Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Cumhurbaşkanlığı b) Millî İstihbarat Teşkilatı c)Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ç) Diyanet İşleri Başkanlığı d) Devlet Arşivleri Başkanlığı e) Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı f) Strateji ve Bütçe Başkanlığı g) İletişim Başkanlığı ğ) Savunma Sanayii Başkanlığı h) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ı) Yatırım Ofisi Başkanlığı i) Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanlığı j) Finans Ofisi Başkanlığı k) İnsan Kaynakları Ofisi Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 24 .11.2023 |
ÜMİZ ÖZLALE (İzmir) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, değerli bürokratlar, Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri, basın emekçilerimiz, Meclisimizin çalışanları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Biraz önce Sayın Temelli'nin de söylediği gibi, bir ay önce sizinle başlamıştık, sizinle bitiriyoruz. Bizler çok keyif aldık, burada önerilerimizi sizlerle paylaşma fırsatı bulduk, sizler de dinlediniz, çok teşekkür ederiz, sağ olun.
Bugün Cumhurbaşkanlığı bütçe görüşmeleri üzerine söz almış bulunuyorum. İlk önce şununla başlayalım: Karşımızda nasıl bir kurum var maddi açıdan? Şimdi, 2023 yılı başlangıç ödeneğine kıyasla 2024 yılı bütçe teklifinde ki artışlar; bakın, şimdi, Millî Saraylar, Diyanet İşleri, İletişim Başkanlığındaki artış yüzdesine baktığınız zaman, bizim burada devamlı dile getirdiğimiz Tarım ve Orman Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı yani bütçesinin artırılmasını talep ettiğimiz bu bakanlıkların çok üstünde bir ödenek artışı var. Şimdi, bu bize çok şeyi anlatıyor aslında yani Millî Saraylar, Diyanet İşleri Başkanlığı ve İletişim Başkanlığı yüzde 150'nin üstünde; Millî Sarayların yüzde 180 civarında bir bütçe teklifinde artış var oysa bizim millî güvenlik problemi olarak gördüğümüz Tarım ve Orman Bakanlığı, Sanayi 4.0'ın tam ortasında sanayinin geliştirilmesi için çok ön plana çıkacak olan Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, dün bütçesini tartıştığımız Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığının ödenek artışı Cumhurbaşkanlığının altındaki bu Başkanlıkların altında. Dolayısıyla ilk önce belki buna bir dikkat çekmek gerekiyor.
Şimdi, bir başka nokta daha var bu Cumhurbaşkanlığı bütçesiyle ilgili, mal ve hizmet alımı için teklif edilen ödenek; Cumhurbaşkanlığının mal ve hizmet alımı için teklif edilen ödenek 6,93 milyar TL. Şimdi, bu ne anlama geliyor? Bu şu anlama geliyor: Cumhurbaşkanlığı için teklif edilen mal ve hizmet alımı 6,93 milyarken Kültür ve Turizm, Gençlik ve Spor, Ticaret Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Sanayi ve Teknoloji, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı yani 7 tane Bakanlığın toplam mal ve hizmet alımı 5,88 milyar, sadece Cumhurbaşkanlığının mal ve hizmet alımı bu 7 tane Bakanlığın toplam mal ve hizmet alımının üstünde. Dolayısıyla burada, önümüzde çok ciddi bir bütçeye sahip olan ve hem ekonomi yönetiminde hem devletin yönetiminde başat role sahip olan bir kurumun bütçesini tartışıyoruz.
Biliyorsunuz, yeni bir yönetim sistemine geçtik, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi. Tabii, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisinden çok değerli mevkidaşım Cevdet Bey de bahsetti, ben de onun bahsettiği argümanı biraz daha görselleştirerek devam etmek istiyorum. Bu yeni yönetim sistemine geçtikten sonra AK PARTİ'nin yirmi yıllık performansı ne? Bir aydır burada bütçe görüşmelerinde bulunuyoruz, bütçe görüşmelerinde de AK PARTİ'yi doğal olarak bizler hep eleştiriyoruz -sizler de- karşı taraf da savunuyor. Şimdi, baktığımız zaman, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin özellikle son iki senesinde bu iş nereye gidiyor; yeşiller iyi, kırmızılar kötü. Enflasyon zirvede, dış ticaret açığı zirvede, cari işlemler açığı zirvede, tüketici kredisi ortalama faizi zirvede -buna dünkü faiz artışının etkisi eklenmedi- ticari kredi ortalama faizi zirvede, dolar üzerinden açılan kredi ortalama faizi zirvede; işsizlik oranı geldiğinizde daha düşükmüş, doğrudan yabancı yatırım -burası da çok önemli, birazdan bundan daha fazla bahsedeceğiz- ekside yani bizim dışarıdan çektiğimizin daha fazlası dışarıya doğru gitmiş. Yani son iki yıla baktığımızda -ben bunun hükûmet sistemiyle çok ilgili olduğunu düşünüyorum- çok ciddi bir başarısızlık var.
