| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik'in, 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 16 .02.2016 |
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli bürokratlar ve değerli basın emekçileri; hepinize iyi bir gün diliyorum.
Sayın Bakan, açıkçası ilkokuldan itibaren sosyal bilgiler dersinde ve daha ilerleyen eğitim süreçlerinde coğrafya derslerinde hepimizin bilebileceği şöyle bir klasik öğreti çocuklarımıza ve gençlerimize öğretilerek gelinir. İşte, ekonomisi tarıma dayanan ülkeler sözüm ona dünyaca işte geri kalmış ülkeler olarak tanımlanırken ekonomisi daha çok sanayiye, teknolojiye ve belli bir düzeyde de hizmet sektörüne tekabül eden ülkelerse gelişmiş ülkeler olarak adlandırılır. Ama bunun yanı sıra daha ileri eğitim süreçlerinde coğrafyacıların bütün dünyada mutabık kaldığı bir husus vardır ki o da şudur: Aslında, gelişmiş ülkeler birçok açıdan kendine yetebilen ülkeler ve tarım, hayvancılık faaliyetleri itibarıyla sadece kendine yetmekle kalmayan, bunun yanı sıra doğal üretim içerisinde olan, organik üretim içerisinde olan ülkeler bu konuda özellikle kendine yetebilirlik açısından çok daha uzun vadeli projeksiyonlar yaparlar. Kendine yetebilirliğin özellikle bölgesel kaosların yaşandığı yerlerde dışa bağımlılığı azaltabilme açısından çok büyük bir önemi vardır.
Malumunuz olduğu üzere, Türkiye'de, gerek içerisinde bulunduğu Orta Doğu bölgesel kompozisyonunda sürekli dış ilişkilerde bir gerek enerji açısından gerek ithal ettiği gerekse ihraç ettiği ürünler açısından değişkenliğin fazla olduğu, hatta değişkenliğin yıllara değil bazen aylara, haftalara sâri olduğu bir atmosferde gerek ürettiklerini satma gerekse ihtiyaç duyduğu ürünleri alabilme, ithal edebilme anlamında sürekli bir değişkenlik ihtimalini ve bunun olumsuzluğunu bir bütün olarak ülke olarak yaşayabilme potansiyelini taşıyan bir coğrafik bölgede bulunmaktadır. Buradan bakıldığında, ben, sadece tarıma dayalı olan bir ekonomiyi kastetmiyorum. Şüphesiz bir yandan bilimin, tekniğin gelişmelerini ülke sanayisine kanalize etmeye çalışırken biz, diğer yandan ise tarım ve hayvancılık açısından dışa bağımlılığı bir yana bırakalım, çevremizdeki ülkeleri de ihracat koşullarıyla çok rahat doyurabilecek doğal koşullara sahibiz.
Şu ülkede iklim açısından, hava açısından, su açısından, toprak koşulları açısından hülasa bir bütün olarak doğal koşullar açısından bırakın Türkiye'nin 79 milyona dayanmış olan nüfusunu doyurabilmeyi, inanın hani Batı Avrupa ülkelerinde özellikle entansif tarımın yapıldığı ülkelerde toprak büyüklüklerini, tarım arazilerini göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye herhâlde çok rahat 500 milyon insanı doyurabilecek, kendine yetebilen, çevresindekileri dahi doyurabilecek bir potansiyele sahip ülkedir. Ancak son haftalarda ithal edilen ürünler içerisindeki tarım ürünleri kaleminin artması, hayvancılığa dayalı ürünlerin ithal edilebilir noktaya gelmiş olmamız ülkenin sahip olduğu doğal koşullarla örtüşmeyen bir durumu ifade etmektedir.
Bu da yetmezmiş gibi, Sayın Bakan, bir de tarım ürünleri, hayvancılık ürünleri açısından ithal koşullarını kolaylaştıran, teşvik eden bir pozisyon takınıyor olmamızı ben bir coğrafyacı olarak anlamakta güçlük çekiyorum. Şöyle ki: İşte -eğer yanılıyorsam lütfen düzeltiniz- süt ithalinde vergi yükümlülüğünün kaldırılması ve kolaylaştırılması gibi bir düzenlemeye gidiyor olmak acaba nereye tekabül ediyor? Yani ülkenin tarım ve hayvancılık politikası açısından bunu biz nereye oturtabiliriz?
Çünkü Türkiye'nin orta ve uzun vadeli projeksiyonunda birbiriyle tezat olan iki projeksiyonu vardır: Bir yandan kent nüfusunun artırılmasına, kentleri daha fazla cazip hâle getirmeye, kentlerdeki yaşam koşullarını düzeltmeye hizmet eden genel politik hat izliyorken diğer yandan teşvik edilen bir husus ise -ki benim açımdan sevindiricidir- Bakanlığınız üzerinden, Kalkınma Bakanlığı üzerinden "kırsal kalkınma" denen ve pratik yaşamda maalesef karşılığı olmayan bir hedefimiz var bizim.
