Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
Konu | : | İstanbul Milletvekili Nurettin Alan, Karaman Milletvekili Selman Oğuzhan Eser ve 39 Milletvekilinin Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2616) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 23 .10.2024 |
ZÜLKÜF UÇAR (Van) -Sayın Başkan teşekkür ederim. En başta söyleyeyim en sonda söyleyeceğimi: Yargının bağımsız olması gibi bir durum Türkiye’de daha önceleri söz konusu muydu, yargı mevcut iktidar öncesinde bağımsız mıydı? Bu sorunun cevabını biz hiçbir zaman olumlu olarak vermeyiz. Türkiye’de hiçbir zaman yargı bağımsız olmadı, Türkiye’de yargı bağımsızlığı hiçbir zaman sağlanmadı, biz bunu her zaman söyledik, söylemeye devam ediyoruz. Ama mesele şu an önümüzde duran, tartışılan kanun maddesiyle bölge adliye mahkemelerindeki başsavcı vekilinin Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından atanması meselesi değil, aslında mesele çok daha derin bir mesele, mesele yargının tamamen görevlendirilen, atanan kişilerin siyasal kişilikler olması noktasındaki sorundur. Bunu ben şöyle bir ayırım yaparak sürekli, daha önce anlattım, burada tekrar söyleyeceğim, zapta geçmesini de istiyorum. 2011 yılından önce gündemde sürekli bir tartışma vardı, Yargıtay ve Danıştay üye sayısını 2 katına çıkaracak bir yasal düzenleme tartışılıyordu. Bu yasal düzenlemede Yargıtay ve Danıştaydan başlamak üzere yargının, hani hiçbir zaman bağımsız olmayan ama kısmen bağımsızlığını korumaya çalışan bir yargının tamamen siyasallaşması ve tamamen o dönemin iktidarıyla birlikte hareket eden FETÖ’nün iradesine girmesi noktasında yürütülen bir çalışma vardı. Yargıtay ve Danıştay üye sayısını 2 katına çıkaracak yasal düzenlemeye ilişkin kamuoyunda yoğun tartışmalar vardı. Ana muhalefet -sadece ana muhalefet de değil- o dönemin ana muhalefeti ile birlikte muhalefet “Biz asla buna müsaade etmeyiz, Yargıtay ve Danıştay üye sayısını iki katına çıkaracak düzenlemenin karşısında set oluruz, sokağa ineriz.” diyordu. Ta ki 2011’de bir gece Balyoz soruşturması yapıldığında, kamuoyu ve muhalefet o Balyoz soruşturmasıyla ilgilendiğinde aynı gece Yargıtay ve Danıştay üye sayısını 2 katına çıkaracak olan düzenlemenin Meclisten geçmiş olması gibi. Yargı bağımsızlığına en büyük darbe aslında o gün indirildi, yargı hiçbir zaman bağımsız değildi ama tamamen bağımsızlığını yitirecek olan süreç o gün başladı. Önce Yargıtay ve Danıştaydan başlandı, daha sonra bu, bütün yargı süreçlerinin tamamında oldu ve günümüze kadar hâkim ve savcıların ihraçlarıyla, farklı süreçlerle ya da özellikle atanmış olan, üst makamlara atanmış olan kişilerle birlikte yargı tamamen iktidarın egemenliği altına, hegemonyası altına girmiş oldu. 2011 yılında bu yapılırken iktidar tek değildi az önce de söyledim, yine söylüyorum, FETÖ’yle birlikte yargı, diğer bütün kamu kurumları gibi tamamen ele geçirilmişti, bağımsızlık tamamen ortadan kaldırılmıştı. Geldiğimiz noktada ise bugün biz artık yargının bağımsızlığının kırıntılarını arıyoruz. Az önce Sayın Alan Anayasa’nın 138’inci maddesini hatırlattı, yürütülmekte olan ya da devam eden bir davayla ilgili konuşulmasının Anayasa’ya aykırı olduğu noktasında bir hatırlatmada bulundu, ben de kendisine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Selahattin Demirtaş’la ilgili vermiş olduğu karar sonrasında Cumhurbaşkanının söylediklerini hatırlatıyorum. Ne demişti? “Gereğini yapar, işi bitiririz.” demişti ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararını uygulamamıştı. Yürütülmekte olan, devam eden ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu bir kararın uygulanmamasından söz ediyoruz ve burada doğrudan Cumhurbaşkanının ifade ettiği bir durumdan söz ediyoruz. Peki, bu o zamanla mı sınırlı kaldı? Hayır. Bugün, 2011 süreciyle birlikte başlayıp tamamen iktidarın tercihleriyle şekillenen Yargıtay ve Danıştay üyelerinin ortaya çıkardığı durumu en son Can Atalay kararıyla birlikte yeniden gördük. Can Atalay kararıyla birlikte anayasal düzene karşı açıkça bir başkaldırı yapıldı; anayasal düzen ortadan kaldırıldı, Anayasa uygulanmadı. Şimdi, hâl böyleyken biz meseleye sadece bir bölge adliye mahkemesine atanacak olan başsavcı vekilinin Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından atanmasını sorun olarak görüp ama işi özünden görmez, yargının tamamen bağımsızlığını ortaya koyacak tutumlar ortaya koymaz, bunun muhalefetini gerçek anlamda yapmaz ve iktidar olarak da gerçekten yargı bağımsızlığını istiyorsak bu noktada düzenlemeleri yapmaz isek yapılacak olan bütün çalışmalar beyhudedir, boşadır, faydasızdır. O yüzden, mesele, sadece Hâkimler ve Savcılar Kurulunun atayacağı bir başsavcı vekili meselesi değildir. Mesele, bugün yargı bağımsızlığının tamamen ortadan kaldırılmış olması ve iktidarın hegemonyasının altına tamamen girmiş olmasıdır. Eğer bizim Adalet Komisyonu olarak amacımız, gerçekten bu ülkede bir yargı bağımsızlığı sağlamak ise o zaman hâkim ve savcıları özgür bırakacağız, hâkim ve savcılar bağımsız bir şekilde mesleklerini, görevlerini ifa edecek; bağımsız bir şekilde mesleklerini, görevlerini iktidardan hiçbir korku, kaygı duymadan yerine getirdikleri zaman, o zaman biz de rahatlıkla yargı bağımsızlığı noktasında adımlar atabileceğiz. Bunun yolu da -en başta biz söyledik- yargı bağımsızlığını sağlayacak hâkim ve savcıların atanmasıdır, bağımsız hâkim ilkesini koruyabilmektir, tabii hâkim ilkesini koruyabilmektir. Selahattin Demirtaş kararında olduğu gibi, Can Atalay kararında olduğu gibi, Kobani davasında olduğu gibi ya da yürütülen tüm davalara baktığımız zaman siyasal yargının müdahalesiyle ortaya çıkan bütün yargılamalarda olduğu gibi iktidar yargının üzerinden elini çekmelidir. Bu yüzden biz de meselenin sadece bu madde olmadığını belirtiyor, bu kapsamda yargı bağımsızlığı için ciddi, samimi, hakiki ve gerçekten demokrasiyi, adaleti, adil yargılamayı esas alacak bir düzenin kurulması için çalışma yürütülmesini önemsiyor, bu noktada yasa teklifinin ilgili maddesinin teklif içeriğinden çıkarılmasını teklif ediyoruz, talep ediyoruz. Teşekkür ederim.