Şimdi, biz bu başarısızlığa bir endeks yaptık, adına da "başarısızlık endeksi" dedik. Arkadaşlar "beceriksiz" dedi ama ben "O kadar sert olmayalım -sonra düzelttim- 'başarısızlık endeksi' diyelim." dedim. 8 tane değişken: Enflasyon, dış ticaret, cari denge, piyasa faizi, işsizlik, yatırım çekiciliği. Bütün bunlardan bir endeks hazırladığımızda, maalesef, AK PARTİ iktidarının en başarısız, hem de uzak ara en başarısız dönemini yaşıyoruz. Ben bunun yönetim sistemiyle çok ilgili olduğunu düşünüyorum, birazdan da bununla ilgili biraz daha detaylı analiz yapacağım. Şimdi, baktığınız zaman, cumhuriyet tarihine bakalım... Bildiğiniz gibi, ekonomi literatüründe "Misery Index" diye bir endeks vardır, Sefalet Endeksi. Ben "sefalet" demeyi uygun bulmuyorum, onun için "mutsuzluk endeksi" dedim buna; bu da enflasyon artı ortalama işsizlik oranı toplamı. Bakın, bütün cumhuriyet tarihi boyunca en kötü 3'üncü dönemi yaşıyoruz. İkinci Dünya Savaşı'nın etkisinde bu mutsuzluk endeksi yüksekti -ondan daha yüksek bir seviyedeyiz- 24 Ocak Kararları ve ondan sonra 94 krizi yani bizim hepimizi mutsuz eden işsizlik ve enflasyon oranındaki gelişmelerin cumhuriyet tarihi boyunca en olumsuz seyrettiği 3'üncü dönemi yaşıyoruz. Ben bunun yeni hükûmet sistemiyle çok ilintili olduğunu düşünenlerdenim ve iki seçim arasında -bunu da şöyle kanıtlayabiliriz- yani 2018 seçiminden sonra hem işsizlikte hem de enflasyondaki bu artış tarihimizin en yüksek seviyesinde.
Yine, devam edelim, AK PARTİ iktidarını özetlemek gerekirse, şimdi ben bunu 5 döneme ayırdım: 1'inci, 2'nci, 3'üncü, 4'üncü dönemler, AK PARTİ'nin seçimi kazandığı dönemler ve sonrasında da başkanlıkta Temmuz 2018. Enflasyon oranı zirvede, işsizlik oranı zirvede, faiz oranı, büyüme oranı ve mutsuzluk endeksi; dolayısıyla hangi ölçüte bakarsanız bakın, son dört beş sene içerisinde bence AK PARTİ bu yirmi küsur yıllık iktidarının en başarısız dönemini yaşıyor. "Peki, bu en başarısız dönemin sebeplerinden bir tanesi nedir?" diye soracak olursanız o zaman size şunu söylerim: Bakın, Daron Acemoğlu'yla başlayan ve kurumların öneminin, kurumların işleyişinin orta, uzun vadeli sürdürülebilir büyüme ve kalkınmada etkisini gösteren bir literatür vardır. Şimdi bakalım bu kurumsal gelişmişlik göstergeleri ne durumda: Söz hakkı, hesap verebilirlik, çok ciddi bir düşme var; hükûmetin etkinliği, düşme var, bu sisteme rağmen; yolsuzluğun kontrolü, hepimizin ortak problemlerinden bir tanesi; hukukun üstünlüğü, düzenleme kalitesi ve bütün bunlarda bir geriye gidiş var. Bu geriye gidiş ve karar alma mekanizmalarında ortaya çıkan problemler maalesef bizim son dört beş sene içerisinde ama özellikle son iki sene içerisinde ekonomimizin geriye gitmesine yol açtı yani hangi makroekonomik göstergeye bakarsanız bakın iyiye doğru bir gidiş olduğunu söyleyemezsiniz.
Üstelik, önümüzdeki dönem çok önemli bir dönem ve Cumhurbaşkanlığı içerisinde bu döneme damga vurması beklenen çok önemli başkanlıklar, çok önemli ofisler var. Mesela, bunlardan bir tanesi Dijital Dönüşüm Ofisi. Neden? Şundan dolayı, yapılan bütün çalışmalar size şunu gösteriyor: Önümüzdeki dönemde yapay zekâ teknolojilerine doğru yatırım yaparsanız o zaman gelişmiş ülkelerdeki büyüme oranı gelişmekte olan ülkeleri yakalayacak. Şimdi, Sayın Yılmaz, sizin de çok iyi bildiğiniz büyüme ve kalkınma literatürüne baktığınız zaman gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelerden daha hızlı büyürler ama artık böyle olmayabiliyor çünkü Dördüncü Sanayi Devrimi'yle beraber artık doğru teknolojilere yatırım yapan gelişmiş ülkeler de gelişmekte olan ülkeler kadar bir büyüme yakalayabiliyor. Bu, Türkiye için oldukça önemli bir risk ve biz bu riski nasıl bertaraf edebiliriz? Çok daha fazla doğru teknolojilere yatırım yaparak. O yüzden de muhalefet partileri olarak, buraya Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı da geldiğinde, dün Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı geldiğinde onlara da aynı şeyi söyledik ve size de aynı şeyi söylüyoruz: Bizim doğru teknoloji politikalarını geliştirmemiz lazım ve burada da özellikle bu teknoloji politikalarını geliştirirken dışarıdan doğrudan yabancı yatırımı bizim çekmemiz gerekiyor ve bu da bizi tabii ki sizin içinizdeki çok önemli bir ofis olan Yatırım Ofisine götürüyor.
Bakın, Türkiye, doğrudan yabancı yatırımda son dört beş sene içerisinde, biraz önce benim bahsettiğim yanlış politikalardan dolayı neredeyse dibe vurmak zorunda. Bugün, Türkiye'den dışa giden yabancı yatırımlar Türkiye'ye gelen yabancı yatırımların önüne geçmiş durumda. Dolayısıyla bizim bu doğrudan yabancı yatırımız -FDI- eksiye düşmüş durumda.
O yüzden, tekrardan bir özetlemek gerekirse, Dijital Dönüşüm Ofisinin Sanayi ve Teknoloji Bakanlığıyla beraber gerçekleştireceği teknoloji politikalarında bizim dışarıdan doğrudan yabancı yatırım çekmemiz de çok önemli bir yer kaplıyor; özellikle bu teknoloji şirketlerine ama duruma baktığımız zaman hem kurumsal göstergelerdeki bozulma hem de makroekonomik politikalarda istenen istikrarın yakalanamaması bu doğrudan yabancı yatırımlarda bize olumsuz bir tablo gösteriyor.
Peki, ne yapmalıyız? Bizler genelde buraya çözüm önerilerimizi de beraberimizde getiriyoruz. Bakın, artık 80'li, 90'lı yıllara göre yatırımcılar bir ülkeye yatırım yaparken daha farklı kriterlere bakıyorlar. Ben bu slaytı sizlerle daha önceden kalkınma planında da paylaşmıştım ama burada farklı bürokratlar var, onların da dikkatine sunmak isterim. Mesela, altyapının kalitesi çok önemli, dijital altyapının kalitesi çok önemli. Oysa biz dün burada Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığını tartışmıştık, orada hem internet hızının hem de internet aboneliğinin neredeyse az gelişmiş bir Afrika ülkesi seviyesinde olduğunu gördük. Onun dışında, AR-GE yetkinliklerinin, AR-GE'ye ayrılan payın çok daha fazla artması lazım. Teknoloji ve inovasyon yetkinlikleri... Artık önümüzdeki dönem bizler dışarıyla rekabet etmek için ve dışarıdan da doğrudan yabancı yatırımı çekmek için bir şeyler yapmak istiyorsak bunu sadece ucuz iş gücü üzerinden götüremeyiz, zaten Türkiye'ye de bu yakışmaz yani emeği baskıladığınız, bütün kayıtlı çalışanların yarısını asgari ücrete mahkûm ettiğiniz bir ortamda sizin rekabet ettiğiniz ülkeler Mısır gibi, Ürdün gibi ülkeler olur ama bizler başta Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere bu ülkelerle rekabet etmek zorundayız.
