Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Cumhurbaşkanlığı b) Millî İstihbarat Teşkilatı c)Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ç) Diyanet İşleri Başkanlığı d) Devlet Arşivleri Başkanlığı e) Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı f) Strateji ve Bütçe Başkanlığı g) İletişim Başkanlığı ğ) Savunma Sanayii Başkanlığı h) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ı) Yatırım Ofisi Başkanlığı i) Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanlığı j) Finans Ofisi Başkanlığı k) İnsan Kaynakları Ofisi Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 24 .11.2023 |
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Değerli Komisyon üyeleri, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, sizinle başlamıştık hatta sadece 26 Ekimde değil daha öncesinde kalkınma planı, orta vadeli program, bütçe ve sizinle yine Komisyon çalışmalarını tamamlıyoruz. Çok uzun bir süreydi, çok yoğun bir çalışma temposuydu, gerçekten herkes elinden geldiğince emeğini ortaya koydu ama şöyle bir sorun var: Verimli bir çalışma olmadı. Keşke buradaki bu emeğin, hiç olmazsa, bir nebze verimliliğe yansıması, bütçe üzerinde belki de burada dile getirilen belli taleplerin dikkate alınması ve bu sayede bütçeye... Hani, biliyoruz ki bu iktidar yaklaşımıyla bütçede bazı değişiklikleri yapmak zor ama en azından rötuşlar yapılabilirdi; rötuşları yapma konusunda bile başarısız olduk, hiçbir talebimiz iktidar tarafından dikkate alınmadı. Oysa bu talepler, dediğim gibi, toplumun talepleri, halkın talepleri; içinde yaşadığımız koşullardan kaynaklanan, aslında çok ciddi sorunların yaşandığı durumdan kaynaklanan taleplerdi ama biz burada, sadece ve sadece bir hamasetin içinde, bir gerilimin içinde, çokça da bize yönelik saldırıların içinde bir bütçe sürecini, Komisyon sürecini tamamlıyoruz. Umalım ki Genel Kurul böyle geçmesin, umalım ki Genel Kurul daha verimlilik odaklı çalışsın ve sorunlara çözüm üretme konusunda bir oydaşmayı, bir konsensüsü ortaya koyabilsin; maalesef, bu Komisyonda bunu başarmak mümkün olmadı. Oysa kalkınma planını incelediğimizde, orta vadeli programa baktığımızda, hayallerin ne kadar büyük olduğunu gördük; işte, büyük dönüşümlerden bahsediliyordu; 2028, 2053 gibi hedefler konulurken buna dair büyüme projeksiyonları vardı ve tabii ki bunların sağlanması için de bir istikrar meselesi baş köşeye oturuyordu. Biz oradaki eksikliklere de dikkat çektik, hatta ironik sahneler de yaşadık, dedik ki: Bu hesaplar yanlış. Biz bu hesaplara dair düzeltme yönünde -ortaya koyduğumuz- konuştuğumuzda, hesapların yanlış olmadığı ama önümüzdeki dönemde gelişmelerin, beklentilerin ne olacağına dair açıklamalarla bize yanıt verildi; oysa şu kısacık sürede bile yani 26 Ekimden bugüne kadar geçen sürede bile ki bu bir aydır, bir ay bile bizi fazlasıyla doğruladı.
Tartışma başlıklarımız tabii ki önemli, buradaki tartışma başlıkları önemli. Her ne kadar bütçeye yansımasa da siyasete yansıyacaktır, siyaset bunu dikkate almak zorundadır ve alacaktır da. Her ne kadar bugün için bunları ihmal etsek de şunu çok iyi biliyoruz ki buradaki tartışma başlıklarımızın işaret ettiği konular bizim, ülkemizin en önemli sorunlarıdır, yapısal sorunlarıdır. Bu yapısal sorunları çözmeden zaten ne önümüze konulan hedeflere ulaşmak mümkün ne de huzurlu, toplumsal barışını sağlamış bir toplumu var etmek mümkün.
