki Kürtler, Araplar ve Türkmenleri demokratik bir temsil içinde içine alan yerel bir yapı barışa hizmet edebilir. Etnik, kültürel, dinî ve mezhepsel olarak çok farklı nüfusları içeren Orta Doğu ülkeleri arasında çatışmaların ve rekabetin suhuletle çözümü için bir uzlaşı mekanizması görevi görecek ve güvene dayalı kurumları inşa edecek ekonomik bölgeselleşme sağlanmalıdır. Siyasi ayrılıklar ne olursa olsun iletişimin sürdürülmesi ve ekonomik aktivitenin en üst düzeye çıkarılmasıyla bölge bir barış havzasına dönüştürülmelidir. Bölgede sınırların değişmesi kan ve gözyaşı getirir. Oysa, sınırlar değişmeden o sınırları anlamsız hâle getirecek adımlar atılabilir. Bölgesel bir kuruluşla ticaret yatırımlar ve altyapı inşası gibi bölgenin ekonomik sorunlarını aşmaya yardımcı olacak ve kalkınma hedeflerini gerçekleştirecek iş birliği geliştirilmesi değerlendirilmelidir. Sınırların mal, hizmet, kültürel ve insan geçişkenliğine kolay hâle getirilmesi ekonomik ilişkileri güçlendirirken siyasi meselelerde de anlaşmaların yerine getirilmesini, çatışmaların barışçıl çözümünü ve uzlaşıyı teşvik edecektir. Ciddi bir ulaşım ağının da kurularak sınır kontrollerinin kalktığı bir serbest bölgeye dönüşümü de bölgeye çok önemli bir katkı sunacaktır.

Değerli milletvekilleri, Filistin'le sorununu çözmüş bir İsrail de bu bölgeselleşmenin bir parçası olmalıdır. Ancak mevcut durumda abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi'nde son haftalarda büyük savaş suçları işleyen İsrail'in Batı Şeria'da da saldırılarını artırdığını biliyoruz. Öldürmedikleri milyonlarca insanın da sürgünde ve mülteci durumunda yaşamaya devam ettiğini görüyoruz. Bunun kimilerinin yanlış olarak "terör örgütüdür" dediği Hamas'la mücadeleyle alakası olmadığı da İsrailli siyasetçilerin tüm söylemlerinden ve en son El Şifa Hastanesi'nin bombalanmasından ve işgal edilmesinden bellidir. Buradan, tekrar altını çizmeliyim ki Hamas bir terör örgütü değil uluslararası hukuka göre de işgal altındaki topraklarını kurtarmaya çalışan bir kurtuluş örgütüdür, ordusudur, Filistin'in Kuvayımilliyesi'dir. Artık, kınamaların ötesinde bir eyleme geçilerek İsrail'in durdurulması için yaptırımların devreye sokulması gerekmektedir. Ticaret durdurulmalı, finans kaynakları dondurulmalı, petrol sevkiyatı kesilmeli, İsrail gemileri limanlarımızdan yasaklanmalı, hava sahası ve havalimanları İsrail varışlı, kalkışlı uçuşlar için kapatılmalıdır. En acil şekilde insani yardımların ulaştırılması için Gazze'ye giriş kapıları Kerem Şalom ve Refah'a ulaşım için tüm imkânlar zorlanmalıdır. Normalleşme adımlarının 1967'den bugüne İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerçekleşene kadar ertelendiği duyurulmalıdır. Orta Doğu'da oluşturulacak bölgesel yapılanmada İsrail'e Filistin'le olan sorununu çözmeden hiçbir şekilde yer verilmemelidir. Bu ekonomik bölgesel yapılanma politikasına dönecek olursak, daha geniş bir Orta Doğu bölgesi için tarihî ve kültürel bağlarıyla Kuzey Afrika'yı da içine alan bir şekilde birleştirici bir politika güdülmelidir.

Dışişleri Bakanımız tarafından Türk dünyasının önemli bir parçası olduğu ifade edilen Kuzey Kıbrıs'ı ne Türk devletleri ne de başka bir devlet henüz resmî olarak tanımamıştır. Türkiye'yi kınayan ve geri çekilmesi için çağrı yapan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları her fırsatta Türkiye'nin önüne çıkarılmaktadır. Yunanistan Dışişleri Bakanı 40'ıncı yıl dolayısıyla Türkiye'nin işgalinin asla kabul edilmeyeceği ve Yunanistan'ın bu kararların uygulanması için elinden geleni yapacağı açıklamasında bulunmuştur. Bu durum Türkiye'nin güneyindeki direnç noktasını zayıflatmaktadır. Geçtiğimiz on yılda Akdeniz ülkelerinin kendi deniz sınırları içerisinde doğal gaz arayışlarının yoğunlaştığı ve deniz alanlarının belirlenmesi ve çıkarılan gazın taşınacağı boru hattının inşası gibi konularda uzlaşma arayan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, Yunanistan, Lübnan ve İsrail'in Türkiye'yi dışlayarak bir araya geldiği görülmektedir. O yüzden Orta Doğu ve Afrika'nın tamamında bölgesel yapılanmada tamamlayıcı bir parça da Kıbrıs Türklerinin egemen olduğu bir devletin kabul görmesidir.

