Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
Konu | : | Sinop Milletvekili Nazım Maviş ve 101 Milletvekilinin, Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi (2/2239) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 03 .07.2024 |
YILMAZ HUN (Iğdır) - Teşekkür ediyorum.
Bu kanun teklifinin genel gerekçesi kanun teklifiyle birlikte değerlendiğinde birbiriyle örtüşmediği açıktır. Teklifin hazırlık aşamasında, öğretmenlerin, eğitim ve bilim iş kolunda örgütlü sendikaların, meslek örgütlerinin teklif hazırlığı aşamasına dâhil edilmediği, çalışmaların gizli yürütüldüğü görülmüştür. Biz böyle düşünüyoruz. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından tek taraflı hazırlanan teklif, 14/2/2022 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu'nun bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmesi üzerine hazırlanmıştır. Teklif bir meslek kanunu niteliğini taşımamaktadır, meslek kanunu sistematiğine uygun olarak hazırlanmıştır. Örneğin, kanun, mesleği icra eden öğretmenlerin tamamıyla ilgili bütünsel bir yaklaşım sergilememektedir. Özel öğretim kurumlarında görev yapan öğretmenlere birkaç yerde vurgu yapmış. Ders ücreti karşılığı ders okutan öğretmenler hakları açısından yok sayılmış, 2 yerde kapsama dâhil edilmiştir. Bir bütün olarak hayati bir kamusal hizmet eden öğretmen onuruna yakışır standart belirlenmemiş, sosyal ve mali hakları kapsam dışı tutulmuş; öğretmenliğe yeniden atanma, disiplin cezaları, aylık ve ödemeleri, ek ders ücretleri, lojman, kıyafet yardımı, hazırlık ödeneği, sicil ve özlük dosyası, görevlendirme, izinler, öğretmenler kurulu gibi temel hak ve güvencelere yer verilmemiştir. Genel olarak teklifin öğretmenlerin niteliklerini, atanmalarını, görev ve yetkilerini, haklarını ve yükümlülüklerini düzenlediğinden söz edilemez.
Öğretmenlik mesleğiyle ilgili uluslararası sözleşmeler, yol gösterici belgeler, ulusal ve uluslararası deneyimlerden yararlanılmamış; diğer meslek kanunları örnek alınmamıştır. Kanun teklifi hazırlanırken en çok gözetilmesi gereken 5 Ekim 1966'da Paris'te yapılan Hükûmetlerarası Özel Konferans'ta oy birliğiyle kabul edilerek karara dönüştürülen, Türkiye tarafından da imzalanan 1966 ILO/UNESCO Ortak Belgesi olan Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi'dir. Tavsiyede mesleki standardı korumaya yönelik temel ilkeler ortaya konulmuş, genel bir çerçeve çizilmiştir ancak önümüze gelen bu kanun teklifinde Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi temel ilkelerinin yer almadığı aşikârdır. Ayrıca tavsiyenin "İlerleme ve Yükselme" başlıklı bölümünün 41'inci maddesinde "Müfettiş, okul yöneticisi, eğitim müdürü ya da özel işlevler içeren başka bir konum gibi öğretimde sorumluluk konumlarına deneyimlilerin atanması, olanaklar ölçüsünde, yerinde olacaktır." denilmektedir. Meslekte ilerleme ve yükselmenin başlıca ölçütü iş deneyimi olmalıyken Bakanlığın görmezden gelmesi uluslararası yükümlülüklerle bağdaştırılamaz.
İktidar "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" adını verdiği yeni müfredat modelini onaylamış, 2024-2025 eğitim-öğretim yılının başlayacağı 9 Eylül 2024'ten itibaren okul öncesi, ilkokul 1'inci sınıf, ortaokul 5'inci sınıf ve lise 9'uncu sınıftan başlamak üzere kademeli şekilde uygulanacağını duyurmuştur. "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" adını verdikleri bu eğitim modelinin amacı nedir? İktidar ilk yola çıktığından beri nasıl dinsel değerleri araçsal kılıp dinsel popülizmi siyasetinin ana hattı yaptıysa Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli de benzer şekilde yetkin, erdemli ve maneviyatı tam nesil yetiştirme amacı gütmektedir.
