KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli üye arkadaşlarım, değerli bürokratlar ve değerli basın emekçileri; tabii, ülkemiz birçok açıdan zor zamanlardan geçtiği bir dönemde ülkemizin bir yıllık bütçesini konuşuyoruz. Ama öyle bir dönemde konuşuyoruz ki yaşadığımız dönemin endikasyonları sadece 2016'yı değil bundan sonraki yıllarda da ekonomiyi alabildiğine olumsuz etkileyecek bir süreci yaşıyoruz. Siyasette istikrarın olmadığı, idarede istikrarın olmadığı, insanların günlük yaşamında istikrarın -ülkenin belli bir bölümün de olsa bile- olmadığı bir ülkede ekonomide, sağlıkta, eğitimde, sosyal yaşamda istikrardan söz etmek oldukça zordur.

Sayın Temizel uzunca değindiği için aynı bölüme girmeyeceğim. Evet, dünya son sekiz on yıldır -kapitalizm- bir krizin yaşandığı bir dünyaya tanıklık ediyoruz. Evet, kapitalizm bir kriz yaşıyor ve krizi sekiz on yıldır aşmaya çalışıyor. Her aşma yöntemi daha derinleşen bir krizi beraberinde getiriyor çünkü krizi doğuran nedenleri gidermek üzerinden ve yeni metodolojileri öne sürmek üzerinden değil, krizi açığa çıkarmış olan yöntemler tekrar edildiği için krizin giderilmesi bir yana derinleşmesine tanıklık ediyoruz ve bu yöntemler daha fazla daha katı uygulanarak ve bu yöntemlere bu şekliyle başvurulunca krizin derinliğinden daha başka bir şey beklemek de doğru değil. Tabii, kapitalizm yeni borçlanmalar, yeni pazarlar üzerinden krizi gidermeye çalışıyor ama bunlar krizi gideren değil, derinleştiren yöntemler olarak karşımıza çıkıyor. 2008'den bu yana, sekiz yıl içerisinde tam 12 trilyon dolar bu krizin aşılması için dolaşıma sokulmuş -belli dönemlerde kısmi rahatlamalara neden olmuş olsa bile- kapitalizm 2008'e göre bugün yaşadığı krizi aşmak, azaltmak bir yana daha büyük bir derinlikle yaşamaya devam ediyor. Bu kapitalist ülkelerle birçok açıdan münasebet geliştiren, gelişmekten olan ülke statüsündeki ülkemiz artık posası çıkmış yöntemler üzerinden kendi ekonomik krizlerini aşmaya çalışıyor. Posası çıkmış yöntem ve sistemlerden kasıt, hiçbir çözüm ve çare mecali kalmamış olan neoliberal politikalar ve buna bağlı olarak özelleştirme politikalarının yarattığı sıcak para açısından da yolun sonuna gelmiş bulunmaktadır ülkemiz. Evet, son on dört yıllık AKP iktidarı döneminde özelleştirmeden elde edilen sıcak paranın ülkenin temel ve yapısal ekonomik sorunlarını giderme açısından çok çok küçük bir meblağ açığa çıkardığını bunun da hiçbir çareye derman olmadığını belirtmek isterim.

Yabancı sermaye ülkeye çekiliyor veya çekilmek isteniyor ve yabancı sermaye açısından oldukça cazip ülke koşulları yaratılmaya çalışılıyor. Bunun için yasal düzenlemeler yapılıyor. Ancak yabancı sermaye, çok iyi biliyoruz ki özellikle yüzünü doğuya dönmüş ve oradan yabancı sermaye girişi bekleyen Türkiye'de üretime dayalı bir sermaye değil. Ne tarıma dayalı ne hayvancılığa dayalı ne de ağır sanayiye dayalı bir üretim üzerinden sermaye çekişini yaşamıyor Türkiye. Eğer deyimim çok aşırı kaçmayacaksa Türkiye'ye giren sermaye dijital sermayedir. Sadece bilgisayar ekranlarına meblağı yansıyan ve sadece bilgisayar tuşları üzerinden bunları yöneten çok sınırlı sayıdaki kişinin bu işlerle hemhâl olduğu dijital bir yabancı sermayeyle karşı karşıyayız. Finans kapital böyle bir şeydir, ülkede istihdamı artırmıyor, ülkede üretimi artırmıyor. Hiçbir açıdan ülkemizdeki ham maddeyi imal hâle getirip ihraç edilecek bir ürün hâline getirmeyen sermayenin, ülkenin ekonomik sorunlarına, devasa ekonomik sorunlarına çare olmasını beklemek de oldukça zordur.

Burada birkaç hususa özellikle dikkat çekmek isterim. Bakın, Boğaziçi Üniversitesinde Ekonomi Bölümü'nden Doçent Doktor Ceyhun Elgin arkadaşımız, akademisyen arkadaşımız, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 161 ülkenin kayıt dışı ekonomisinin peşine düşmüş ve kayıt dışı ekonomiyi mercek altına almaya çalışmış. Ancak görünen şu: Devletten gizlenen ya da devletin görmek istemediği ekonomik faaliyetlerin deyim yerindeyse bir röntgenini çekmiş. Bu röntgen raporuna göre Türkiye kayıt dışı ekonomi büyüklüğünde 34 üyeli OECD ülkeleri içerisinde birinci sırada. Kayıt dışı ekonomi açısından söylüyorum, 34 OECD ülkesi içerisinde lideriz, şampiyonuz. Yine ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 28,72'sinin kayıtlardan azade olduğu tespiti açığa çıkmış. Düşünün neredeyse ülkenin üçte 1'i, mal varlığının, hizmet varlığının, ekonomik döngüsünün üçte 1'i kayıtlardan azade. Bu özellikle devletten kaçırılan devletin denetim işlerini artırması durumunda ulaşamayacağı kayıt dışılıktan söz etmiyorum. Devletin de bir şekliyle göz yumduğu, neşter atmadığı, atmak istemediği bir kayıt dışılıkla karşı karşıyayız. Düşünün bir yıllık toplam mal hizmet üretiminin yüzde 28'i devlet bilgisi ve kamu denetimi dışındaysa sorarım, orada tam teşekküllü bir müesses nizam, tam teşekküllü bir devlet yapısından söz edebilir miyiz? Bir ülkenin yüzde 28'i yoksa orada bütünsel bir devlet yapısından söz edebilmek mümkün mü? Evet, birçok ülkede kayıt dışılık vardır ama OECD ülkelerinin hiçbirinde yüzde 10'un neredeyse üzerine çıkan bir kayıt dışılığa rastlamıyoruz. Bu yönüyle de kaydı kuydu olmayan bir ülke ekonomisiyle karşı karşıyayız biz.

Türkiye'de ekonominin, özellikle, bu hâlde olmasının birçok sebebini irdeleyebiliriz. Ancak, sermaye sınıfının kâr hırsı nedeniyle gerçekleştirdiği ve aşırı üretimden kaynaklanan bu küresel ekonomik kriz döngüsü eşiğinde, Türkiye'de yanlış politikalar neticesinde yabancı sermaye girişine bel bağlamış ve dış borca bağımlı hâle getirilen Türkiye gibi ülkeleri en başta vuracağını da iyi biliyoruz. Şimdi, hatırlardadır, 2008 itibarıyla IMF'e, Dünya Bankasına borcunu bitirmiş, borç almayacak ülke konumuna gelmiş olmakla övünen bir siyasi iktidardı AKP iktidarı ama bugün gelinen nokta itibarıyla 400 milyar dolar dış borca sahip bir ülke. Kaldı ki 2008 itibarıyla uluslararası finans kuruluşlarına borcunu sıfırlamış olan o ekonomi politiğin sahibi de AKP değildi, bunu çok iyi biliyoruz. AKP iktidara gelmeden çok kısa bir süre önce yapılmış olan stand-by anlaşmalarının bütün takviminin o dönemki ekonomik kurmayları, Ali Babacan tarafından işletilmesi ve 2008'e gelinmesiyle alakalıydı; değilse, 2008'de uluslararası finans kurumlarına borçların sıfırlanması asla AKP iktidarının bir ekonomi başarısı değildi, böyle açıklamak da oldukça zordur.

Tabii, ekonomimiz sadece 2008'den sonra açığa çıkan krizle bozulmadı; biz, bugünkü ekonomik sıkıntılarımızı sadece 2008'den sonra başlamış olan küresel ekonomik krizle ilişkilendirmiyoruz. Ancak, AKP döneminde ekonomi, sanayi üretimi hep şuna dayandı: Tarıma değil, bakın tarıma dayalı bir sanayi yok, neye dayalı bir sanayi vardı? Özellikle üretim açısından söylüyorum: İnşaata dayalı bir balon üretimdi bu. Bakın, en fazla inşaata dayalı üretimin olduğu ve inşaat üzerinden yatırımların işlediği, tüketimin ve inşaatın ön planda olduğu bir ülke ekonomisinin tarım ve sanayi üretimi açısından dışa bağımlılığın giderek arttığı... Bakın, ben coğrafya doçenti olarak söyleyeyim Sayın Bakan: 2002'de -en basitinden söylüyorum- hububat alımımız neydi, bugün nedir? ihraç eden ülke olmaktan alan ülke olan konumuna geldik. Sayın Bakan, hayvancılık açısından kırmızı et alan ülke hâline gelmişse bu ülke, ciddi anlamda ekonomik olarak kendini bir sistem sorgulamasından geçirmesi gerekiyor. Kırmızı ette dışa bağımlıyız, hububatta dışa bağımlıyız. Ee, yaş sebze, meyve açısından da geldiğimiz nokta ne? Geldiğimiz nokta, müthiş bir eforla dış politikanın toslaması sonucunda ihraç edemediğimiz, çiftçimizin elinde kalan yaş sebze meyve realitesiyle karşı karşıyayız. En son, Rusya krizinde de bunu yaşadık. Orta Doğu'ya yaş sebze, meyve, tarım ürünü ihraç edebiliyor muyuz? Hak getire. Baltıklara ihraç edebiliyor muyuz? Hayır. Kafkasya'ya, kuzeye? Yok. Elde kalmış sadece birkaç sınırlı ülke. Bunların hepsi özellikle ihracat ve onun üzerinden elde edilebilecek sıcak parayı engelleyen bir sıkıntı. Ekip biçtiği toprağı kendi kendine yeten... Dönem çiftçilerimiz, ve geçimlik tarım yapan köylülerimiz, hayvancılıkla uğraşan insanlarımız bu yanlış ekonomi politikaları sonucu, maalesef, artık kırsalda yaşamanın çok çok zor olduğu ve kırsaldan kente doğru bilinmez bir savrulmayla göçün yoğunlaştığı bir tarım realitesiyle karşı karşıyayız.

Hepimiz gördük, özellikle biz ve bizden bir dönem sonra ve önceki jenerasyonlar. Sayın Bakan, aralık aylarında Yerli Malı Haftası yapılırdı. Ben de bir eğitimci olarak son iki, üç yıldır aralık ayında Yeri Malı Haftası'nda eğitimci arkadaşları da ararım, kendi çocuklarımın da okuldaki Yerli Malı Haftasını nasıl etkinliklerle gerçekleştirdiğini sorarım. Öğretmen arkadaşlarımız ne diyor biliyor musunuz Sayın Bakan? "Ben 'Yerli Malı Haftası' diyorum, anlatıyorum, çocuklar bir sonraki gün paket yiyecekler, fast foodlar, kolalarla geliyorlar." Türkiye'nin tarımda kendine yetebilen, fazlasını çok rahat ihraç edebilen ve buradan çok ciddi bir gelir elde eden... Şüphesiz, bir tarım ülkesi olmanın sadece ekonominin tarım ve hayvancılığa dayanmasının iyi bir şey olduğundan söz etmiyorum. Bunun yanı sıra, sanayiye dayalı ekonominin de eş zamanlı olarak yükselim göstermesinin ülke açısından yaratacağı müspetlikten söz ederek bunu ifade ediyorum. Artık, tarım ürünlerimiz, yaş sebze, meyvelerimiz, kışın kuru yiyeceklerimizin yerine fast foodun, paket yiyeceklerin Coca Colaların neredeyse çocuklarımızın yerli malı olarak bilinç altına işlettiğimiz bir ülke gerçekliğine dönmüş bulunmaktayız.

Ekonomiden söz ediyoruz, ev içi emeğin sosyal güvenliği yok. Bunu Genel Kurulda da ifade ettim, ev içi çalışanlarımızın bir sosyal güvenlik sistemi yok veya bunların emekliliğe uzanabileceği bir sosyal güvenlik sistemini önceleyebileceğimiz bir planlamamız var mı acaba Sayın Bakan? Kadın istihdamının öncelendiği, geçen hafta Genel Kuruldan geçen yasa maddeleriyle alakalı olarak söylemiştim, tekrar söylüyorum: Esnek çalışma geçen haftaki torba yasanın sihirli sözcüğüydü ve emin olun, göreceksiniz, giderek yaygınlaşan, kadınların doğum ve süt izni üzerinden kurgulanmış olan, bakın, kadınların doğurganlığı ve süt izni üzerinden kurgulanmış olan esnek çalışma giderek bütün emekçilerimize yaygınlaştırılacaktır iktidarınız döneminde, bunun işaretlerini görüyoruz. Şunu düşünebiliyor musunuz? Bir özel müteşebbisin yanında çalışan kadın emekçi hamile kalır ve doğum yapar, bu doğum sonrasında artık çıkan bu yasadan sonra, kısmi zamanlı çalışma yasası var, emin olun, işveren o doğum yapan kadına süt izni kullanmaması için mobbing düzeyinde "Ben sana iki saat süt izni vermiyorum, yarı zamanlı çalışmaya geç." diyecektir ve süt izinlerini bile kullanamayacağı noktaya gelecektir çünkü ikisi arasında bir tercihe zorlanacaktır Sayın Bakan. Son bir ayda 100'e yakın yasa maddesi torbalarla, çuvallarla geçirildi burada. Bir ülkede bir ayda 100 yasa maddesi değişiyorsa, o ülkede sistem değişiyor diye düşünürüm ben, ben böyle değerlendiririm. Bir ayda 100 yasa sizce normal mi Sayın Bakan?

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Normal.

AHMET YILDIRIM (Muş) - AKP Türkiyesi'nde normal o zaman Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Gelişen Türkiye'de.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Ama rakamlarınız bunları söylemiyor Sayın Bakan. Bakın, işsizlik azalmıyor Sayın Bakan, enflasyon son üç yıldır giderek düşmüyor Sayın Bakan, dış borç azalmıyor Sayın Bakan. Gelişen Türkiye buysa, ben böyle bir gelişen Türkiye kavramından imtina ederim. Tabii, takdir sizin.

Devam edelim Sayın Bakan, bakın, madem gelişen Türkiye... Özellikle 2015'teki 1 Kasım seçiminde, hani hiç sizde seçim popülizmi olmazdı ya ekonomide, hiç tahayyül etmediğiniz, eğer tahayyül ediyor olsanız 7 Haziran seçimleri öncesinde de dile getirirdiniz, çok ciddi artışlar sağladığınızı düşünüyorsunuz, örneğin, asgari ücrette artışlar var, personel harcamalarında artışlar var. Askere, polise, siyasallaştırmak istediğiniz kamu personeline dönük yasal artışlar sağladınız... Göreceksiniz, kısa bir süre sonra yine, siyasallaştırılmasını önemsediğiniz yargı mensuplarıyla ilgili de gelecek buraya, bundan eminim. Personel harcamaları artıyor mu? Artıyor. Cari transferlerde artış var mı Sayın Bakan? Var. Veya, ithalden alınan KDV yüzde 17'ye yükseliyor mu? Yükseliyor. İthal, yıllık olarak yüzde 17 artacak ama kur yüzde 10'a kadar yükselecek Sayın Bakan. Artışlar var, gırla gidiyor ama buna karşılık, 2016 yılında geçen yıla göre yatırımlar yüzde 9 azalacak Sayın Bakan. Doğru mu Sayın Bakan? En azından verdiğiniz bilgilerden hareketle. Dahası, KÖYDES, BELDES, TÜBİTAK, AR-GE, kalkınma ajansları ve İller Bankasına aktarılan paralar geçen yıldan yüzde 28 daha az olacak. Gelişen Türkiye... Kur artıyor, personel harcamaları, cari transferler, KDV, ithalat... Sermayenin yükü azalıyor, emekçinin yükü artıyor, ülkenin yüzde 95'i belirlenen yoksulluk sınırının altında ama KÖYDES, BELDES, TÜBİTAK, AR-GE, kalkınma ajansları, İller Bankası yatırımları yüzde 28 azalıyor 2016'da. Doğru. Bakın -Garo Bey söyledi, arkadaşlar rahatsız oldu- ben asla ama asla bu kadar askerî harcamalardan bir Maliye Bakanının mutlu olabileceğine inanmıyorum çünkü bunun cefasını en çok kendisi çekecektir. Sözünü ettiğimiz az önceki parametrelerdeki olumsuzlukları gidermek için askerî harcamaların azalması lazım. Geçen hafta Genel Kurulda söylediğim hususu tekrar söylüyorum: Askerlik, polislik mesleği, bu iktidar döneminde ölme, öldürme mesleği olarak kodlandı. Oysaki biz askerlik, polislik mesleğinin ölme, öldürme veya şahadet mertebesini dış savaşlarda biliriz. Bir iç savaşta bu kadar ölümleri asla normalleştiremeyiz. Ben hiçbir arkadaşımızın vicdanının ölümlere rıza göstereceğine inanmıyorum. Askerlik, polislik mesleği iç güvenlikte ne anlama gelir? Şu an Türkiye'de olmayan ama olması gereken tahkim edilmiş özgürlükler, demokrasi ve kalıcı bir barışın korunması mesleği hâline getirilmelidir.

Bakın, samimiyet olsaydı eğer, iç savaşa dönük farklı gizli ajandası olmasaydı siyasi iktidarın... 273 bin Emniyet Genel Müdürlüğü personeli var Sayın Bakanım, 260 bini silahlı polis ve rütbelileri. Ya, sadece 13 bin -yüzde 5'ten daha az- sivil personele neden diğer personele yapılan zamlar yapılmadı? Ek göstergelerine, biliyorsunuz, polislerin geçen hafta zam yapıldı ve Genel Kuruldan bir iki maddesi geçti, yarı kaldı, yarın başlayacak; polislere de yapıldı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yıldırım, süreniz doldu. Sözlerinizi tamamlamanız için iki dakika süre veriyorum.

Buyurun lütfen.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ediyorum, riayet etmeye çalışacağım.

Bakın, eğer bir samimiyet olsaydı şey de yapılabilirdi. Yani, yüzde 4 sivil personel, aynı büroyu, aynı karakolu, aynı kışlayı kullanıyor bunlar. Çalışma barışı açısından da olsa aynı haklar onlara da verilirdi, şu anda arkamızda oturan bütün bürokratlara verilirdi, bütün kamu çalışanlarının beklentisi var. Üzülerek ifade edeyim Sayın Bakan, Komisyonumuzun değerli üyesi Hamza Dağ bu konudaki eleştirilerimize ne dedi biliyor musunuz? "Biz seçim öncesi sahada gezdik, karakollara gittik, beklentileri vardı." E, birader, sormazlar mı "Siz sadece karakol ve kışlada mı seçim çalışması yaptınız, hiç okula gitmediniz mi, hastaneye, fabrikaya gitmediniz mi, onların bir beklentisi yok mu?" Bir kapalı anket yapalım arkamızdaki bürokratlara, onların beklentisi yok mu? Sadece askerin, polisin mi beklentisi var?

Önümüzdeki 2016 umarım çok kısa sürer. 2016 yılı içerisinde nasıl bir ekonomiyi planladığımız, aslında nasıl bir ülke planladığımız anlamına geliyor. Umarım hayat beni yanıltır, umarım ülke gerçekliği beni yanıltır. Sanki daha çok kanın akması üzerine planlanan bir ekonomiyle karşı karşıyayız. Değerli arkadaşımızın söylemleri biraz buna tekabül ediyordu; hani, bazı arkadaşlarımızın rahatsız olduğu.

Söylenebilecek çok şey var. Daha sonraki turlarda umarım düşüncelerimizi ifade etmek ve Sayın Bakandan bizim için flu kalan yerlerle ilgili cevap almak üzere sorularımıza zaman şansımız olur.

Teşekkür ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.