Değerli milletvekilleri, bu direnç noktalarının oluşturulmasındaki belirleyici unsur Türkiye'nin tarihsel ve kültürel derinliğiyken kolaylaştırıcı faktör ekonomik ihtiyaçlardır. Ekonomik ihtiyaçların karşılanması ve ilişkilerin çeşitlenmesinde Türkiye'nin uzak coğrafyalara yönelik geliştireceği politikalar da çok önemlidir. Bu bağlamda geliştirilebilecek en önemli ortaklıklar Afrika Kıtası'nda yatmaktadır. Afrika'nın Türkiye'nin 21'inci yüzyılda en önemli ortaklarından biri hâline geldiğini görüyoruz. Sömürgecilik geçmişinden daha da sıyrıldıkça bu ortaklığın ilerlemesi kaçınılmaz olacaktır. Bugün 1,4 milyarlık bir nüfusa sahip olan kıtanın 2050 yılında 2,5 milyara ulaşarak dünya nüfusunun dörtte 1'ini barındıracağı tahmin edilmektedir. Bugün yaş ortalaması 18,6 olan kıtanın iş gücü potansiyeli artarken müthiş yer altı kaynakları ve verimli topraklarıyla zenginliğinin de katlanması beklenmektedir. Türkiye Afrika'daki çalışmalarına özel bir önem vererek sürdürmelidir. Doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı bir Afrika özel temsilciliği oluşturularak Bakanlıkla eş güdüm içinde kıtadaki gelişmelerin yakın takibiyle bunlara hızlı bir karşılık verilmesi mümkün olabilir. Afrika'nın tüm dünyadan yaptığı ithalatın yalnızca yüzde 3'ü Türkiye'dendir. Afrika için Türkiye'nin ürün çeşitliliği, fiyatlar açısından erişilebilirliği ve kıtanın büyük kısmıyla aynı saat diliminde olma ve coğrafi yakınlık dolayısıyla potansiyeli yüksek bir tedarikçi olmasına karşın bu oran uzunca bir süredir değişmemiştir. Yaklaşık on beş yıldır da Türkiye'nin tüm dünyaya ihracatının yüzde 9'u Afrika Kıtası'na gerçekleşmektedir. Kıtayla ticaretimizin yüzde 60'ından fazlası da cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar yakın ilişkide olduğumuz Kuzey Afrika ülkeleriyledir, yine bu ülkelerle ticaretimizde de Ekonomik Karmaşıklık Endeksi'yle ölçülen çeşitlilik oldukça düşüktür.

Diplomatik ilişkilerimiz için 46'ya çıkarılması planlanan kıtadaki büyükelçilik sayımız memnuniyet vericidir. Nicelik artarken nitelik de gözetilmeli, büyükelçiliğimizin bulunduğu ülkelerle siyasi ilişkilerimizin ne derece yoğunlaştığına dair bir değerlendirme de sunulmalıdır. Çok az sayıdaki görevlisiyle bir ofisimizin herhangi bir bölgede var olmasının ifade ettiği etkinliktense bir bölgede yoğunlaşmak daha fazla önem arz edebilir. Örneğin Birleşmiş Milletlerin Afrika merkezi başta olmak üzere onlarca uluslararası örgütün Afrika ve Doğu Afrika merkez ofisinin bulunduğu Kenya Nairobi'deki Büyükelçiliğimizin çalışan sayısı ile ABD, İngiltere, Çin, Fransa gibi dış politikasında Afrika'ya büyük önem atfeden diğer ülkelerin çalışan sayısı karşılaştırıldığında durum nedir? Bir başka nokta olarak on yıldır dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkemiz bu alandaki uluslararası organizasyonlarda ne derece söz sahibidir? Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ya da Uluslararası Göç Örgütü gibi kuruluşlarda üst düzey yönetimde herhangi bir temsilcimiz bulunmakta mıdır? Bu gibi konularda uzmanlaşmanın önemine tekrar geri döneceğiz.

Türkiye'nin geliştirdiği ara buluculuk ve barış inşası tecrübelerini Afrika'da daha da artan bir özenle kullanması elzemdir. Özellikle son yıllarda ortaya çıkan Sudan iç savaşının bir an önce sona erdirilmesi için burada Türkiye'nin aktif ara buluculuk rolü oynaması gereklidir. Kişisel tecrübeme de dayanarak söylüyorum, iç savaş belli bir süreyi geçtikten sonra geri dönüş çok zor ve yıkımı çok fazla olmaktadır. O açıdan bir an önce bu konuda adım atılması bölge açısından önemlidir.

