| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278) ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ile Sayıştay tezkereleri a) Türkiye Büyük Millet Meclisi b) Kamu Denetçiliği Kurumu c) Sayıştay Başkanlığı |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 31 .10.2024 |
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanım, Sayın Sayıştay Başkanı, Sayın Kamu Denetçisi, Sayın Komisyon Başkanım, kıymetli milletvekilleri ve katılımcılar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Biraz önce bu yüce Meclis çatısı altında göstermiş olduğum tepkiyi duygularımın esiri olarak yaptığım yorumunu kesinlikle kabul etmiyorum; biz oturduğumuz koltuğun, taşıdığımız sorumluluğun bilincindeyiz, duygularımızı, aklımızı ve millî refleksimizi de ne zaman kullanacağımızı, devreye sokacağımızı gayet iyi biliriz. Bizim önceliğimiz, bu yüce çatının çalışmalarının, burada konuşulanların Anayasa ve hukuka uygunluğudur, Anayasa ve hukuka uygun olmayan her hareket ve söylemin karşısındayız ve bu tarz hiçbir söylemi de dinlemek zorunda olmadığımı buradan tekrar söylemek istiyorum.
Ayrıca, Türk tarihine ve Türk büyüklerine atılan iftiralara ve karalamalara da karşıyım, kesinlikle kabul etmiyorum ve yine bu iftiraları bu yüce çatı altında dinlemek zorunda olmadığımı belirtiyorum. Saygının ne olduğunu ve sınırını da gayet iyi biliyorum. Dün de söylemiştim, bugün yine tekrar etmek istiyorum: Türkiye Cumhuriyeti devletinde hiçbir zaman hiçbir kesime pozitif ya da negatif ayrımcılık yapılmamıştır, yanlış uygulamalar ya da yanlış politikalar olmuştur ve bunların bedelini biz toptan Türk milleti olarak ödemişizdir, sıkıntısını yine toptan Türk milleti olarak hep beraber çekmişizdir. Bu yaşananları sadece belli bir kesime atfetmek iyi niyetli değildir. Meclisler demokrasilerin temel taşları ve olmazsa olmazlarıdır, milletin egemenliğinin temsil edildiği en önemli organdır, kurumdur; Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu Türk milletinin ve ulusal bağımsızlık mücadelesinin çok önemli bir adımı olarak tarih sayfalarına adını altın harflerle yazdırmıştır.
Hepimizin bildiği gibi, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkler ellerinde kalan bir avuç toprakta millî irade ve millî hâkimiyet esasına dayalı bir millî mücadele yürütmüş, neticede Meclisi kurup cumhuriyet idaresine geçmiştir. Burada son günlerde fazlaca gündeme gelen ve sulandırılan “milletin kimliği” konusu, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu çıkarılırken de cumhuriyetin ilanından sonra da gündeme gelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve o dönemin aydınları, doğulu, batılı, her türlü inanca sahip toplumun önde gelenlerinin yaptığı istişareler sonucu 1924 Anayasası’yla çözüme kavuşturulmuş, Anayasa’nın 88'inci maddesinde “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur.” denilmiştir.
Kısacası, bizim Anayasa'mızın yaptığı “millet” tanımı etnisiteye dayanmayan bir tanımdır, tarihimizin hiçbir döneminde de böyle olmamıştır. Millet, tarih içinde yoğrulan ve ortak tarih, inanç, kültür ve dile dayalı sosyokültürel bir yapıyı ifade etmektedir ve “Türkiye” vatanımızın adı, “Türk” de milletimizin adıdır.
Sayın Meclis Başkanı gündeme getirdiği için burada ben de söylemek istiyorum. Biz İYİ Parti olarak gündeme getirilen Anayasa tartışmalarının Türkiye'nin yakıcı sorunlarının konuşulmasını engellemek için ortaya atılan yapay bir gündem olduğunu düşünüyoruz. Anayasa tartışması gündeme geldiğinden beri bu ülkede etnik köken tartışılıyor, terörist başının Meclise gelmesi tartışılıyor. Bu ülkenin millî ve manevi değerlerin üzerinde derin tartışmalar yaşanıyor. Bunların hepsini maksatlı buluyoruz ve bunların karşısında sonuna kadar duracağız. Ayrıca, Sayın Erdoğan’a bir daha seçilme şansı verecek ya da tek adamlığı tahkim edecek bütün anayasa değişikliklerinin karşısında duracağımızı burada dile getiriyorum ve bugünkü gündemle ilgili düşüncelerimi de aktarmak istiyorum.
Bizim için bu kadar önemli olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin yani yasama erkinin maalesef 2017 Anayasa referandumuyla geçilen hükûmet sisteminde ciddi olarak etkisiz hâle getirildiğini görüyoruz ve yaşıyoruz. Bu sistem, Meclisimizi hükûmetin hesap verilebilirliğini sağlayacak gerekli araçlardan yoksun olmaya sürüklemiştir. Yasama kanadının etkili bir denetleme mekanizması bulunmadığından yürütmenin demokratik hesap verilebilirliği sınırlı kalmıştır. Bu kapsamda, nitelikli yasama faaliyetlerinin engellendiği ve bu vesileyle Parlamentonun yasama yetkisinin gasbedildiğini ileri sürmek yerinde olacaktır. Meclisin bilgi edinme ve denetim yetkileri kısıtlanmıştır; Parlamentomuz sözlü soru, gensoru ve güvenoyu gibi yetkilerinden alıkonulmuştur. Ayrıca, yeni sistemle birlikte yazılı soru önergelerinin yalnızca Cumhurbaşkanı Yardımcısına ve bakanlara yöneltilmesi de yürütmeyi temsilen Cumhurbaşkanının bu işlemden ayrı tutulması da aşırı yetkilendirilmiş bir Cumhurbaşkanı profilinin siyasi ve hukuki sorumluluğunu askıda bırakmaktadır.