Peki, Türkiye yatırım çekiciliğini artırmak için bunların dışında başka ne yapmalı? Çok basit, bizim son on sene içerisinde zayıfladığımız ve gerileme kaydettiğimiz alanlara baktığımız zaman enflasyon -beraberinde bir belirsizlik getiriyor- hesap verebilirlik -Türkiye'de bugün hesap verebilirliğin iyiye gittiğini söyleyemiyorsunuz- ortalama okul açma süresi, hukukun üstünlüğü, kur krizi sayısı, hükûmet etkinliği... Bizim hem teknoloji altyapımızı, bilgi ve iletişim teknolojileri altyapımızı geliştirmemiz lazım hem de geriye gittiğimiz bu alanlarda bizim çekiciliği artırmak için burada doğru eğitim politikalarını, doğru makroekonomi politikalarını, doğru maliye politikalarını bir arada götürmemiz lazım.
Yatırım Ofisiyle ben devam etmek istiyorum, çok önemli. Peki, ne yapılabilir? İyi bir örnek getirdim -mutlaka Yatırım Ofisindeki değerli bürokratlar da biliyordur ama- mesela Çek Cumhuriyeti çok güzel bir ekosistem kurmuş; kendi "start-up"larını yabancı yatırımcılarla birleştirerek başladığı, onu bir envanterde topladığı, daha sonrasında bu "start-up"lara yatırım yapmak isteyen yabancı yatırımcılarla bire bir danışma mekanizmalarını kurduğu, tedarikçi veri tabanını oluşturduğu bir yapı kurmuş. Ben bunu da sizin dikkatinize sunmak isterim. Şimdi, burada, bir de tabii, önemli olan Savunma Sanayii Başkanlığımız, Varlık Fonu ve İstanbul Finans Merkezi.
Şimdi ilk önce Varlık Fonundan başlayalım. Ben Varlık Fonunun çok faydalı olduğunu düşünenlerdendim bu Varlık Fonu ilk kurulduğunda. Birkaç tane itirazım var. Şimdi, bizdeki Varlık Fonu dünyada işleyen varlık fonları gibi değil. Dünyada varlık fonlarına baktığınız zaman doğal kaynakları zengin olan ülkelerin fon kurduğunu görürsünüz -işte, Norveç gibi, Azerbaycan gibi- ihracat fazlası yüksek olan ülkelerin varlık fonunun olduğunu görürsünüz -Çin gibi- emeklilik fonlarının yüksek olduğu yerlerde bu tür varlık fonları vardır, bizde bu üçü de yok. O yüzden de Varlık Fonu bizde daha çok Singapur'daki bu Asset Management Company tarzında çalışır. Bunda da bir beis yok. Ben hep şunu hayal etmiştim; bu, maalesef olmadı: İlk önce, Yönetim Kurulu Başkanının Cumhurbaşkanımız olmadığı bir Varlık Fonu, daha profesyonel bir yönetici yani işi başından aşkın olmayan bir yöneticinin olduğu bir Varlık Fonu hayal etmiştim.
İkinci nokta da şuydu: Varlık Fonunun içerisindeki şirketlerin teknolojik yetkinliklerini artırabilirsek o zaman buradan çok önemli, çok başarılı şirketleri çıkarabiliriz. Örnek vermek gerekirse -dün verdiğim örneği tekrarlayayım, hafızaları tazelemek için- biz PTT'den bir Deutsche Post çıkarabiliyorsak eğer Varlık Fonunda biriken paralarla, bu iyi bir şey ya da aynı zamanda ÇAYKUR'dan bir Lipton çıkarabiliyorsak bu iyi bir şey. Ama bizler bu şirketlerin taşınmazlarını orada aktif olarak göstereceksek bu, o zaman iyi bir yere götürmez bizi. O yüzden, ben, Varlık Fonunun ciddi anlamda bir revizyona ihtiyacı olduğunu ve o bakımdan, onun içerisindeki şirketlerin değerini artıracak bir strateji izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
İstanbul Finans Merkezi'ni önümüzdeki dönemlerde ziyaret edeceğiz Plan ve Bütçe Komisyonu olarak. Benim oradaki temel önerilerimden bir tanesi şuydu, siz de biraz önce sunumda da bahsettiniz; Türkiye'nin çok iyi olduğu alanlardan bir tanesidir finansal teknolojiler. Onun tam ortasında FinTech "start-up"larının olduğu, onu da o İstanbul Finans Merkezi içerisindeki yerli ve yabancı finans şirketleriyle buluşturan bir yapı olursa -ki bildiğim kadarıyla öyle bir yapı var- ve o desteklenirse ben bunun çok olumlu olduğunu düşünüyorum. Merkez Bankasını Finans Merkezi'nin içine taşımak zannettiğiniz etkiyi yapmaz. Yani doktora tez konum olduğu için o konuda çok mütevazı olamayacağım. Merkez bankaları başkentin olduğu yerdedir, Hazine ve Maliye Bakanlığıyla, ilgili kamu kurumlarıyla daha sıkı fıkı çalışmalıdır. Gerçekten İstanbul Finans Merkezi'ni hak ettiği gibi dünyanın önde gelen finans merkezi yapmak istiyorsanız Merkez Bankasını oraya taşımanız bence çok minimal bir etki yapacaktır. Merkez Bankasının İstanbul'da olması sizin, değerli bürokratlarımızın Ankara'da işini zorlaştıracaktır.
Son beş dakikada da biraz Savunma Sanayii Başkanlığından bahsetmek istiyorum. İlk olarak, ben, savunma sanayi harcamalarının millî gelire oranına baktığımız zaman; düşük olduğunu görüyorum. NATO ortalamasına baktığımız zaman Bulgaristan, Yunanistan ortalamasına bile baktığımız zaman düşük fakat Savunma Sanayii Başkanlığının şöyle kritik ve önemli olduğunu düşünüyorum: Orada geliştirilen teknolojiler -bunu sizinle daha önceden paylaşmıştım- bizim kritik sektörlerimize aktarılabilirse, böyle bir aktarım mekanizması olursa o zaman savunma sanayisindeki geliştirdiğimiz teknolojilerle, biz, diğer alanlarda bir rekabet gücü yaratabiliriz. O yüzden, benim çok önemsediğim noktalardan bir tanesi orada çok kaliteli bir insan kaynağı var. Gerçi o insan kaynağını biz giderek kaybediyoruz, nitelikli bir iş gücü kaybı var; onun için ben savunma sanayisinde çalışanların koşullarının çok daha iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum ama daha çok, o insanların, o parlak beyinlerin geliştirdiği teknolojilerin bütün ülkenin faydasına -eğitim teknolojisinden tutun tarıma kadar- yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyorum.
İkinci nokta, liyakat sorunu. Yeni bir Savunma Sanayii Başkanımız var, gayet liyakatli birisi, yeni görevinizde ben size başarılar dilerim, daha önce ASELSAN'ın Genel Müdürüydünüz. Bu ASELSAN bizim için önemli fakat bize sektörden gelen çok şikâyetten bir tanesi, ASELSAN'ın, oradaki özel sektörün küçük ve orta ölçekli şirketleriyle haksız bir ortamda rekabet ettiğine dair. Belki de ASELSAN aynen ŞİŞECAM'ın İstanbul'da yaptığı gibi bu savunma sanayisindeki "start-up"ları kendi bünyesinde toplayabilir, onlardan teknolojileri geliştirmesini isteyebilir. Yani AR-GE harcamalarını eğer bizim küçük ve orta ölçekli işletmelere devrederse ya da onlara yardımcı olabilirse o sektör de çok daha iyi bir konuma gelebilecektir çünkü mevcut koşullarda, benim gördüğüm kadarıyla, ASELSAN'ın ihracatı yıllık 300 milyon dolardı, belki biraz artmış olabilir. 300 milyon dolar hiç iyi bir rakam değil, 300 milyon dolar bugün orta ölçekli ya da büyük ölçekli bir tekstil şirketinin yıllık ihracatıdır. Biz, ASELSAN'ın ihracatını artırmasını ve o kaynakları çok daha iyi kullanmasını bekleriz.