Yine, Somali'de terör örgütüne karşı Türkiye'nin aktif desteğini devam ettirmesi şarttır. Afrika'yla ilgili olarak kıtayla diplomatik ve ekonomik ilişkilerimizi geliştirirken kültürel diplomasinin ihmal edilmemesi gerektiğine dikkat çekmek istiyoruz. Büyükelçiliklerimizle birlikte TİKA proje koordinasyon ofislerinin, Yunus Emre Enstitülerinin, Maarif okullarının da artıyor olması sevindiricidir. YTB sorumluluğunda sunulan Türkiye bursları ve tanıtımı yapılarak uluslararası öğrenciler için çekiciliği artırılan yüksek öğrenim kurumlarımız Afrikalı öğrenciler için ülkelerinin ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünün yetişmesini sağlamakta ve kurulmakta olan siyasi, ekonomik ve kültürel akademik birliktelikler toplumsal ilişkilere derinlik kazandırmaktadır. Bu bağlamda, TİKA ve YTB'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı yerine Dışişleri Bakanlığına bağlanması daha uygun olacaktır.

Türkiye'de Afrika'ya dair bilgi birikimi hâlâ kısıtlı düzeydedir. Bu anlamda, kendimizi kıtaya tanıtacak, kıtanın da bilgisini alabilecek akademik çalışmalara önem vermek gerekmektedir. Aynı şekilde, Latin Amerika açılımı ve Yeniden Asya Politikası gibi dış politikamızda çeşitlenme ve yeni eksenler yaratma girişimleri bilgi eksikliği dolayısıyla başarıya ulaşmakta zorluklar yaşanacak çabalardır. Bu bölgelerle ilgili çalışan düşünce kuruluşlarının ve STK'lerin desteklenmesiyle Türkiye'nin bilgi birikimindeki açığını kapatmak için çalışılmalıdır. Öğrenci değişimine ağırlık verilerek bölgeyi çalışan ve dilini konuşan kişilerin yetiştirilmesi sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin stratejik hedef olarak koyduğu Avrupa Birliği üyeliği konusunda daha aktif bir diplomasi gerekiyor. Ülkemizdeki otoriterleşme ve hukuk dışı uygulamalar Avrupa Birliği ülkeleri tarafından Türkiye'ye karşı bahane olarak ileri sürülmekte ve giriş süreci bilerek dondurulmaktadır. Sadece sığınmacılar için biraz para vererek bizi mülteci deposu olarak görmeleri kabul edilemez.

Yine, kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyinden şu anda atılma durumuna geldik aralık sonuna kadar Kavala davasında bir gelişme olmadığı yani AİHM kararları uygulanmadığı takdirde Avrupa Konseyinden çıkarılma işlemi başlayacak. Avrupa Konseyinden çıkarılmış bir ülkeye Avrupa ve ABD fonlarının gelmesi çok zordur. Kırılgan ekonomimiz için bu çok daha yıkıcı olacaktır, ödenecek bedelin yüksekliği göz önüne alındığında bu konuda bir çıkış yolu bulunması herkesin yararına olacaktır.

Değerli milletvekilleri, ilişkilerin çok taraflı olarak geliştirilmesi ve uzak coğrafyalara dair artacak bilgi birikimimizle bilinmezliklerin giderilip cesur politik adımların atılması için akademik alanda yapılacaklar bir yana, Dışişlerimizin kurumsal yapısında bazı değişiklikler gereklidir. Bakanlığın yapılanmasında büyükelçilik ve meslek memurları sistemi uzmanlaşmaya izin vermemektedir. Atamaların yapıldığı ülke sınıflandırması yaşam standartlarına göre belirlenmekte ve atamaların yapılmasında buradaki hakkaniyet gözetilmektedir. Yani E ya da F grubundaki bir ülkeden daha sonra A ya da B grubundaki bir ülkeye tayin edilerek bir hakkaniyet sağlanmaya çalışılıyor. Bu uygulama dolayısıyla diplomatlarımız birbiriyle bağlantısız çok farklı bölgelere atanabilmektedirler. Bilgi birikiminin konsantre olabilmesi açısından atama bölgelerinin sınıflandırılması ve diplomatlarımızın oralara yönelik yetiştirilmesi daha doğru bir uygulama olacaktır. Yerel dillerden birini de öğrenerek kariyeri boyunca bölge ülkelerinde hizmet etmesi önemli bir uzmanlaşma sağlayacaktır; bölgeye yönelik politikaların geliştirilmesi ve o bölgede kurulacak ilişkilerde daha sağlam temellere dayalı bir birikim getirecektir, bölgelendirmeler buna göre yapılabilir. Örneğin, Doğu Afrika'da kariyer yapmak isteyen bir meslek memuru tüm yurt dışı görevini bu bölgedeki ülkelerde geçirebilir, büyükelçi oluncaya kadar bu ülkelerde çalışabilir ve yerel dillerden birinde örneğin, Svahilice ya da Somalice ya da Amharcayı öğrenerek bölgenin önemli bir uzmanı hâline gelebilir, aynı şey Orta Asya için geçerlidir. Yaşam standardına göre ödenen maaşları da tazmin edecek bir yöntem düşünülebilir. Çalışılan bölgenin zorluğuna göre ödemeler yeniden hesaplanabilir yani ekonomik olarak geri kalmış bölgelere gidip bütün kariyerini o bölgelerde geçirecek diplomatlara A bölgesinden daha fazla maaş verilmeli, bir tür kompansasyon mekanizması uygulanmalıdır. Burada da yine İngilizce ve Fransızca dışında bir dil bilen kaç diplomatımız olduğunu sormak istiyoruz. Hariciye geleneği çok uzun yıllara dayalı çalışma gerektiren, uzmanlaşma gerektiren bir meslek grubudur.