Nedir bu tartışma başlıklarının başında gelen? Kuşkusuz Kürt sorunudur. Kürt meselesini çözmek önemlidir, bu sorunu yok saymak mümkün değil. Zaten şöyle dönüp baktığınızda, yirmi yıllık iktidar tarihinize baktığınızda, iktidara geldiğiniz ilk döneme baktığınızda da bu sorunun ne kadar önemli sorun olduğu bizzat tarafınızca tespit edilmiş, bu soruna dair de zaman içinde bazı adımlar atılmış. Bunun en önemli belki de tarihsel kesiti 2013-15 aralığındaki demokratik çözüm sürecidir. Hafızalardan ne kadar silmeye çalışsanız da sorun bütün yakıcılığıyla ortada duruyor ve nasıl çözüleceğine dair de hafıza sürekli kendisini bize hatırlatmaya devam ediyor.
Bir başka tartışma başlığı ki Türkiye'de belki de Kürt sorununu besleyen ya da Kürt sorunu tarafından beslenen ama her ikisinin de birlikte ele alınmasının gerekli olduğu bir başlık, o da tabii ki yoksulluk sorunu. Bu ülkede çok ciddi, yapısal, giderek derinleşen, yayılan, yaygınlaşan bir yoksulluk sorunu var. Yoksullukla mücadele edecek bir programa acilen ihtiyacımız var; bunun planlanması, programlanması gerekiyor. Burada, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tartışmalarında da gördük ki yoksulluğun yönetilmesi esasına dayalı bir anlayış hâlâ kendi pozisyonunu koruyor. Evet, yoksulluğu yönetebilirsiniz, zaten bütçe bunu gösteriyor ama yoksulluğu yönetmek aslında topyekûn bir çöküşü, o sürecin beslenmesi anlamına geliyor, oysa yoksullukla mücadele etmeliyiz. Bu ülkede bu 2 temel sorun, yapısal sorun, çok sağlıklı, güçlü bir programla acilen çözüme kavuşturulmadığı sürece, diğer bütün sorunların çözüme kavuşmasının çok mümkün olmadığını gördük.
Peki, bu sorunların çözümünde bütçe önemli bir araç mıdır? Bence en önemli araçtır. Bütçe, sadece ve sadece yıllık bir program değildir. Öncesiyle sonrasıyla... Zaten orta vadeli program dediğimiz meseleye geçerkenki tartışmaları hatırlarsanız, bütçeleri bir yıllık programlardan öte, üç yıllık ve süreklileşmiş programlar hâline dönüştürme ihtiyacı da buradan kaynaklanmıştı yani bir zaman analiziyle meseleye yaklaşmak. Bu, önemli bir şeydi fakat bütçelere addedilen bu önem maalesef uygulamış, hayata geçirmiş olduğunuz bütçelerle bu karşılığı yaratamadı. Bir kere, her şeyden önce bütçe hakkı her geçen yıl giderek yok sayıldı; âdeta bütçe, bütçe hakkından koparıldı. Oysa bütçe hakkı toplumsal bir haktır ve en önemli hakların başında gelir, her şey bütçelerle başlar. Toplum olmanın en önemli, belki de belirleyici adresi bütçelerdir. Oysa bütçe hakkı yok. Bütçe hakkı olmadığı zaman buna bağlı olarak denetim mekanizması da yok. Dolayısıyla biz gerçek anlamda bütçeleri denetleyemiyoruz. Belki de bütçelerin en önemli denetim buluşması burası olması gerekirken biz burada bütçeleri yeterince denetleyemediğimizi de gördük.