Çünkü bir yandan kırsal kalkınmayı dilimize pelesenk ettiğimiz bu süreç içerisinde kırsalın neredeyse bir bütün olarak 814 bin kilometrekarelik ülke sathında nüfusunun giderek azalıyor olması. Kentlerin artık büyük kent ve mega kent formlarına dönüştürüldüğü, yaşamın alabildiğine zorlaştırıldığı, doğal tarım ve hayvancılık ürünlerine erişebilmenin hem maliyetinin arttığı hem de ediniminin çok çok zorlaştığı bir ülkeye dönüşmüş olmanın üzüntüsünü yaşıyoruz. Hâlâ yıllık ne kadar kırmızı eti dışardan ithal edeceğimizi, süt ihtiyacımızı nasıl kapatabileceğimizi, düşünün ki bu cennet ülkede artık hububat ithalatını tartışabileceğimiz bir noktaya gelmiş olmanın açık söyleyeyim hepimiz açısından üzüntü veren tarafları vardır.
Şimdi, bir diğer husus, Sayın Bakan, bakın, tarım alanlarıyla ilgili planlamalarımızın son yirmi yıldır, sadece sizin iktidar döneminiz de değil, sizin iktidarınızdan önce başlayan ama iktidarınız döneminde artan bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Tarımsal arazi varlığımız plansızca kentleşmelere açılmaktadır. Bu konuda gerek merkezî planlamalar gerekse yerel yönetim planlamaları açısından her geçen gün ihtiyaçtan daha fazla tarım arazisi kaybetmekteyiz. Böyle bir realiteyle karşı karşıyayız.
Bakın, gelişmiş ülkelerde tarımsal planlama ile kentleşme arasındaki denge şöyle kurulur Sayın Bakan: Özellikle tarıma müsait toprakların hâkim olduğu arazilerin kentleşmeye açılması konusunda kısıtlılıklar getirilirken kentlerin istikametinin daha çok yer şekillerinin engebeli olduğu yamaç alanlarına yönlendirildiği realitesini gelişmiş dünya ülkeleri uygulamaktadır. Ne olursunuz bu ülkenin tarım alanlarını koruyan daha fazla önleyici tedbirler geliştirmeye çalışalım biz.
İşte, şu an burada değil ama son iki üç bakanlık görüşmesinde hemen karşımda oturan ve bir akademisyen olan Urfa Milletvekilimiz Sayın Cevheri ve sizin de seçim bölgeniz olması hasebiyle iyi bileceğinizi düşündüğüm için söylüyorum, havadan geçerken Harran Ovası'nın kentleşme ve çarpık kentleşmeden kaynaklı olarak giderek alanının daraldığını üzülerek izliyoruz biz. Bu konuda bakanlıklar arası ilişkilerin daha sıkı geliştirilerek Tarım Bakanlığının sadece tarım ve hayvancılık faaliyetleri ve bunların rekoltelerine indirgenmeden, bir bütün olarak tarım arazilerine girmeye çalışan kentleşmelere dönük de tedbirler geliştirmenin sizin Bakanlığınızla da alakalı olduğunu düşünüyorum. Bu temelde, ovalarımızı ve tarımsal arazi varlıklarımızı koruyalım, kentleşmenin çarpık, düzensiz ve sınır tanımayan bir şekildeki gelişimlerine karşı da sıkı tedbirler geliştirelim.
Bir diğer husus, Sayın Bakan, özellikle iktidarınız dönemindeki bazı rakamları, tarımsal gelirlerimizin bütçe içerisindeki payının en fazla teşvik verdiğiniz dönemler içerisinde nasıl küçüldüğünü rakamlarla görelim.
Bakın, gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki tarımın payı yüzde 12'den yüzde 9,8'e düşmüştür. Tarımsal istihdamın payı yüzde 34,9'dan yüzde 24,6'ya düşmüştür. Artık kırsalda insanların kalmasına neden olabilecek, kırsalın albenisini artıracak, kırsalda tarım ve hayvancılık üzerinden rızkını kazanabilmelerinin yolunu açabilecek tedbirlerimiz oldukça yetersizdir. Bu yönüyle, kırsal nüfus ile kentsel nüfus arasındaki dengeyi eğer gözetemezsek ne kadar entansif tarımı teşvik edersek edelim inanın ülkenin geleceğinin tarımsal ve hayvansal ihtiyaçlar açısından daha büyük bir açığa tekabül edeceğini ve bunu beraberinde getireceğini ifade etmek isterim. Tarımsal büyüme hızı, bakın, Sayın Başkan, 2013'te 3,5 iken 2014'te 1,9'a düşmüştür.
