KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ben, söz istiyorum.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Buyurun.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Başkanım diyor ki: "Gene ortalık karışacak, karıştırmadan halledelim."

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Estağfurullah.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Siz benim dostumsunuz.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Biz normalleşmeden... Normalleşme önemli.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Tabii, anormal bir durum yoktu zaten bizim açımızdan.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Ben de latife olsun diye söylüyorum. Demokrasilerde fikirlerimizi konuşuruz. Tabii, sizin tecrübeli bir gazeteci olarak, televizyoncu olarak yani bu içerik üretimi ve dijitalleşme konusunda ve gazetelerin tirajları meselesinde muhakkak söyleyecekleriniz vardır. Biz de çok merakla dinlemek istiyoruz sizi.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Sağ olun.

Bir küçük anımla başlayayım. İnsanlar yaşlandıkça hatıraları başkaları için deneyim olabiliyor.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Siz yaşlanmadınız.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Öyle, öyle; var olun.

Sayın Kamran İnan'la birlikte bir röportaj yaptık, 1987 yılıydı. Röportaj sırasında Kamran İnan Bey çok ilginç bir şey söyledi, çok büyük bir şey söyledi, dedi ki: "Suriye'nin S-100'leri varsa bizim de Fırat ve Dicle sularımız var." Ben bunun üzerine teybe bastım. "Ne diyorsunuz?" dedim "Aynen böyle söylüyorum." dedi. Haberi aldım ama haberin büyüklüğünden kendim de korktum. "Evet, böyle söylüyorum." dedi. Getirdim, yazdım, Cumhuriyet gazetesinde çalışıyorum. Cumhuriyet gazetesinde sendika var, Cumhuriyet gazetesinde Cumhuriyet'in içeriğini ve yönetimini belirleyen bir kurul var, falan filan, varlar. Bir istihbarat şefimiz var, bunu çok sevmiş, gazetede manşet olacak, onu değiştiriyor "Suriye'nin tepesine demir yumruğumuzla ineriz." diyor. Şimdi, bu bir yorum ama bu yorum Kamran Bey'in söylediği bir şey değil. Ben muhabirim, o istihbarat şefi, Ankara Haber Müdürü Vecdi Bey. Biz, birbirimize girdik yani böyle yumruklaşma düzeyinde. "Ben böyle geçiyorum, ne yapıyorsan yap." dedi. Ben karşıdaki notere gittim, noterden bir ihtarname... Çünkü bizim iç düzenlememizi denetleyen kurulun ilkelerinden bir tanesi, eseri üreten kişinin eser hakkında durdurabilme, yayından çekebilme hakkını bize vermiş olmasıydı. Ben karşı notere gittim, bir ihtarname çektim. İlhan Selçuk'a gönderdim, Oktay Kurtböke'ydi -yanlış hatırlamıyorsam- o zaman Genel Yayın Yönetmenimiz, 1 tane de ona gönderdim.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Efendim, biz o dönemi nereden hatırlayalım, Hititlerden sonra o(!)

YÜKSEL MANSUR KILINÇ (İstanbul) - Hatırlayasınız diye söylemiyor zaten.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ve yayını durdurdum, haberi durdurdum. Beni bir hafta süreyle işten el çektirdiler, haber müdürüne de el çektirdiler. İnceleme sonunda haber müdürü gitti, ben geldim, haber öyle çıktı.

Şimdi, sizin söylediğiniz her şeyi yapabilmek için önce fikri üreten emekçinin örgütlü olması gerekiyor, patronun örgütlü olması gerekiyor, tekellerin kırılmış olması gerekiyor; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir ortamın olması gerekiyor. Şimdi, biz, bu yasal düzenlemeyi yapacağız ama yapay zekâyla ilgili herhangi bir yasal düzenlememiz yok. Şimdi, Rekabet Kurumuna soruyorum: Rekabet Kurumu, Google buraya geliyor, "bla bla bla" diyor, Başkan soruyor, biz soruyoruz: "Ya, ne kazanıyorsun arkadaş?" diyoruz. "Bla bla bla" "Esnafa şöyle yaptım, böyle yaptım." diyor. Rekabet Kurumu ceza kesiyor "Kaçta kaç oranında ceza kesiyorsunuz?" diyorum, yanıt vermiyorsunuz. "Onun, ticari hakkı." Peki, Türkiye'nin ticari haklarını kim... Burası şey mi, bu hakların zayi olduğu yer mi?

İki, sinema konusunda 2019'da bir düzenleme yaptınız, felaket. Yapımcıların eline düştünüz, korkunç sonuçlar doğdu. Bir sürü gelir getirici uygulama için sonunda gidip beş yıl sonra, altı yıl sonra yönetmelikte düzenleme yapmak zorunda kaldınız. SMS'le bilet alacak "Alamazsın." dedi yapımcı. Çok ağladılar, Türkiye tekel hâlinde yönetildiği için gittiler, ağlamaları gereken kişiye ağladılar, o da yasayı öyle çıkardı. Ne oldu sinema yasası, hiç. Ondan sonra pandemi geldi, sektör krize girdi, falan filan falan.

Şimdi, biz, burada aklı arıyorsak, tekelleri yok edeceksek, yeni tekeller yaratmayacaksak... "Bazı arkadaşların paraya ihtiyacı var, bizim gruplar paraya doysun, Google'dan da biraz para gelsin. Bir kurul oluşturalım, kurul da onlara yemlik olarak göndersin." Karşıyım. "Yapımcılar üstün gelsin." Karşıyım. Bir sürü uygulamanın dengesini sağlamak gerekir. Çalışanın örgütlü olduğu, patronun örgütlü olduğu, sendikanın geçerli olduğu -fikrî ve sınai, sadece bizim taraf değil, diğer taraflarda da- adaletin ve vicdanın geçerli olacağı bir düzenin nasıl yaratabiliriz? Bu, işte, MÜ-YAP, MÜSAP falan filan, oralarda da sorunlar var ama bunlar demokratik düzen içinde, demokrasi içinde çaresi bulunacak sorunlar. Eğer biz -orada da bize şey düşüyor- Avrupa Birliğinin yapay zekâyla ilgili getirdiği kuralları yasalaştırmadan ya da bu yasa metinlerinin içine yedirmeden; eğer biz çalışanların örgütlü hakkını savunabilecek, bu sektörde üretenin, fikrî eser sahibinin hakkını koruyabilecek düzenlemeleri getirmeden bu düzenlemeleri yaparsak bir şey yapmış sayılmayız arkadaşlar yani 1987'nin de gerisine düşeriz. Onun için diyorum ki: Bir, bu düzenlemelerle ilgili olarak -önce görüşlerim, sonra soru- Türkiye modelini siz söylediniz Kültür Bakanlığı olarak yani MÜ-YAP'ı, MESAM'ı, diğerlerini örnek gösterdiniz; ne düşünüyorsunuz yani Türkiye modelini oluştururken ne yapacaksınız? Birinci sorum bu. Bakanlığa kapanıp yine bazı sektör temsilcileriyle bir şey hazırlayıp gelecek misiniz, yoksa bu komisyonlarda birlikte mi çalışacağız? Nasıl bir çalışma modeliyle devam edeceğiz? "Bazı baskı gruplarını dinleyip diğerlerini dinlemeyeceğim, onların sesi çok çıkıyor." ya da "Bana yakın, ona uzak." mı diyeceksiniz, herkesi dinleyecek misiniz? Bu telif hakları konusu sadece parayla ilgili bir şey değil. Telif hakları konusu özgürlük alanlarımızı daraltan, iş ilişkilerini değiştiren... Yarın medya patronu "Sana maaş vermiyorum, sana Google'dan gelecek olan paranın da dörtte 1'ini alacağım." derse ne yapacağız? İş Kanunu'nda buna ilişkin bir düzenlememiz olacak mı? Yarın medya patronu "Ben hiçbirinizi çalıştırmıyorum arkadaş; hepiniz gidip dışarıda dolaşacaksınız, yaptığınız her şey üzerinden, Google'dan aldığınızdan bana para göndereceksiniz yoksa size bu kimliği vermem." derse ne yapacaksınız? Yarın medya patronu "Muhasebeye git, aldığın kazancın yarısını bırak." derse ne yapacaksınız? Biz özel haber dediğimiz...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Zaten şu anda böyle bir tartışma var biliyorsunuz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Var, var, olan şeyleri söylüyoruz.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Gazeteci kendi YouTube kanalından yayın yapıyor, çok iyi takip ediyorsunuz bu tartışmayı. Kurum diyor ki: "Sen YouTube yayınını yapamazsın." Gazeteci diyor ki: "Öyleyse ben bu gazetede ya da televizyonda çalışmayacağım."

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Tabii, bu tartışma güncel, bir de eski tartışmadan örnek vereyim: Kitap yazıyorum, 1 milyonun üstünde sattı. Patron çağırdı, "Hem bende çalışıyorsun hem benim yayınevimde kitap bastırdın, çıkarttın hem de şimdi buradan, benden dünyanın parasını kazanıyorsun. Olur mu öyle şey kardeşim? Madem çalışıyorsun, yazdığın kitap benimdir. Eğer yapmak istemiyorsan ayrıl, bu parayı sana ödemeyeceğim." dedi. 40 milyonun üzerinde satan kitapların sahibiyim, geçen gün çok merak ettim, ben bu kitaplardan ne kazandım diye baktım, 1 milyon lira değil arkadaşlar.

YÜKSEL MANSUR KILINÇ (İstanbul) - İyi para.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Çok iyi para.

YÜKSEL MANSUR KILINÇ (İstanbul) - Türkiye ortalamasının üstünde.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Tabii, çok üstünde.

1 milyon lira değil. O nedenle, bir şeyi yaparken -bir tecrübe olarak söylüyorum yani- çok çok başarılı bir içerik üretebilirsiniz, arkanızda bir güç yoksa ya da sizi koruyan bir yasal düzenleme yoksa bunun sonuçları felaket oluyor.

Şimdi, sorularıma geleyim. Diyorum ki: Bir: Bunun tartışma düzlemini nasıl oluşturacaksınız? İki: Dışarıdan elbette ki etki etmek isteyecekler. Patron etki etmek isteyecek, yapımcı etki etmek isteyecek, sendikalar etki etmek isteyecek, lobiler etki etmek isteyecek, Google'ın kendi başlı başına bir felaket; o etki etmek isteyecek, diğerleri etki etmek isteyecek. Bizimle nasıl bir ilişki içinde olacaksınız? Biz birlikte bunu Türkiye'nin çıkarına, hayrına bir yapıya nasıl dönüştüreceğiz? Üç: Arkadaşlar, afaki konuşuyoruz. Şimdi, biz burada hepimiz bu ülkenin sizin gibi çocuklarıyız, yarın biz gideriz, siz gelirsiniz. Yani millet bize yetki veriyor, biz oturuyoruz, yarın siz gelirsiniz. Şimdi, arkadaşlar, biz rakamları bilmeden burada yasayı nasıl çıkartalım? Google ne kazanıyor, diğerleri ne kazanıyor, Türkiye ne kaybediyor yani bilmiyoruz, rakamlara hâkim değiliz. Bize lütfen 2 yetkili olarak bu rakamlarla ilgili bilgi verin.

Sayın Başkanım, bu konuda siz çok çaba sarf ediyorsunuz, Maliye Bakanlığını da bu konuda çok uyardınız ama biz burada bir kör uçuşu yapıyoruz, körlerin fili tarifi. Sonuçta Google 8 milyar dolar kazanıyor -faraza söylüyorum yani uydurduğum bir rakam- biz bundan Google'ın kötü uygulamaları nedeniyle 200 milyon lira ceza kestik, ne kadar güzel. Kim kazandı? Ondan sonra burada çok büyük bir şey yapmışız gibi... Öyle değil, öyle olmamalı. Bize bu yasaların ticari sonuçlarını, rakamlarını getirin ki biz de... Sizin sunumunuzda güzel örnekler vardı, sizde de vardı ama biz bunları görmeliyiz ki bu büyüklükler üzerinden hem cezaları hem oranları, bunları belirleyebilmeliyiz. Hakkaniyet Türk vatandaşının adil bir şekilde burada temsiliyle gerçekleşir. Biz eğer bu adaleti kazançta ve cezada, sorumlulukta sağlayamıyorsak işimizi eksik yapmış oluruz. Bize rakamlarla gelin lütfen.

Google'ın bir tekel olduğunu anlattınız Rekabet Kurumu olarak, 4 tanesi sonuçlanmış, 1 tane de yürümekte olan davanız var. Bu davalarda kestiğiniz cezalar Google'ın kazancının kaçta kaçını oluşturuyor? Google Türkiye'de ne kazanıyor, siz ona ne ceza kestiniz? Yani Google buradan size, devlete "Al şunu da sus." mu dedi fıkrada olduğu gibi, yoksa "Bu cezayı bana elli yıl daha kessinler, sorun yok." diye yoluna devam mı ediyor, yoksa bir caydırıcılık yaratabiliyor musunuz?

İki: Rekabet Kurumu, Avrupa Birliği ve Amerika'daki uygulamalardan yani Anglosakson hukukundan ve Kıta Avrupası hukukundan yararlanarak bize bu denetim noktasında ne söylüyor? Yani MÜ-YAP gibi, MESAM gibi sivil otoritenin de katılacağı, üreten birliklerin de katılacağı bir yapı mı getireceksiniz, yoksa Amerika'daki gibi tekelin devam etmesini sağlayan, bu düzenlemeler sonucu onların daha çok kazanmasına yol açacak uygulamalarla mı karşımıza geleceksiniz, öğrenmek istiyorum.

Bir başka sorum: Hiçbir denetimi olmayan bir ülkedeyiz, hiçbir denetim yok. Yani korsanla mücadelede yetersiziz, orada yetersiziz, burada yetersiziz. Bir televizyon programından örnek vermek istiyorum: Versace'nin patronu bir hanımefendi Larry King'in programında röportaj yapıyorlar. Larry King bir tişört çıkarttı, hanımefendiye -ismini hatırlamıyorum şimdi, sahibiymiş Versace'nin- gösterdi, "Bu tişört size mi ait?" dedi. Hanımefendi eline aldı, baktı, "Evet, bu tişört bizim tişörtümüz." dedi. Larry King "Korsan bir ürün olabilir mi?" dedi. Hanımefendi tekrar aldı, baktı, baktı "Bunu nereden aldınız?" dedi, adam dedi ki: "İstanbul'dan aldık." Hanımefendi de "Ha, onlar yapıyorlar." dedi. Yani sahibine orijinali hissini verecek bir şey. Böyle bir toplumsal düzeni ya da bir sosyal hayatı biz telif yasalarıyla veya diğer yasalarla düzenlemeye çalışıyoruz. Ben rekabetle ilgili, bu telifle ilgili ilk yasalar çıktığı zaman, 90'lı yıllarda gazeteciydim. Dünyada bizi bu işe çok zorladılar çünkü biz pazar ülkeydik, bütün buralarda hakkımızı, hukukumuzu masada bırakarak, o zamanki iktidarlara baskı yaparak bu yasaları çıkarttık; şu an elimizde ne var ne yoksa karşı tarafta, dünyayı öyle bir yere getirdiler. Şimdi, yasal bir düzenleme yaparken bu ülkenin hakkını, hukukunu, özgürlüğünü... Motor yapamayan bir ülkeden bahsediyoruz; uçağı yapıyor, motoru yapamıyor; motor yoksa uçak yok. O nedenle bizim motor yapma hakkımızı elimizden alacak bir telif düzenlemesine karşı olduğumu ifade etmek isterim. Bu tür konularda neler düşündüğünüzü öğrenmek istiyorum.

Süremi çok fazla aştım; çok teşekkür ediyorum, sağ olun.