Bütçe hakkı, bütçe hukuku ne kadar önemlidir? Toplumun hukukla, hukuk devletiyle belki de en çok bağı olan, en güçlü etki yaratan unsur olmasıyla da önemlidir. Bugün bakın, Türkiye'de en çok tartışılan konuların başında hukuk meseleleri geliyor. En son Yargıtay kararı Türkiye'nin nasıl bir hukuk garabeti içinde yaşadığını hepimize gösterdi. Çünkü hukuku o denli deforme etmişiz ki dolayısıyla ne yasa koyucular buna müdahale edebiliyor ne de o yasanın uygulamasını sürdürmekle mükellef olan yargı buna uygun kararlar alabiliyor. Şimdi, buna dönüp baktığımızda, bir yasa koyucu yani yasama, bütçesini bile denetleyemiyorsa hangi anayasayı yapacak? Dolayısıyla bunun arasındaki illiyet bağlarını, bunun arasındaki o rabıtayı çok iyi bilmek zorundayız. Biz bunu burada maalesef gerçekleştiremiyoruz.
Bütçe ve siyaset: Mesela bugün siyasetin özgürleşmesinin önünde çok büyük engeller var. Siyaseti özgürleştirmenin yolu bütçenin katılımcı olmasından geçiyor. Oysa ülkenin önemli bir kesimi kayyumlarla yönetiliyor, ülkenin önemli bir kesiminin bütçe hakkı zaten gasbedilmiş durumda yani yerel bütçelerden bahsediyorum. Hâlbuki yerel bütçeler ile merkezî bütçeler arasında bir uyumun olması, o ülkenin demokratikleşmesi ve siyasetin özgürleşmesi anlamında çok çok önemli bir yeri işaret eder. Oysa biz ne yapıyoruz? Siyasi özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik, belki de vesayetin en uç noktalarından biri olan kayyumcu anlayışımızı kalıcılaştırmaya çalışıyoruz. Ama hâlâ bir şansımız var, yerel seçimler geliyor. Bu yerel seçimlere giderken iktidar partisi çıkıp şunu söylemeli artık: "Biz artık bu kayyum anlayışından ülkeyi kurtaracağız." Bunu söyleyebilecek cesaretiniz varsa, bunu söyleyebilecek bir hukuk anlayışınız, bir hukuk devleti anlaşınız varsa bunu mutlaka söylemelisiniz ve bunu bütçelere de yansıtmalısınız.
Yerel yönetimlere kaynak aktarmak: Yerel yönetimlere kaynak aktarmak kadar yerel yönetimlerin kaynak yaratıp o kaynağı yönetme hakkını da sağlayacak adımlar atılmalıdır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın o çekinceli maddelerinden de bir an önce kurtulmak gerekir.
Bütçe ve ekonomi: Tabii ki ekonomiyi belirleyecek en önemli ağırlık merkezi bütçe. Bütçenin oranının yüzde 30 olması önemli değil "Yüzde 30 kamu, yüzde 70 özel" diye bakılmaz, o yüzde 30'luk kamu yüzde 70 özeli de aslında yönetir. Dolayısıyla "istikrar" dediğiniz, "büyüme" dediğiniz ekonomideki her türlü gelişmenin merkezi aslında bu kütleye bağlıdır. Bu kütle çok büyük bir kütledir ve bu kütle attığı her adımda ekonomiyi yönlendirir. Şimdi, baktığımızda bu bütçe ekonomiyi olumlu yönde yönlendirmek yerine ekonomik krizi derinleştirecek bir bütçe olarak karşımıza çıkıyor. Neden? Çünkü bütçenin kompozisyonu da böyle, bütçenin büyüklükleri de böyle, bütçenin geçmiş uygulamalarından çıkardığımız sonuçlar da böyle. Özellikle krizle mücadele dönemlerinde maliye ve para politikalarının nasıl olması gerektiğinin fotoğrafını ancak bütçede görebilmemiz mümkünken biz bir istikrar bütçesinden daha çok âdeta krizi körükleyen bir bütçeyle karşı karşıyayız. Şimdi, böyle baktığımız zaman, bütçe ve toplum ilişkisine geldiğimizde bütçe toplumun hiçbir sorununu çözemediği gibi topluma kulaklarını kapamış, gözlerini kapamış; sadece ve sadece topluma bir şeyi dikte eden, toplumu yönlendirmeye çalışan bir bütçe olarak karşımıza çıkıyor. Bu, bir vesayet sisteminin bütçesidir.
Türkiye yüz yıllık geçmişiyle hiçbir zaman demokratikleşemedi, maalesef gerçek anlamda demokratik bir ülke olamadık. Zaman zaman kusurlu demokrasi kategorisine girdik. Biliyorsunuz, demokrasi, kusurlu demokrasi ve otoriter rejimler diye siyasi literatürde bir tasnif var. Biz şimdi kusurlu demokrasiden de uzaklaşıp otoriter bir rejime yöneldik. Bu tek adam rejimi, bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bütçeleri de ister istemez sisteme bağlı olarak vesayet sistemini yeniden üretiyor. Bunun sonucu olarak da sorunları çözen, toplumsal refahı önceleyen, toplumun demokratik girişimine katkı yapan bir bütçe olmaktan çok; vesayet sistemini, o otoriter rejimi katılaştıran, güçlendiren bir yere geçiyor. Şimdi, böyle olduğunda da tabii ki burada konuştuğumuz hiçbir soruna, hiçbir sahici soruna, gerçek soruna maalesef çözüm üretemiyoruz.
Evet, şimdi genellikle icraatçı bakanlar yaptıklarını ortaya koyuyorlar; evet, birçok şey yapılmıştır, yapılmak zorundadır. Bu yapılan şeylerin başarılı olup olmaması sonuçta dönüp ülkeye baktığımızda, topluma baktığımızda o toplumun aslında nasıl yaşadığıyla, o ülkenin hangi sorunları hallettiğiyle bire bir alakalıdır. Şimdi, dönüp baktığımızda biz hâlâ bu sorunlarla boğuşuyorsak demek ki yapılan işleri doğru yöntemlerle, doğru projelerle hayata geçirememişiz.
Cumhurbaşkanlığı bütçesi özeline geldiğimizde aslında burada görüştüğümüz bütün bütçe kalemleri Cumhurbaşkanlığı bütçesidir. Bu sistemde bizim burada ayrı ayrı bakanlıkları görüşmemizin çok da bir anlamı yoktur, bütünlüklü olarak sistem bir Cumhurbaşkanlığı bütçesidir. Bugün kendi özelinde dile getirdiğimiz kalemlerin ötesinde bütün Bakanlıkların bütçeleri de aynı şekilde bir Cumhurbaşkanlığı bütçesi anlayışıyla ortaya koyulur ki "vesayetçi" dediğimiz meselenin bir özelliği de burada ortaya çıkar. Dolayısıyla biz Bakanlara soru soruyoruz ya da biz Bakanların bütçelerine dair öneriler veriyoruz. Bakanların burada inisiyatif alamadığını görüyoruz hatta iktidar partisi mensupları bile inisiyatif alamıyor yani bir paket var, bu paketi alıp kullanacaksınız. Dolayısıyla hiçbir inisiyatif hakkının tanınmadığı bir bütçe anlayışını burada görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı bütçesinin kalemleri de aslında tam da bu söylediğimiz şeyi bize açıklıyor. Örneğin hangi kalemleri var: Millî İstihbarat Teşkilatı, Millî Güvenlik Kurulu, Diyanet Başkanlığı, İletişim Başkanlığı. Şimdi, bu kalemler yan yana getirildiğinde aslında bir mühendisliği bize anlatıyor, bir yönetsel mühendisliği anlatıyor. Nedir bu? Zor ve ideolojik aygıtlarla nasıl bir bütçe tasarlanacak ve bir toplum yönetilecek, bunu bize anlatıyor. Örneğin, Millî İstihbarat Teşkilatı artık sadece bir istihbarat teşkilatı olmaktan çok güvenlikçi anlayışın, bir tedbir devletinin, bir kontrol devletinin aparatına dönüşmüş durumda. Yaptığı operasyonların hukuksuzluğu, hukuk dışılığı bize aslında bunu ifade ediyor. Örneğin diyor ki: "Sınır ötesinde şu operasyonu yaptık, etkisiz hâle getirdik." Hangi hukukla, kim verdi o kişiye yönelik o operasyonun kararını, hangi yargı mercisinde verildi bu, hangi hükümle bu operasyon yapıldı; bilmiyoruz. Bir çatışma ortamında insanlar ölebilir; bir çatışma ortamında etkililiği, etkisizliği konuşabilirsiniz ama ortada böyle bir şey yok. Birileri gidiyor, birilerini infaz ediyor geliyor ve televizyonda akşam haberlerinde bir bakıyoruz ki: "Millî İstihbarat Teşkilatının sınır ötesi operasyonunda şu kişi etkisiz hâle getirildi." Bu kişiyle ilgili hükmü kim vermiş ve bu yöntem meşru mudur, hukuka dâhil midir? Bence değildir, olmadığı zaten bütün uluslararası hukuk mecralarında da çok net dile getiriliyor ya da MGK... Neden hâlâ MGK var? Millî Güvenlik Kurulu... Biz şimdi 12 Eylül anayasasını eleştiriyoruz, 12 Eylül anayasasını değiştirmek için çaba gösteriyoruz ama 12 Eylülün belki de en güçlü vesayet kurumu olan MGK hâlâ var. Millî Güvenlik Kurulu belli alanlarda belki görevlendirilebilir ama Millî Güvenlik Kurulu her şeye hâkim. Ya da YÖK yani onu Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinde konuştuk ama bir 12 Eylül mirası olarak baktığımızda vesayetin kalelerinden biri olarak hâlâ o ceberut duruşuyla karşımızda. Diyanet... Siz hiç cuma hutbelerini okuyor musunuz Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım? Cuma hutbeleri çok ilginç, okumanızı tavsiye ediyorum.
CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI CEVDET YILMAZ - Dinliyoruz.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Ben cumaya gidemiyorum bu yoğunluktan dolayı ama hutbeleri okuyorum, okuyun.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Biz dinliyoruz, bugün götürelim sizi de.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Sizin gittiğiniz yerde okumuyorlar, o yüzden gelmiyorum.
Okuyun, bakın, acaba inançlarla ilgili mi yoksa siyasetin dizayn edilmesiyle ilgili mi, toplum mühendisliğinin bir parçası mı; nasıl aparatlaştırılmış? Okumanızı tavsiye ediyorum. Hele İletişim Başkanlığına baktığınızda, burada da yazılmış, stratejik bir önem vermişsiniz. Neyin stratejisi, iletişimle amaçladığınız neyin stratejisi, neyi yöneteceksiniz? Dezenformasyonun bir kaynağı olmuş bir yapı nasıl olacak da ülkenin sorunlarının çözümüne katkı sunacak? Bunlar, işin zor aygıtları; bunlar, işin algısal aygıtları.
Bir de işin finansman aygıtları var, işte, fonlar kısmı. Şimdi, bu fonların Türkiye ekonomisinde nasıl sorunlar yarattığını geçmişten, 80'lerden çok iyi biliyoruz ama şimdi devasa fonlarla karşı karşıyayız. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Türkiye Varlık Fonu, Savunma Sanayii Destekleme Fonu; devasa rakamlar var ve denetim dışı, kontrol dışı. Buradaki icraatların bütçenin, denetimin dışına çıkması zaten bir ülkenin demokrasi ölçülerinden aslında bir yanıyla bir farklı göstereni olarak karşımıza geliyor. Neden? Çünkü denetlenemiyor, toplum denetleyemiyor ama denetleyemediği bir şeyin kaynağını yaratıyor yani aslında dolaylı vergilerin bir kısmı bu fonları besliyor. Hatta geçenlerde gençleri evlendirmek için bile bir fon yaratıldı. Yani bunlar absürt diyebileceğimiz uygulamalar ve bir bütçe anlayışının içinde yer alması zor.