Ve burada, kendi seçim bölgem olan Muş'la ilgili olarak bazı hususları dikkatinize sunmak istiyorum. Sizin bu Bakanlıktaki göreve gelmeden önce, beş yıl önce ülkenin en büyük TİGEM devlet üretme çiftliklerinden biri olan Muş -yani ne olursunuz sözümü mazur görün ama- resmen iktidara yakın bir şirkete Doruk Holdinge peşkeş çekildi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lütfen sözlerinizi tamamlayın.
Buyurun.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Tamam Sayın Başkan.
Şimdi, kültür koruması altındaki 1.050 dekarlık lale alanında laleler sökülmüş yerine 850 dekarına buğday ekilmiştir. Çünkü siz özelleştirdikten sonra her ne kadar şartnameye koymuş olduğunuz o arazinin, TİGEM arazisinin kullanımına dair getirmiş olduğunuz kriterlerin hiçbiri şu anda Muş'ta uygulanmamaktadır. Bu konuda acaba şartnameye dercetmiş olduğunuz maddelerin takibini, alan özel müteşebbise dönük geliştirilmiş olan yükümlülükleri takip ediyor musunuz?
Şöyle ki: Bakın, çok ciddi verimli bir arazi ve Murat Çayı'nın bütün kollarıyla birlikte suladığı bu Berceye devredilen TİGEM arazisinde, halkın tarımsal faaliyetleri daraltılmış, devletin halka öncülük edebilecek rolü sınırlandırılmıştır. Sözleşmede o TİGEM arazisi içinde bulunan yıkılmaması gereken ve bu sözleşmeye kaydedilen binaların büyük bir çoğunluğu yıkılmıştır. Ve burada son on ayın büyük bir bölümünü iki seçimden ötürü Muş'ta geçirmiş biri olarak bakın bir iddiayı dile getiriyorum: Ne olursunuz bunu ciddiye alın ve bürokratlarınız aracılığıyla takip ettirin.
Biliyorsunuz, tarımsal desteklemeler iktidarınız döneminde en önemli övünç kaynaklarınızdan biridir. Bercede yani TİGEM arazisinde sadece 350 dönüme, sadece 350 dönüme ayçiçeği ekilerek 4.800 dönüm ekilmiş gibi destekleme alınmış mıdır, alınmamış mıdır?
Bakın, şirket orayı almak, işletmek, ülkenin tarımına katkı sunmak üzere kullanmıyor, amaç dışı kullanıyor. Tam aksine, 79 milyon insanın vergilerini kendi kişisel ve şirketsel çıkarları için kullanıyor. Ekmediği arazileri ekmiş gibi göstererek desteleme almaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, tekrar ek süre veriyorum.
Buyurun lütfen.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Toparlayacağım Sayın Başkan.
Buradan hareketle, bugüne kadar, devredildiği günden bugüne kadar çalıştırılmakla mükellef olduğu ve devir sözleşmesinde ifade edilen personel sayısına hiçbir zaman riayet edilmemiştir. İş kazaları artmıştır. Bunları, çok farklı yöntemlerle iş kazalarını kapatma süreci içerisine girmiştir.
Hasılı TİGEM, Muş için artık bir umut olmaktan çıkmış... Kaldı ki TİGEM'in ilk kurulma dönemindeki öyküsünü eğer bürokratlarınızdan sorarsanız kentin tarımı kalkınsın, ekonomik sorunları azalsın diye belli bir bölümü, hem de önemli bir bölümü arazilerin çevre köylerden hazineye hibe edilerek kurulmuş bir araziden söz ediyoruz, TİGEM arazisi için. Yani insanların atasından, babasından kendilerine kalmış olan bir mirası kamulaştırma adına size devretmişken siz onu kalkıp kişisel ve şirketsel çıkarlar için başkalarına kullandırma konusunda... Hani bir sözleşme yapılmıştır yasaya göre hareket edildiğini varsaysak bile devir sonrasında hiçbir bölümüne riayet edilmemiştir.
Sizden özellikle istirhamım, Muş TİGEM arazisinin devrinden sonra ne olursunuz bir gidişatını özel bir mercek altına alırsanız karşınıza çok facia, bir hoyratça kullanım gerçekliğiyle karşılaşırsınız.
Yine aynı yerdeki Bakanlığınız alanına girmese bile özellikle şeker fabrikası, şeker pancarının ekimi ve sairle ilgili çok ciddi problemlerin Muş'ta cereyan ettiğini ifade ederek, ben bütçenizin ülkenin tarımsal ve hayvansal olarak dışa bağımlılığını ortadan kaldıracak bir şekilde kullanılacağı umuduyla size de Bakanlığınıza da ülkemize de hayırlı olmasını diliyorum.