Burada kurum yapılanmasıyla ilgili son olarak kapsayıcılık ve çeşitlilik konusunu gündeme getirmek istiyoruz. Birinci dereceden akrabalık bağı bulunan kaç çalışanınız olduğu noktasında bir açıklama rica ediyoruz. Dışişleri mensuplarımızın çocuklarının kurumdaki bilgi birikimine aşinalığı ve kurumun çalışma alanlarına, kültürüne ve değerlerine hâkimiyetinin yüksek olması ve bu sayede sözlü ve yazılı sınavlarda başarılı olarak işe alınmaları anlaşılır. Ne var ki diğer yandan, bu durum dışarıdan bakan bir göz için açıktan alımlarda, kurum içi atamalarda, terfilerde ve karar alım durumlarında iltimasın etkili olabileceği ya da tarafsızlığın zarar göreceği izlenimi oluşturacaktır. Adil ve herkese fırsat eşitliği sağlayan bir kurum kültürünün hâkim olması, üst-ast ilişkisinin sağlıklı bir şekilde devam ettirilmesi, profesyonel mesafenin korunması ve çeşitliliğin güçlendirilmesiyle yeni bakış açılarının kazandırılması kurumların yapılanmasında çok önemlidir.

Değerli dinleyenler, sonuç olarak, yakın coğrafyamızda direnç noktaları oluşturularak dış politikamızın eksenleri ve öncelikleri ortaya konmalı, buna göre eylem planları oluşturulmalıdır diyoruz. Ekonomik bölgeselleşmenin, bölgesel barış ve huzura katkısını tekrar vurguluyoruz, ekonomi diplomasisinin önemini takdir ettiğinizi görüyor ancak yapılacak daha çok şeyin olduğuna işaret etmek istiyoruz. Türkiye'nin hem kendi bölgesinde hem de ortaklarının bulunduğu yerlerde istikrarı sağlamak için önemli bir potansiyeli vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Torun, ilave süre veriyorum, iki dakika.

Toparlayın, lütfen.

CEMALETTİN KANİ TORUN (Bursa) - Bu potansiyeli gerçekleştirmek üzere Dışişlerimiz kurumsal yapısını da gözden geçirmelidir. Bu amaçla 2 de önergemiz vardır, değerlendirmeleriniz için.

Son olarak, özellikle Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika bölgelerinde ticaretin artırılması için mevcut ticaret müşavirliği sisteminin çok verimli olmadığını görüyoruz. Özellikle ticaret müşavirlerinin Afrika'yı sürgün yeri gibi görmeleri, memur zihniyetiyle orada fazla çalışmadıklarını ortaya çıkarıyor. Bu konuda, bu ticaret müşavirliği sisteminin, bu tür ülkeler için aslında DEİK ya da Türkiye İhracatçılar Meclisi üzerinden "outsource" yapılarak bir anlamda ticaret müşavirliğinin özelleştirilmesi ve o bölgelerde ticareti artırmak için, prim dâhil her türlü şey verilerek, daha da aktif bir yöntem kullanılmalıdır. Aynı zamanda, bu, tabii ki Ticaret Bakanlığımızın konusu ama hepsi, son tahlilde, o bölgedeki bütün organizasyonların başı olan büyükelçiliğimize bağlı olduğundan, Dışişlerimizin bütçesinde bunu dile getiriyorum.

Ben, bu duygu ve düşüncelerle, gün sonundaki önergeler ve Genel Kurul görüşmeleri sonucunda belirlenecek bütçenizin şimdiden hayırlı olmasını diliyor, sizleri tekrar saygıyla selamlıyorum.