Tekliği topluma dayatmak adına bireysellik kavramını öne çıkaran Maarif Modeli aynı zamanda "vatanseverlik" adı altında tekçi, ırkçı bir nesil yaratmanın kuruluş amacını hâlen taşımaktadır. Bu modelin bireyi yeniden tasarlayan, sorgulamayan, eleştirmeyen, düşünmeyen, itaatkâr ve biat eden toplum yaratmaya yönelik olduğu açıktır. İktidar, bu modelle kendi parti programını eğitim programı olarak sunmuştur. Yeni eğitim müfredatı Türkçeye, Türklüğe indirgenmiş kendi Müslüman tanımını oluşturmaya yönelik, otoriteye ve muktedire biat edecek nesiller oluşturmaya yöneliktir.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'yle kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu işçi yurttaşı sağlamak istenmektedir. "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" adını koyduğu biat eden, itaat eden, kendi ideolojisinde öğrenci yetiştirme modeli yetmezmiş gibi, şimdi de kendi müritlerini yetiştirecek öğretmenleri seçmek istemektedir.
Toplumun geleceğini inşa eden öğretmenler hakkında olan bu teklifini sanki bir deneme tahtasıymış misali çabucak Meclisten geçirip kanunlaştırmak isteyen siyasi iktidar, tüm topluma karşı iyi niyetli değildir. İktidar, kendi Türkçü İslamcı eğitim sistemini topluma dayatmak istemektedir. Bu yasa teklifi de AKP iktidarının yaptığı diğer tüm yasalar gibi eksiklikler ve yanlışlıklarla doludur. Yıllardır öğretmenlik meslek ilkeleri üzerinde düzenleme yapmaya çalışan iktidar, bu meslek grubunun var olan sıkıntılarını gidermek yerine, daha kalıcı hâle getirmekten öteye geçmeyen bu kanun teklifiyle yeni mağduriyetler yaratmaktadır.
Eczacılık, doktorluk ve avukatlık meslek grupları gibi tek bir çatı altında toplanması gereken öğretmenlik mesleğini temelde 7 basamağa ayırarak öğretmenler arasında ekonomik ve sosyal bir statü kurmak istemektedir. Ücretli öğretmen, aday öğretmen, sözleşmeli öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen gibi mesleki basamaklara ayırarak, öğretmenleri parçalayarak yönetmeyi bir yenilik, bir reform olarak gören bir anlayışı bu meslek grubunda var etmek istemektedir.
Türkiye'de sahici bir öğretmenlik meslek kanunu çıkarılacaksa Birleşmiş Milletler Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi Belgesi dikkate alınabilir. Öğretmenlerin sendikal gruplarda birleştiği örgütlenmeler üzerinden ortak çalışmalar yapılıp öğretmenlerin sorunlarına, sosyal ve mesleki statülerine dair onların meslek onuruna layık, eşitlikçi, demokratik ve özgürlükçü bir düzenleme yapılabilir.
Kanun teklifinin 10'uncu maddesinde öğretmen adayının 3 defa uygulamalı değerlendirmeye tabi tutulacağı, bu sınavların aritmetik ortalamasında 100 üzerinden 70 ve üzerinde puan alanların başarılı sayılacağı, 70'ten az puan alanların ise akademiyle ilişkilerinin kesileceği düzenlenmektedir. Eğitim fakültesinden mezun olmuş, ÖSYM'nin ilgili sınavlarından gerekli puanı almış bir öğretmenin, hazırlık eğitiminde bilimsel ve objektif kriterlerle yapılacağına dair derin şüphelerin olduğu sınavlarla elenmesinin ve kamuda öğretmen olarak istihdam edilmesinin önüne geçilmesi ihtimalinin ciddi mağduriyetlere sebep olacağı açıktır.
İktidarın geçmiş pratikleriyle uygulamalı derslerde puanlamanın objektif olmayan değerlendirmeler ortaya çıkaracağını anlamak güç değildir. Uygulamalı derslerle muhalif kesimlerin atanmasını engelleme amacı gütmektedir. Kişilerin takdir hakkı, kayırmacı davranmaları ihtimali yüksektir. Ayrıca, mevcut ekonomik kriz koşullarına nazaran son derece düşük bir ücret ve yalnızca genel sağlık sigortası karşılığında, öğretmen adaylarına hazırlık eğitimi döneminde yalnızca beş gün devamsızlık hakkı tanınarak devam etmesinin şart koşulması öğretmenleri güvencesiz çalışma ortamında çalışmaya zorlamaktadır. Ataması yapılmayan binlerce öğretmen bulunmaktadır ancak bu kanun teklifiyle, âdeta öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği nitelikleri taşımayan, güvenceli çalışma koşulları olmayan, ders saati karşılığı ders okutan ücretli öğretmenlerin güvencesiz çalışma ortamı yasalaştırılmak istenmektedir.
Geçtiğimiz beş yıl içinde ataması yapılan tüm öğretmenler sözleşmeli olarak atanmış, MEB bünyesinde toplamda 110 bin sözleşmeli öğretmen güvencesiz olarak istihdam edilmeye başlanmıştır. Sözleşmeli olarak atanan öğretmenler iktidara yakın sendikalara üye olmaya zorlanmaktadır. İş güvencelerinin pamuk ipliğine bağlı olduğu her fırsatta kendilerine hatırlatılmaktadır. Ayrıca, herhangi bir sendikada örgütlenme hakkı olmayan 69.326 ücretli öğretmen güvencesiz bir şekilde çalıştırılmaktadır.
Ayrıca, teklifin 34'üncü maddesinde geçen öğretmenlerin yeterliliği, Bakanlıkça belirlenecek 2 müfettişin inisiyatifine bırakılmaktadır. Bu durum, eğitim emekçileri için güvencesiz çalışma ortamı demektir. İktidara muhalif eğitim emekçileri üzerinde sürekli bir tehdit durumunu ortaya çıkarmaktadır. 2 müfettişin teftiş ve inceleme sonucu yetersizlik iddiasıyla eğitim emekçilerini geri hizmete alma durumunu doğurmaktadır. 2 müfettişin yetersizlik iddiasının keyfî uygulamalara, mobbinge, hukuksuz kararlara, istismara yol açacağı açık bir ifadedir.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında 64 özel öğretim kurumu, 360 özel kurs ve etüt merkezi, 847 özel öğrenci yurdu ve 15 vakıf üniversitesi kapatılmıştır. Bu süreçte 1.176'sı devlet, 401'i vakıf üniversitelerinde olmak üzere 1.577 dekanın istifası istenmiştir. Kamudan ihraç edilenlerin 41.705'i eğitim ve yükseköğretim kurumlarındadır; KHK'lerle MEB'den 34.393 kişi, yükseköğretim kurumlarından ise 7.312 kişi ihraç edilmiştir. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında hakkında işlem yapılan öğretmen sayısı 3.854 iken bu rakam OHAL sürecinde 60 bini aşmıştır. İhraç edilen öğretmen ve eğitim emekçilerine âdeta sivil ölüm reva görüldü. İhraç edildikten sonra özel sektörde iş bulmaları, banka hesabı açmaları, sosyal yardım almaları, yurt dışına gitmeleri engellendi. Bu durum çocuklarına da yansıdı, ebeveynleri KHK'li diye birçok genç KPSS mülakatlarında, güvenlik soruşturmalarında elendi. Güvenlik soruşturmaları, kamu görevlerine atanacak kişilerin devletin güvenliğine ve anayasal düzene aykırı faaliyette bulunup bulunmadıklarının araştırılması amacıyla yapılan bir incelemedir. Ancak bu süreç son dönemde adil ve şeffaf olmaktan uzaklaşmış, öğretmenler üzerinde bir baskı aracına dönüşmüştür.
Bu uygulamalar yalnızca bireysel hak ve özgürlüklerimizi gasbetmekle kalmaz, aynı zamanda halkın eğitim hakkını da ihlal eder. Eğitimde yaratılan bu güvencesizlik ortamı sermayenin ve iktidarın çıkarlarını koruma amacı taşır. Emekçilerin haklarının budandığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı bir ortamda gerçek bir eğitimden söz edilemez.
Öğretmenler, toplumun geleceğini inşa eden en değerli emekçilerdir. Onların emeği ve özverisi çocuklarımızın ve gençlerimizin aydınlanmasına, özgür bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlar. Ancak bugün bu kutsal görevi üstlenen eğitim emekçileri gerekçesiz ve keyfî güvenlik soruşturmalarıyla karşı karşıya bırakılmakta, mesleklerinden alıkonulmaktadır.
Öğretmenlik Mesleği Kanun Teklifi'nde açıkça görülüyor ki yeni bir kadrolaşma zemini olarak Millî Eğitim Akademisinin kuruluşu, işe yeni başlayan öğretmenlerin "hazırlık eğitimi" adı altında seçimi ve yerli, millî olmayanların elenmesi, kendilerinin benzeri hatta kopyası olmayanların dışarıda bırakılmasıdır.
2022 yılından bu yana 17 defa eğitim politikalarında değişiklik yapan iktidar, eğitimdeki başarısızlıklarına yenilerini de eklemek için yeni değişikliklerle tekrar karşımıza çıkmıştır. Ana dilde eğitimin mümkün kılınmadığı, Türk-İslam senteziyle harmanlanmış Türkiye eğitim sistemi ideolojilerin kurbanı edilmemelidir. Bugün çocukların, gençlerin ve eğitimin tüm bileşenlerinin ihtiyacı; bilimsel, ana dilde ve demokratik eğitimi esas alan, toplumun inançlarına ve kimliklerine eşit mesafede yaklaşan, ekolojik ve bilim odaklı eğitim programıdır. Kürtçe, Lazca, Ermenice, Süryanice, Pomakça, Hemşince ve diğer dillerde ana dilde eğitim bugün de yasaktır. Dolayısıyla halk eğitim merkezlerinde ve okullarda sınırlı gün ve saatlerde verilen seçmeli dersler ana dilde eğitim talebini karşılamamaktadır. Eğitimin, bilimin en temel ilkelerinden biri olmasına rağmen ana dilde eğitim hakkının tanınmaması birçok pedagojik sorunu ortaya çıkarmaktadır. Özellikle eğitiminde ana dilini kullanmayan çocuklar okula başladıkları anda hem dersleri hem de Türkçeyi aynı anda öğrenmek zorunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla kendini ifade edemeyen çocuklarda ortaya çıkan güven kaybı, zamanla çocukların eğitim sürecinden kopmasına neden olmaktadır. Ana dilinde eğitim almayan çocuklar ana dilinde eğitim alan çocuklara göre dezavantajlı duruma düşmektedirler.
Diğer taraftan, Türkçe bildiği hâlde ana dilinde eğitim alamayan çocuklar da doğal asimilasyona maruz kalarak kültürel ve kimliksel kayıp yaşayıp psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalabilmektedirler. Sosyopolitik Saha Araştırmaları Merkezinin araştırmaları da ana dilde eğitim alınmadığında dil kaybının günden güne artacağını gösterirken araştırmada ana dilinde konuşamamanın nedeni konusunda görüşmecilerin yüzde 57,1'i "ana dilimi öğrenebileceğim bir okul veya kaynak olmaması" cevabını vermiştir.
Asimilasyonu yavaşlatacak kurum ve dernekler de iktidarın hedefi olmuştur. Bu nedenle, Kürtçe eğitim yapan Cizre'de Berivan Okulu, Ahmed'de Ferzad Kemanger ve Ali Erel, Yüksekova'da da Dayika Uveyş okulları, kayyum atanan belediyelerde Kürtçe hizmet veren kreşler, Kürtçe oyunlar sahneleyen şehir tiyatroları, Kürtçe üzerine çalışma yapan Kurdi-Der, İstanbul Kürt Enstitü gibi kurumlar kapatılmıştır.
Dolayısıyla bu yasanın geri çekmesini, yeniden düzenlenmesini istiyoruz.
Teşekkür ediyoruz.