Demokrasilerde parlamentoların temsil yetkisinin bir gereği olarak asli yasama organı biçiminde görev yapması kural iken Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişle birlikte yürütme erkinin başı konumunda olan Cumhurbaşkanı, yasama organına kıyasen daha fazla hükmün Türk hukuk sistemi içerisine dâhil olmasına neden olmuştur. Bu sistem, kanunların Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin üstünde olması ilkesini ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisi altında olan yasama alanlarının sınırlarını ihlal etmeyi olağanlaştırmıştır. Bununla birlikte, Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisi altında olan çeşitli sosyal ve ekonomik politika alanlarında da kararnameler yayımlamıştır.
Özetle, daha hızlı, daha etkili, daha istikrarlı bir hükûmet sistemi olduğu iddiasıyla Türkiye'ye getirilen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, bu taahhütleri gerçekleştirememekle kalmamış, aynı zamanda egemenlik hakkının en esaslı ifadesi olan yasama yetkisine de ortak olmuş, Meclisin yetki alanına giren konulara el atmış, güçler ayrılığı prensibinin içi boş bir kavram hâline dönüşmesine sebebiyet vermiştir.
Millî hâkimiyetin hüküm sürdüğü ve millet iradesinin tecelli ettiği bir sistem olarak parlamenter demokratik sistemden otokratik ve tek adam eksenli saray hükûmeti modeline geçiş Türkiye Büyük Millet Meclisinin temel dayanağını oluşturan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” ilkesine zarar vermiştir; sırf Türkiye Büyük Millet Meclisine fonksiyonel olarak zarar vermemiş, aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisinin fiziksel yapısına, idari yapısına da zarar vermiştir. Bir tarafta “İtibardan tasarruf olmaz.” felsefesiyle inşa edilmiş görkemli külliye ve onun akla zarar masrafları, diğer taraftan yüce Meclisimizin fiziksel durumu; bu iktidar Meclise ne kadar önem verdiğini bu açıdan bakılınca da göstermektedir. Yanlış anlaşılma olmasın, "görkemli, lüks bina” anlamında söylemiyorum ama içine girildiğinde insanda yarattığı intiba açısından söylüyorum. Tarihî anlamı ve derinliği çok büyük Meclisimizin ihmal edildiği kapıdan içeri girildiğinde anlaşılmaktadır. Tarihî Meclis binamızın içi hak ettiği bakımın çok altında bir bakım görmektedir ama asıl önemli olan bu yüce çatıyı prestijine uygun şekilde çalışmasına katkıda bulunan personelin de ihmal edildiği ya da daha doğru bir ifadeyle hak ettiği değeri görmediğine de şahit olmaktayız. Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışmak prestijli ve gurur kaynağı olarak görülen bir durumdu -ki gerçeği de tabii ki budur- aynı zamanda stresli ve yorucu olduğu da açıktır. Geçmiş yıllarda kurumun sağladığı maddi imkânlar bu ortamda çalışanları motive eden önemli bir durumdu ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi personeli de maalesef yüksek enflasyonda ezilen gruplar arasında yerini almıştır.
Bunun yanında, özellikle 2011 yılına kadar Başkanlık Divanı kararıyla belirlenen Türkiye Büyük Millet Meclisinde personel alımı, özlük hakları ve ücret seviyeleri 2011 sonrasında bu tarihten sonra işe başlayanların ücretleri yürütme tarafından belirlenir hâle gelmiştir. Bu da kurumda kadrolu çalışanlar arasında iki farklı ücret seviyesine sebep olmuştur yani aynı işi aynı kadroyla yapan 2 personel arasında ciddi ücret farkı ortaya çıkmıştır. Bu durumun ivedilikle düzeltilmesi gerekmektedir. Yani, tekrar bu yetki Başkanlık Divanına verilmelidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi memurlarının ücret skalası da gözden geçirilmeli ve daha adil hâle getirilmelidir. Memur olarak işe başlayan bir çalışan kırk yıllık çalışma yaşamının son yirmi beş senesinde aynı seviyeden maaş almaya devam etmemelidir.
2017 sonrası getirilen Cumhurbaşkanlığı sisteminin bir sonucu da itibarsızlaştırılan Türkiye Cumhuriyeti devleti kurumları arasında maalesef Türkiye Büyük Millet Meclisi de yerini almıştır. Hepimizin bildiği gibi, devlet, toplumsal düzenin sağlanmasını, bireylerin haklarının korunmasını ve kamu hizmetlerinin etkin bir şekilde sunulmasını kurduğu güçlü kurumların eliyle yapmaktadır. Devletin kurumlarının gücü olması, başta liyakatli kadrolara ve o kurumun içinde çalışırken öğrenilen ve aktarılan kurum kültürüne, kurum hafızasına bağlıdır ama Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğu gibi devlet kurumlarının siyasi müdahaleye açık hâle gelmeleri, kurum dışı atamaların artması, maalesef bu kurum kültürünü, kurum hafızasını bozmakta ve kurumların devamlılığı için ciddi bir risk meydana getirmektedir. Bu sebepten ötürü dışarıdan atamalar kesinlikle istisnai hâle gelmelidir diyerek sözlerime son veriyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim.