KOMİSYON KONUŞMASI

MURAT EMİR (Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli Komisyon üyeleri, teklif sahipleri, Komisyonumuza eşlik eden konuklarımız ve basın emekçileri; hepinizi en içten saygılarımla selamlıyorum.

Önümüzde çok önemli bir yasa teklifi var; gerçi buna bir "teklif" demek çok zor ama yine de teknik anlamıyla "teklif" diyelim ve 1 milyonun üzerinde öğretmenimizi, 20 milyonun üzerinde öğrencimizi ve ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren bir teklifle karşı karşıyayız. Dolayısıyla, bu teklifin tüm yönleriyle ayrıntılı bir biçimde, tüm tarafların katıldığı, etkin olduğu, süreçlerinin işletildiği, Komisyon çalışmasının bir mutfağa dönüştürüldüğü bir süreçte yürütülmesi son derece değerlidir. Özellikle biz buna ısrarla "teklif" dememeye gayret ediyoruz çünkü teknik olarak teklif olsa da daha önce Sayın Bakanın ifade ettiği, bu teklifin sahiplerinin ifade ettiği gibi, bu yasa tasarısı Bakanlığın koridorlarında hazırlanmış, kimlerden görüş alındığını biliyoruz ve sonuçta da Komisyonumuzun önüne getirilmiş. Yine Komisyonumuzun önüne getirildikten sonra da âdeta kaçırır gibi tali komisyonlara göndermiş olmasına rağmen, yeterli süre verilmediği için, tali komisyon başkanları, aslında yetki aşımı yaparak komisyonlarını toplamadan karar vermişler ve "Bizim böylesine bir kanun teklifine vereceğimiz bir katkı yoktur." demişler. Dolayısıyla da alelacele yürütülen bir kanun süreciyle karşı karşıyayız.

Gerçi biz buna alışkınız; özellikle millî eğitim söz konusu olduğunda, Türkiye'nin konuşmadığı, konuşturulmadığı, tarafların düşüncesini söyleyemediği, aktaramadığı ve birilerinin bir yerlerde pişirip taşırıp, Meclisin önüne getirip acele bir komisyon çalışması, acele bir Genel Kurul çalışmasıyla geçirdiği yasalara alışkınız.

Dolayısıyla, bakın, burada, öncelikle usul açısından, yapım tekniği açısından Anayasa 153'e açık bir aykırılık var -153 değil, pardon- Anayasa'mıza göre, Anayasa 88'e göre kanun teklifleri ancak milletvekilleri tarafından verilebilir ve kanun teklifi verme tekeli milletvekillerindedir, kanun teklifini ancak milletvekilleri hazırlayabilir. Dolayısıyla, Bakanlıktaki Sayın Bakanın, ilgili bürokratların, ilgili size yakın sendikaların "Biz kanun teklifini hazırladık, bitirdik, inşallah, Meclis de görüşecek." gibi sözleri Anayasa'ya açık bir aykırılık içermektedir, yasamanın devredilmezliği ilkesi açıkça çiğnenmiştir.

Anımsayanlar olacaktır içinizde, 2017 ucube Anayasa değişikliği getirildiğinde, tek adam rejimi Türkiye'ye dayatıldığında biz "Böylesine geniş yetkiler, yasama, yürütme ve yargının birinci elden belirlenmesi yetkisi bir kişiye verilemez." dediğimizde demişlerdi ki: "Sandığınız gibi değil, aslında parlamenter sistemde kuvvetler birliği vardır, yasama ile yürütme birbirine iç içe geçmiştir; dolayısıyla, biz yasamayla yürütmeyi tamamen birbirinden ayırıyoruz." Hatta o sizin Bülent Arınç'ın da beğenmediği, sert eleştirdiği Mehmet Uçum o zaman "Biz, Meclisten hükûmeti kovuyoruz." demişti ama öylesine bir noktaya geldik ki, bırakın hükûmeti kovmayı, Hükûmet her şeyiyle burada, Bakan burada, Bakanın kanun teklifleri, tasarıları burada, biz de bunu milletvekilleri hazırlamış gibi görüşüyoruz, üzerinde çalışıyoruz.

Bakınız, elimde daha önce çıkarılmış, yine aynı yöntemlerle hazırlanmış, yine arka kapılarda, karanlık odaklarda üretilmiş Öğretmenlik Meslek Kanunu var. Biraz önce Sayın Suat Milletvekilimiz bahsettiler, burada özellikle bir süre var ve süre bitmiş olmasına rağmen, ne yapıyorsanız, başka hangi önemli işleriniz var ise bekletmişsiniz, çalışmamışsınız ve şimdi geç de olsa getiriyorsunuz ama Komisyonu acele ettiriyorsunuz. Sizin gecikmenizin bedelini Türkiye'de milyonlarca öğrenci, milyonlarca öğretmen ve Türk halkı, maalesef, geleceğinin karartılması yoluyla ödemek zorunda kalacak; bir defa bu gecikmeyi ne bizim ne öğrencilerimizin asla affetmeyeceğini tutanaklara geçirmek isterim.

Çok daha önemli bir nokta arkadaşlar, bakınız, Anayasa Mahkemesi birçok yönden bu kanunu iptal etti; merak edenler, açıp tutanaklara bakabilirler. Biz, yine bu Komisyon salonunda, yine sözlerimizde bu kanun tasarısının yanlış olduğunu, bu kanun tasarısının eksik olduğunu, bu kanun tasarısının Türkiye'nin eğitiminin hiçbir sorununu çözemeyeceğini ısrarla söylemiştik ama o zaman da kulaklar tıkanmıştı, parmaklar kalkmıştı, inmişti ve alelacele geçmişti. Peki sonuçta ne oldu? Anayasa Mahkemesi birçok yönden iptal etti çünkü yeterli çalışılmadı, herkesin görüşü alınmadı, yasa teklifi olgunlaştırılmadı, Anayasa göz göre göre çiğnendi. Güvenilen neydi? "Nasılsa Anayasa Mahkemesinin kararları geriye doğru yürümüyor, biz bir tarafından başlayalım, Anayasa Mahkemesi iptal ederse eder, bir daha gönderirse aynısını çıkartır göndeririz ve -hatta bazen söyledikleri gibi- gerekiyorsa Anayasa Mahkemesini de kaldırırız, Anayasa Mahkemesi bizden üstün mü canım?" yaklaşımı da söz konusuydu.

Bakınız, Anayasa Mahkemesi... Burada, bu kanunda özellikle atamalar, terfiler birçok yönüyle idareye bırakılıyordu, Millî Eğitim Bakanına ve onun bürokratlarına öğretmenlerin özlük haklarıyla ilgili birçok yaşamsal konu aktarılıyordu. Anayasa Mahkemesi dedi ki: "Hukuk devletinde böylesine kanunsuz yetkiler bir kişiye veya bir bürokratik kadroya bırakılamaz, yetki ancak kanuni olabilir." Hukuk devleti açısından, Anayasa'nın 2'nci maddesi açısından bu kanun teklifini iptal etti, idarenin ancak kanuni olabileceğini söyledi. Aynı şekilde, Anayasa Mahkemesi öğrencilerimizin eğitim hakkının ihlal edildiğini söyledi. Aynı şekilde, bu kanun, atamalarla ilgili olduğu için, gençlerimizin; o umudunu öğretmen olmak üzere biriktirmiş, anne-babasının o zor koşullarında eğitim fakültelerinden mezun olmuş, öğretmen olma hayali kuran idealist öğretmenlerin ve "Benim çocuğum bir gün öğretmen olacak, sınıfına güneş olarak doğacak, Türkiye'ye fikri hür, vicdanı hür, yeni nesiller yetiştirecek." diyen ailelerin umutlarını karartmıştır ama Anayasa Mahkemesi bu yasanın gençlerimizin çalışma hakkını ve öğrencilerimizin eğitim hakkını ihlal ettiğini söylemiştir. Maalesef, bugün önümüze getirilen kanun teklifi yine aynı içeriktedir.

Bakınız, burada, özellikle dokuz ay içerisinde yapılması gereken bir yasal düzenlemenin hâlâ yapılmamış olması Anayasa Mahkemesinin kararlarının bağlayıcılığı ilkesini ortadan kaldırmaktadır. Anayasa 153'e göre Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır; yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar ama sizin bu Anayasa 153'le başınız belada, bunu biliyoruz. Özellikle Can Atalay kararında görüldüğü gibi, Anayasa Mahkemesi 2 kez... Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi, Can Atalay'ın milletvekili seçilmiş olmasına rağmen tutukluluğunun sürdürülerek milletvekilliği görevini yapamaz kılınması ve Yargıtayın özellikle Anayasa Mahkemesine uymayacak şekilde yeni kararlar alması, hatta son kararında Anayasa Mahkemesini küçük düşürecek şekilde yetkisini son derece aşarak bir hukuk devletinde asla olmayacak bir biçimde "Ortada uyulması gereken bir kanuni karar yok." diyecek kadar şirazeden çıktığı bir dönemde bu Anayasa 153'ün uygulanması son derece önemli. Anayasa Mahkemesi kararları bizi bağlıyorsa dokuz ay süre var iken ne yaptınız, niye beklediniz? Niye görevinizi yapmadınız? Niye bu Komisyonu çalıştırmadınız? Niye Meclisi çalıştırmadınız? O arada daha önemli hangi işiniz vardı ve bugün bizi, yine böylesine alelacele bir kanun yapmak noktasına niye taşıyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, bakınız, bu kanun teklifi -birazdan biraz daha ayrıntılı anlatacağım- bir bütün olarak Anayasaya aykırıdır. Özellikle yasamanın usulü çiğnenmiştir, biraz önce ifade ettiğim gibi, Bakanlığın hazırladığı bir tasarıdır aslında, teknik olarak "teklif "diyorsunuz ama bu bir teklif değil, zaten taraflarını itirafları var ama özellikle eşitlik ilkesi çiğnenmektedir, özellikle kimi yetkiler Bakana verilirken hiçbir nesnel ölçüt getirilmemiştir, objektif kriter konmamıştır. Bir hukuk devletinde bir idari makam, bakan dahi olsa, yetkilerini keyfî kullanamaz, kimse kanundan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaz. Dolayısıyla, burada idareye son derece geniş yetkiler vererek... Ne gibi? İşte, bu elimdeki iptal edilen kanun gibi. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesinin yine iptal edeceği ve yine Anayasa'nın her tarafından ilga edildiği bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız.

Yine, sosyal devlet ilkesi ortadan kaldırılmaktadır; kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı, gençliğin korunması, kamu hizmetine girme hakkı... Yani, Anayasa'nın 5'inci, 10'uncu, 17'nci, 42'nci, 48'inci, 49'uncu, 58'inci, 70'inci, 88'inci, 153'üncü ve çok daha önemlisi Anayasa'nın 2'nci maddesi, hukuk devleti ilkesi maalesef çiğnenmiştir.

Değerli arkadaşlar, vaktinizi çok almak istemiyorum ama biraz maddelerle ilgili de Anayasa'ya aykırılıkları Komisyonumuzun gündemine getirmek isterim. Bakınız, "hazırlık eğitimi" adı altında bir kavram ihdas ediliyor ve 10'uncu maddede hazırlık eğitiminde başarının nasıl belirleyeceği, hazırlık eğitiminin ne olduğu da 9'uncu maddede belirleniyor. Oysa, YÖK Kanunu'na baktığınızda, YÖK Kanunu'nun 4'üncü maddesine göre öğrencileri ilgi ve yetenekleri yönünde, yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap verecek, aynı zamanda kendi geçim ve mutluluğunu sağlayacak bir mesleğin bilgi, beceri, davranış ve kültürüne sahip vatandaşlar olarak yetiştirmek görevi YÖK'e verilmiştir. Dolayısıyla, YÖK'e verilmiş bir yetkinin sonrasında Millî Eğitim Bakanlığına devri Anayasa'ya aykırıdır ve Anayasa'nın ilgili hükümlerini ortadan kaldırmaktadır. Öğretmen yetiştirme sistemimizde öğretmen adayı öğretmen yetiştiren yükseköğretim programlarını seçen, öğretmen ise programlardan mezun olanlardır. Oysa, şimdi bir "hazırlık eğitimi" kavramı getiriliyor, bunun nasıl ölçütlendirileceği belli değil, nasıl karar verileceği belli değil; idareye bu eğitimi nasıl düzenleyeceği, başarılı olmayanın nasıl olacağı... Ve özellikle de yükseköğretime dayalı insan gücü yetiştirme, özel kanunda belirtildiği gibi meslek sahibi yapma yetkisinin Millî Eğitim Bakanlığına aktarılması Anayasa'ya açık bir aykırılık teşkil etmektedir.

Bakınız, teklife göre, ilgili yükseköğretim programının bitirilmesiyle değil ancak hazırlık eğitiminin başlamasıyla kazanılan bir ünvan hâline geliyor; bu, son derece önemli. Bugüne kadar, kurulu sistemde eğitim fakültelerine devam eden ve bunu bitiren öğretmenlerimiz öğretmen adayı oluyorlardı ve bu kişiler öğretmen olmaya hak kazanıyorlardı. Oysa şimdi yepyeni bir kavram üretiliyor, "hazırlık eğitimi" deniliyor ve sonrasında da bu yolla da yepyeni bir baraj konuluyor gençlerimizin önüne. Âdeta 1 milyon atanmayan öğretmeni bir anda yok ediyorsunuz; bu, çok büyük bir sihirbazlık. Atanmayan öğretmenler bitiyor çünkü eğitim fakültesi mezunlarına artık "öğretmen adayı" demiyorsunuz, "Biz bunları bir şekilde hazırlık eğitimine alacağız, hazırlık eğitimini geçebilirlerse biz bunlara 'öğretmen adayı' diyeceğiz." diyorsunuz ama bu hazırlık eğitiminden ne anladığınızı, bu hazırlık eğitimine öğrencileri nasıl alacağınızı, hangi objektif kriterlerle kabul edeceğinizi ve hangi öğrencilerin hangi objektif kriterlerle bu eğitimi geçmiş sayacağınızı söylemediğiniz için tamamen keyfî, bir hukuk devletinde olmayacak kadar idareye geniş yetkiler tanıyan ve en nihayetinde de Anayasa'nın ilga edildiği bir maddeyle karşı karşıya kalmış bulunuyoruz.

Yine, 13'üncü maddesinde, bakınız, Bakan 5 kişilik bir Disiplin Kurulu -birçok kanunda görüyoruz ve Anayasa Mahkemesi bunları iptal ediyor- oluşturuyor. Bir defa, Bakanın ve bu Disiplin Kurulunun kendi disiplinlerinin nasıl sağlanacağı bir muamma çünkü onların da belirli bir disiplin tüzüğüne bağlı olması gerekir; o bir defa muamma ama sonuçta bu Disiplin Kurulunun hukuk devleti ilkesine aykırı olacağı apaçık ortada çünkü burada bu kurulun nasıl çalışacağı, bu kurulun hangi kriterlere göre çalışacağı, bu kriterlerin nasıl belirleneceğine yönelik hiçbir şey yok.

Şimdi Sayın Başkan bana olumlu anlamda kafa sallıyor, öyle anlıyorum ki "Var." anlamında söylüyor veya oluşturulacak.

BAŞKAN MAHMUT ÖZER - O sizin yorumunuz.

MURAT EMİR (Ankara) - Evet yani şöyle bir noktaya geliyorsak eğer, bakın, hukuk devletinde işte, biz buna karşıyız; "Biz bu kanunu çıkarırız, merak etmeyin, yönetmeliğini çıkarırız." deniyorsa bu işler yönetmelikle düzenlenmez. Bu işler, özellikle disiplin işleri kanunla düzenlenmek zorundadır. İdareye, Bakana, ne olursa olsun "Disiplin Kurulunu oluştur, bu Disiplin Kurulunun nasıl çalıştırılacağına, nasıl işleyeceğine, nasıl karar vereceğine sen karar ver, biz karışmıyoruz." diyemeyiz; bunları belirlemek kanunilik ilkesine göre bu Komisyonun ve yasamanın, Meclisimizin görevidir.

Aynı şekilde, bakınız, 15'inci maddede bir "sözleşmeli öğretmen" kavramı var. Değerli arkadaşlar, sözleşmeli öğretmenlik ülkemizde eğitimin ağır bir yarasıdır, çok önemli bir sorundur; öğretmenin sözleşmelisi olmaz. Öğretmen kamu görevi yapıyor Anayasa'mıza göre. Bakınız, diyor ki Anayasa 128: "Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür."

Değerli arkadaşlar, eğitim, bir devletin üstlenebileceği en önemli kamu görevlerinin başında gelir. Eğitimin kamu görevi olduğu konusunda içinizde herhangi bir tereddüdü olan bir arkadaşım olmasa gerektir. Eğer eğitim gerçekten de bir kamu görevi ise -ki öyledir- o zaman kamu görevlileri tarafından yürütülmesi de asıldır, esastır. Bir sözleşmeli öğretmen modeliyle geçici olarak kimi okullarda akan kanı durdurmak için, bir sorunu o an için gidermek için sözleşmeli öğretmen alınmış olabilir ama bize düşen, sözleşmeli öğretmenliği kurumsallaştırmak, yerleştirmek, ona yasal bir destek sunmak yerine sözleşmeli öğretmenlik sorununu bu Komisyonda birlikte çalışarak ortadan kaldırmaktır. Öğretmenlerimiz bizden bunu bekliyor, atanmayan öğretmenler bunu bekliyor, öğretmen aileleri, öğretmen anne-babaları bizden bunu bekliyor. Dolayısıyla da bırakın sözleşmeli öğretmenliği burada kurumsallaştırmayı, tam tersine sözleşmeli öğretmenliği bu ülkenin gündeminden çıkaracak etkili önlemleri almak bu Komisyonun en başta gelen görevi olmalıdır.

Bakınız, kanun teklifinin 22'nci maddesinde yine, Anayasa'nın 2'nci maddesine yani hukuk devleti ilkesine açık bir aykırılık var. Ben maddeyi okuyayım: "Yurt içi veya yurt dışında, yerli veya yabancı kurum ve kuruluşlarla veya başka ülkelerle iş birliği anlaşması çerçevesinde kurulan ve ulusal veya uluslararası proje yürüten okul ve kurumlara, Bakan onayı ile özel program ve proje uygulayan okul ve kurum olarak seçilenler ile Bakan onayıyla doğrudan Bakanlık merkez teşkilatına bağlanan kurumlara yapılacak öğretmen atamaları ve yönetici görevlendirmeleri Bakan tarafından yapılır." diyor. Bakın, bu kadar yetkiyi bir kişiye veriyoruz, bu bir hukuk devletinde olacak bir şey değildir. Daha önce -anımsayacaksınız- şu iptal edilen kanunda bizim ısrarla karşı çıktığımız, Türkiye'nin ayağa kalktığı proje okulları getirdiniz, proje okullarda yer alan öğretmenleri, yöneticileri atama keyfiyetini Bakana bıraktınız. Türkiye'de herkes ayağa kalktı, eğitimin bütün tarafları ayağa kalktı, dinlemediniz ama bunlar iptal edildi. Şimdi, tekrar dönüyorsunuz, bu kadar geniş yetkiyi Bakana veriyorsunuz. Sayın Bakan, bu kadar yetki kullanmaya niye meraklısınız? Siz Millî Eğitim Bakanlığında hangi kadrolaşmanın peşindesiniz ve özellikle Türkiye'ye dayattığınız Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli... Ki o ismi söylemekten bile bence biraz, bizim değil ama sizlerin yüzünün kızarması lazım çünkü en nihayetinde AKP'nin seçim propagandası malzemesiydi. AKP'nin bir seçim propagandası malzemesi, seçim sloganı olarak kullandığı bir sözü getirip de eğitim gibi objektif, tarafsız, eşit, çağdaş ve gençlerimizi geleceğe hazırlayacak bütün nitelikleri taşıması gereken önemli bir hayati konuda getirip AKP'nin seçim sloganını başlık yaparsanız, bu, gerçekten hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği ve vicdanı olan AKP'lilerin de önüne bakacağı bir durumdur ama o Maarif Modeli'nin içine baktığımızda, Türkiye'de özellikle laik devlet ilkesinin unutulduğunu, çağdaş eğitimin unutulduğunu, Atatürk'ün unutulduğunu, Atatürk devrimlerinin unutulduğunu açıkça görüyoruz. Dolayısıyla, bu kafadaki bir Millî Eğitim Bakanına böylesine yetkilerin verilmesinin, kafalarına göre olan bir toplum modeli, kafalarına göre bir eğitim modeli, hayallerindeki, özellikle tedrisatından geçtikleri malum o "Yunan kazansaydı." diyenlerin veya Atatürk'ü ve Kurtuluş Mücadelemizi bir türlü benimseyemeyenlerin görüşlerine katılacak bir biçimde o örümcek tutmuş kafalarındaki o ideolojik saplantılarını gençlerimize empoze etmek üzere bir eğitim modeli dayatan Bakanın bunca yetkiyi ne tür atamalar için, kimleri bir yerlere getirmek için kullanacağını da elbette biliyoruz ama burada tekrar ifade etmek isterim ki hangi Bakana verirseniz verin, Bakanın kişiliğinden, tutumundan bağımsız olarak bir idari makama böylesine kanunsuz, geniş yetkiyi vermeyi asla doğru bulmuyoruz. Aynen bunun da sonu iki yıl önceki teklife benzeyecek, Anayasa Mahkemesi bunu iptal edecek ama sizin arada atadıklarınız size kâr kalacak. İşte, bu yüzden Anayasa'yı çiğniyorsunuz, Anayasa'yı çiğnemekten de asla geri durmuyorsunuz.

Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bakınız, yine, 6'ncı maddede... 34'üncü maddede, Bakanlık müfettişi veya eğitim müfettişinin denetim ve incelemesi sonucunda öğretmenlik mesleği yeterlilikleri çerçevesinde görevini yerine getirmede yetersizliği tespit edildiğinde bu öğretmenimizi bir daha teftiş ediyorsunuz, "2 defa yetersizlik tespit edersek de genel idare hizmetleri sınıfına aktaracağız." diyorsunuz. Bunu neye göre yapacaksınız? Bakın, bir hukuk devletinde -yani bu kelimeyi çok kullanıyorum çünkü Anayasa 2'ye açıkça aykırı- bir idareci -bu kişinin sıfatı "Millî Eğitim müfettişi" veya "eğitim müfettişi"- bir öğretmenimizi denetliyor; nasıl denetleyecek, hangi ölçütlere göre denetleyecek, nasıl sonuçlandıracak, hangi kriterleri kullanacak belli değil ve bu kişinin görev yeri değiştirilecek, eğitimden çekilecek bu kişi. Bakın, çok net bir karar veriyor, bir öğretmene "Sen artık öğretmenlik yapamazsın." diyor, "Sen sınıfa giremezsin." "Senin çocuklarla, gençlerle, öğrencilerle yan yana gelmen bu ülke için olumsuzdur, olamaz." diyor. Bunu söyleyen kişi, bir kişi arkadaşlar. Bir hukuk devletinde böylesine geniş bir yetki, bir kişinin bütün kariyeriyle oynayabilecek bir yetki bir idari makama verilebilir mi? Böyle bir yasaya "ölçülü, yerinde, hukuka uygun, sınırları belirli bir yetki kullanılıyor" denilebilir mi? Bakın, tekrar ediyorum, bu olacak şey değil, bu yanlıştan dönün. Bu "Biz bizimkileri bir atayalım, geride bir şeyler kaldıysa onları da hemen temizleyiverelim." yasasıdır, başka bir şey değil ve bilin ki bu Komisyonda eller kalkar iner, Genel Kurulda aceleye getirirsiniz ama bu ülke, bu gelecek, bu ülkenin gelecek nesilleri sizi affetmez.

Eninde sonunda gidiyorsunuz, eninde sonunda gideceksiniz, eninde sonunda bu teklifler iptal edilecek, eninde sonunda, gelen diğer kadrolarla, bu tekliflerle, bu Anayasa'ya aykırı, yetkisiz, aslında olmayan yetkilerin kullanıldığı, Anayasa'dan kaynaklanmayan yetkilerin kullanıldığı bu yasa tasarılarıyla yaptığınız bütün yanlışları onaracağız, bütün eksiklikleri gidereceğiz, bütün kadrolaşmalarınıza tekrar, bir şekilde, hukuk düzeni içerisinde elbette hesaplaşılacak ama gelecek nesiller sizi affetmeyecek.

Bu Komisyon çalışmalarının verimli olmasını, söylediğimiz hususların tekrar dikkate gelmesini, Anayasa'ya uygun bir yasama faaliyeti yürütmemizi ve özellikle de usuli açıdan yapılan yanlışlıklardan geri dönülmesini, hiç olmazsa Komisyon çalışmalarının tali komisyon çalışmalarıyla birlikte ayrıntılı, yeterli, doyurucu ve herkesin görüşünü ifade edebildiği bir şekilde olgunluğa getirilmesini diliyorum.

Komisyonumuzun çalışmalarında başarılar diliyorum.