Bir kafa karışıklığını gidermek istiyorum savunma sanayisinde bu yerlilik oranı. Siz -dokümanlarınızda- buna "80-85" dediniz. Bizim gördüğümüz kadarıyla bu, 30-35 civarında. Onun sebebi de şu: Yerlilik oranında eğer ihtiyaçların siz yurt içinden karşılanmasını yerlilik oranı olarak görüyorsanız, evet, yüzde 80-85 eğer ihtiyaçlar yurt içinden karşılanıyorsa ama gerçekten o yurt içindeki şirketler yurt dışından ihtiyaçlarını, o kritik komponentleri ithal ediyorsa o zaman bizim gördüğümüz kadarıyla oradaki yerlilik oranı yüzde 30-35. Bunu yukarı çıkarmak için neler yapmalıyız, ona kafa yormak lazım. Yüzde 80 hedefi çok ciddi bir hedef, buna ulaşabilen 4-5 tane ülke var ama oradaki kafa karışıklığını mutlaka gidermek gerekiyor.
Bu liyakat sorunu önemli ve daha da önemli olan şeylerden bir tanesi de -bu savunma sanayisinde özellikle- AK PARTİ'ye yakın şirketlerin kayrılmaması. Bakın ALTAY tankı hepimizin benimsediği, istediği projelerden bir tanesi. 2018'den beri yaşananları biliyoruz. 2-3 defa ödünç alınan motorlarla açılışı, teslimatı yapıldı, şimdi bildiğim kadarıyla 2026'da teslim edilecek. ALTAY tankının gelişimine baktığınız zaman, orada ilk şirkette istenilen verim elde edilmedikten sonra ikinci şirkete yine AK PARTİ'ye yakın bir şirkete bunun devri bizleri rahatsız ediyor. Savunma sanayi dediğiniz şey bu ülke için çok kritiktir; o bakımdan, orada bana göre siyasetüstü bir yaklaşımla, bu işi gerçekten hak eden, daha önce bu konuda tecrübesi olan, bilgisi olan, uluslararası başarısı olan şirketlerle çalışmanın ben önemli olduğunu düşünüyorum.
Bir başka nokta da -çok bildiğim bir alan değildir ama- dış politika tarafına baktığımız zaman da -çünkü savunma sanayisini dış politikadan ayrı tutamazsınız- burada bir kafa karışıklığı ya da devamlı bir eksenden diğer eksene gitme görüyorum. Konuştuğum uzmanlar da bana aynı şeyi söylüyor, dünyada çok kısa bir süre içerisinde hani Rus ve Çin uçaklarından sonra şimdi Eurofighter'a dönülmesi, Sayın Cumhurbaşkanımızın her uluslararası ziyarette başka bir savunma sanayi ya da dış politika önerisiyle gelmesi oldukça kafa karıştırıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Özlale, iki dakika içinde toparlayalım.
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Çok az kaldı.
Bir nokta da -hepimiz bahsediyoruz- İsrail'in artık soykırıma varan uygulamaları. Bunlar hepimizin içini yakıyor yani buradaki bütün partilerin üzerinde anlaştığı noktalardan bir tanesi budur. İsrail'in şu anda gözümüzün önünde gerçekleştirdiği ve neredeyse "soykırım" dediğimiz zulüm. Buradaki önemli noktalardan bir tanesi -sizler sunumda bahsettiniz Azerbaycan'dan- Azerbaycan bizim için önemli bir ülke, bizim dost ve işte kardeş ülkemiz. Azerbaycan'ın İsrail'le olan ilişkilerini hepimiz biliyoruz ve o konuda da Azerbaycan'ın İsrail'e tam destek olduğunu biliyoruz. Bu konuda bizler Azerbaycan'ın biraz da hani büyük bir ağabeyi olarak belki daha onlardan farklı bir tutum almasını bekleyebiliriz. Bu beni çok rahatsız eden şeylerden bir tanesi. Azerbaycan bizim için önemli bir ülke, bizim ortak bir kaderimiz var fakat Azerbaycan'ın bu noktada İsrail'den yana tavır alması, özellikle savunma sanayisinde kendisiyle yaptıkları önemli iş birliklerinden dolayı bizim istediğimiz yönde tavır almaması hepimizi üzmektedir. Ben bu konunun da mutlaka önümüzdeki dönemde hem dış politikamızın hem de savunma sanayimizin gözden geçirilmesi gereken noktalardan bir tanesi olduğunu düşünüyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkürler.