KOMİSYON KONUŞMASI

ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de öncelikle sizleri, Değerli Komisyon Başkanı ve Divan üyelerini, Komisyon üyelerini, bugün burada görüşlerini paylaşmak için gelen bütün milletvekillerimizi ve üst kademe kamu yöneticileriyle birlikte Türkiye Barolar Birliği Başkanımız Sayın Erinç Sağkan'ı selamlıyorum ve buradan tüm halklarımıza da sevgi ve saygılarımızı iletiyorum.

Elbette genel bir değerlendirmeyi yapmadan önce, torba yasayla getirilen düzenlemelere dair bir şeyler söylemek gerekiyor. Hükûmetin yasa yapma tekniği toplumun talep ve menfaatlerini esas almadan, asıl sorunlara çözüm bulmadan ve en geniş uzlaşı sağlanmadan bu torba yasayla yine kendini gösterdi; Türkiye'de bu sistem uzun süredir işletiliyor. Bu torba yasada icra ve iflas konusundaki düzenlemeler, Ceza Usul Kanunu'ndaki düzenlemeler, organize sanayi bölgesine dair düzenlemeler ve sosyal güvenliğe dair başkaca birçok düzenleme yer alıyor yani açıkçası, bu kadar birbiriyle ilgisiz konunun Adalet Komisyonunda konuşulacak olması fazlasıyla ilginç ve fazlasıyla itici bir durum. Ancak yasa maddelerini burada konuşurken bir yandan ceza usulüne ilişkin düzenlemeleri, bir yandan da organize sanayi işleyişine ilişkin düzenlemeleri konuşacağız ama ben merak ediyorum; gerçekten, bu Komisyonun Divanı ve üyeleri acaba Adalet Komisyonu olarak bu kadar karma konuyu bir arada konuşmaktan hicap duyuyor mu? Gerçekten bunun cevabını merak ediyorum. Açıkçası şunu söylemek lazım: Yapılan bu yöntem halka kanun dayatmaktır, bu yöntemden de vazgeçilmelidir artık; yıllardır işletilen, iktidarın torba yasayla kanun yapma tekniğinden vazgeçilmelidir. Yasalar en geniş müzakere yöntemleriyle halk dâhil edilerek yapılmalıdır, toplumun gerçek ihtiyaçlarına cevap veren yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu torba yasayla da yasa yapma tekniği yine kendini tekrarlayarak toplumdan ne denli kopuk olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Türkiye'de hukukun geldiği nokta ise aslında bizler açısından çok nettir. Anayasa Mahkemesi Başkanının idarenin ve Cumhurun gözlerine bakarak "Bizim verdiğimiz kararlar tartışılabilir ama kesindir ve uyulmak zorundadır." dediği ama sesinin, sözünün zerre kıymetinin olmadığı bir ülkedeyiz, bir dönemdeyiz. Türkiye'nin iç hukukundaki en üstteki Mahkemenin Başkanı tane tane anlatıyor ama buna kulak tıkayanlar ülkenin uçurumun dibini görmesi için elinden geleni yapıyor, yapmaya devam ediyor. Anayasa Mahkemesi kararları ve AİHM kararları kesindir ve bağlayıcıdır. Bunu defalarca söyledik, söylemeye devam edeceğiz. Aksi, anayasal düzene karşı bir darbedir, Anayasa'nın ortadan kaldırılmasını amaçlayan ağır bir suçtur. Son olarak, Can Atalay kararı üzerinden yapılan da tam da budur. Biz elbette Anayasa Mahkemesini yüceltmiyoruz, zira Anayasa Mahkemesinin resmî ideolojinin koruyuculuğunu yapan bir mahkeme olduğunu da sürekli söyledik. Ancak, Demirtaş'a, Yüksekdağ'a, Can Atalay'a, Osman Kavala'ya ilişkin AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması ülkenin girdiği ama çıkamadığı sosyal, siyasal ve ekonomik krizin ana sebeplerinden biridir. Türkiye'de artık şu çok açık bir şekilde kabul edilmelidir: Yargı milliyetçi ve faşizan kanada teslim edilmiştir ve bu bumerangdan açıkçası iktidarın büyük ortağı nasıl çıkacağını da bilmiyor. Öyle ki, teslim olduğu aklın artık temsiliyetini yerine getiriyor. Yargının içine sinen çürüme ve yolsuzluk toplumda derin bir adalet krizine yol açmış durumda. Tarafsızlığını yitiren yargı ve savcılar hukukun adalet terazisini kendi çıkarları ve yine kendilerine emredenlerin çıkarları uğruna eğmekte, suça bulaşmakta, bulaşmaya da devam etmektedir. Türkiye'deki hukuk sisteminin düştüğü çürüme ve yolsuzluk yuvasına kalıcı bir çözüm bulunmaz ise bir sonraki süreç toplumun isyanı ve kendi adaletini yaratma güdüsüyle korkarız ki sonuçlanacaktır.

Değerli üyeler ve katılımcılar, sanılanın aksine Türkiye'de hukuk rafa kalkmadı. Türkiye aslında hiçbir zaman hukuk devleti olmadı ve bu gidişatla da olması mümkün değil. Resmî ideoloji hem iktidarı hem muhalefeti dizayn etti, etmeye devam ediyor. Kürt halkını ve bu ülkede tanımlanan Türklük sözleşmesini kabul etmeyen tüm halkları yok sayan bu ideoloji değişmedikçe Türkiye'nin demokratikleşmesi de mümkün değildir.

Çözümü, en basit hâliyle ifade etmek gerekirse; demokratik cumhuriyettir. Türkiye resmî tarihiyle yüzleşmelidir. Aksi, yalan dolan arşivlerin geleceğe taşınmasından başka bir şey olmayacaktır. Türkiye'de bu yüzden eski devlet-yeni devlet ayrımı da pollyanacılıktan başka bir şey değildir. Bugün ülkede bir kriz vardır, bu yalnızca ekonomik bir kriz olarak algılanmamalıdır, sorun çok daha yapısal ve derindir; sosyal, siyasal ve ekonomik bir krizden söz ediyoruz. Evrensel hukuku esas alan yöntemlerle doğru yöntemin tespiti yapılarak çözüm odaklı bir anlayış geliştirilmedikçe bu yapısal krizden çıkılması da mümkün olmayacaktır. Yaşanan bu yapısal krizden çıkılması için krizin ilk olarak vücut bulduğu yerden başlamak gerekiyor. Kabul edilmelidir ki cumhuriyete yüz yıllık esas karakterini veren 1924 yılı ve sonrasında belirlenen imha ve inkâr siyaseti yüz yıllık bir karanlığa yol açtı. Tekçi toplumsal ve siyasal program demokrasinin önündeki en büyük engeldir. Altını çizerek söylüyoruz: Resmî ideolojinin Kürt halkına bakışı aşınmadan ve Kürt halkının buna karşı mücadelesi demokratik bir çözüme ulaşmadan Türkiye'nin özgürlük ve demokrasi arayışı bir hayalden öteye geçemeyecektir. Tekrardan söylüyoruz: Üzerinde yeni bir yaşamın inşasını, özgür yurttaşlığı, eşitlik içinde birliği ifade eden demokratik cumhuriyet bugünkü yapısal krizden çıkışın anahtarıdır. Zira, demokratik cumhuriyetin anayasası en geniş toplumsal uzlaşıya dayanır. Demokratik cumhuriyetin anayasası bireysel ve kolektif hakların mutlak birlikteliğine dayanır. Demokratik cumhuriyetin yurttaşları özgür yurttaşlarıdır. Demokratik cumhuriyette farklılık içinde eşitlik anlayışı hâkim kılınır. Dilsel, etnik, mezhepsel ve cinsiyete dayanan her türlü ayrımcılık ortadan kaldırılır. Çözüm aslında bu kadar berrak ve anlaşılabilir bir durumdur ancak her şeyden önce zihinsel dönüşümün şart olduğu da unutulmamalıdır.

Bugün İmralı'da Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecride dar bakmak çözümsüzlüğün başlıca nedenlerinden de biridir. Tecrit uygulaması sadece İmralı'da başlayarak cezaevleri değil ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü de tecrit altındadır. Tecrit, yaşamın her alanını sarmış ve toplumun nefes almasına engel hâle getirmiştir. Daha iki gün önce İstanbul'da Kürtçe bir tiyatro oyununa getirilen yasak, tecridin tam da kendisidir. Türkiye, hukuku katletmeye devam ettikçe yaşamın her alanını saran bu tecrit daha da derinleşmektedir. Bu hukuksuz işkence modeline son verilmelidir.

Elbette, genelde muhalefetin kuramadığı sözleri de tecridin kendisi olarak nitelendirmek gerekmektedir. Muhalefet, bu yüzleşmeyi sağlamalı, toplumun tamamını saran bu hukuksuzluğa ve İmralı'da uygulanan bu işkenceye ses yükseltmeli, hukuksuzluğa ses çıkartmamaya dair maruz kaldığı tecridi de -İmralı nezdinde başlayarak toplumu, yaşama dair ne varsa etkisi altına alan bu tecridi- kırmalıdır. Aksi, kusura bakmayın ama lafügüzaftan başka bir şey değildir.

Bugün, cezaevlerinde devam eden açlık grevlerinin seksen altıncı günü. Tutsaklar, Kürt sorununda demokratik çözüm ve İmralı'da devam eden tecridin kaldırılması için açlık grevi başlattılar. Verilen bu mücadele, insanlık onurunu ve adaleti savunmanın bir gereğidir ve buna destek olmak vicdani bir sorumluluktur. Yine, cezaevlerinde sürdürülen bu açlık grevlerine ses olmak ve İmralı tecridinin kırılması için adalet nöbetine devam eden Barış Annelerini duymamak, vicdana kulakları tıkamak çözümsüzlüğün kendisidir.

Değerli arkadaşlarım, değerli vekil arkadaşlarım daha fazlasına değinecek. Elbette, maddeler üzerinde de daha fazla söz kurmaya devam edeceğiz ancak şunu söylemek gerekiyor: Torba yasanın birçok maddesi Anayasa'ya açıkça aykırıdır. Anayasa Mahkemesinin kararlarını esas almadan yapılan bir düzenlemedir. Anayasa Mahkemesi, dört ay önce Türk Ceza Kanunu 220/6'yı iptal etmişti. Peki, sunulan bu düzenlemeyle, bu teklifle bir değişiklik var mı? Yok. Yalnızca kelimeler üzerinden yapılan bir değişiklik ve açıkçası bu değişiklikle toplum kandırılıyor.

Elbette, ilgili madde ve diğer tüm maddelerle ilgili bizler hukuku, hukuksuzluğu teşhir etmeye devam edeceğiz ve bizler, bugün DEM Parti milletvekilleri olarak sizleri de hakikatle bağını koparmamış bir toplum adına hukuka, ahlaka ve vicdana davet ediyor, halkın gerçek ihtiyaçlarını gören ve en geniş uzlaşıyı esas alarak yasa yapmayı kendine şiar edinen bir yönetim anlayışına davet ediyoruz.

Teşekkür eder, saygılar sunarım.