Son olarak, bu bütçede önemli bir acayiplik de bütçe açığı, devasa bir rakam. Bunun esprisini de yaptık hatta, borsacı terimle dedik ki: "Bu, açığa satış gibi bir şey." Bütçenin yüzde 25'i açık olabilir mi? Bir bütçenin yüzde 25'i açıksa bu zaten ciddi bir soruna işaret ediyor. Enflasyonla mücadele ettiğimiz bir dönemde -diyelim- istikrar aradığımız bir dönemde, ekonomide çok ciddi anlamda belli sorunların çözümünün arandığı bir dönemde 2,6 trilyonluk bütçe açığı var; 2,2 trilyonluk vergi harcaması var; 1,3 trilyona yakın faiz harcaması var. Şimdi, bu rakamları alt alta koyup baktığınızda zaten dehşete düşersiniz. Şimdi, bu rakamlara baktığınızda bu ekonomiyi nasıl düzelteceksiniz? Daha sizin burada konuşmalarınızın şeyi kaybolmadan Merkez Bankası Başkanı çıktı, ne dedi biliyor musunuz? Bütün bizi doğrulayan şey buydu, dedi ki: "Enflasyon henüz pik yapmadı." Yani tepe noktasını görmedi, ne zaman görecek? Merkez Bankası Başkanı dedi ki: "Mayısta görecek." Yani mayısa kadar enflasyon yükselecek. Yıl sonu enflasyon tahminini de 7 puan artırdı ve yanılmıyorsam dün faizler 500 baz puan daha arttı, yüzde 40 oldu. Eğer mayısta enflasyon yükselecekse mayısa kadar faizler de yükselecek.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Temelli, ilave iki dakika ekliyorum.
Buyurun lütfen.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Teşekkür ederim.
Bu demek ki sizin hiçbir hesabınız zaten tutmayacak. Şimdi, 2,6 trilyonluk açığın finansmanı ayrı bir sorundu ama o finansmanı sağlarken yeniden bir açık vermeye devam edecek bir bütçeyle de karşı karşıyayız. Peki, böyle bir durumda en yakıcı sorunlardan biri olan gelir dağılımını nasıl düzelteceğiz? Böyle bir durumda, halk bu zamlarla boğuşurken halkın günlük temel ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde o halka destekleri nasıl sağlayacağız? Böyle bir durumda, gelir dağılımında bu kadar eşitsizliğin olduğu bir ülkede, servet dağılımının bu kadar uçurumlaştığı bir ülkede bunları nasıl düzelteceğiz? Düzeltemeyeceksiniz çünkü o borcu servet sahiplerinden alıp onları zengin etmeye devam edeceksiniz, borçlanmaya devam edeceksiniz ve gelir dağılımı daha da bozulacak. Bunlar sırf muhalefet olsun diye değil, bunlar tam da buralı bir iktisatçının size söylediği şeyler. Yani, hani "Çok yerli." diyorsunuz ya, evet, ben yerli bir iktisatçıyım. İngiltere'den, Amerika'dan getirdiğiniz iktisatçılarla bu sorunlara çözüm bulamayacaksınız çünkü onların öğretisi her zaman için emperyalizmin, kapitalizmin merkezleri üzerinden geliştirilen şeylerdir; dolayısıyla bu yöntemle ne enflasyon düşecek, ne borçlanma azalacak ne de ekonomide sağlıklı bir gidişat sağlanabilecek.
Tabii, yapısal sorunları çözmenin, her şeyden önce bütçenin kompozisyonunu değiştirmenin; silaha değil barışa, insanların ihtiyaçlarını karşılayacak alanlara kaynakların aktarılmasının önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz.
Biliyorsunuz, bizler artık kısaltma adımızı bile kullanamıyoruz, nasıl bir yargı dünyasında yaşadığımızı siz düşünün. Partimiz "Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi" olarak uzun adıyla bir süre....
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - İlave süre istiyorum.
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Temelli, toparlayın.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Çünkü kısaltmamız bile yasaklandı yargı eliyle ama partimizin çok önemli bir bütçe çalışması var, size de takdim etmiştim, emekçi halkın bütçesi. Dolayısıyla emekçi halkın bütçesi hayata geçmediği sürece hiçbir şekilde bu sorunların çözülemeyeceğini çok iyi biliyoruz.
Ben sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.