Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
Konu | : | İstanbul Milletvekili Nurettin Alan, Karaman Milletvekili Selman Oğuzhan Eser ve 39 Milletvekilinin Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2616) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 23 .10.2024 |
MURAT EMİR (Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli Adalet Komisyonu üyelerimiz ve bizleri takip eden değerli basın mensupları ve bürokrat arkadaşlar; hepinizi en içten saygılarımla selamlıyorum. Öncelikle bu yasa teklifinin daha önce kamuoyuyla paylaşıldığını ve biz başta olmak üzere tüm toplum kesimlerinden önemli ölçüde tepki aldığını işaret ederek sözlerime başlamak isterim. Ve altı ay önce, bayram öncesinde, dokuzuncu yargı paketi Meclisimizin gündemine geleceği sırada, zamanında bizim görüşmelerimiz sonucunda, AKP Grup Başkan Vekillerinin böyle bir yasa teklifi üzerinde çalışmadıklarını ve Genel Kurula getirmeyeceklerini söylediklerini anımsatmak isterim. Tabii, bu “İleride hiçbir şekilde böyle bir yasa maddesi getirmeyeceğiz.” anlamına gelen bir söz değildi ama orada, başta biz olmak üzere toplumsal muhalefetin, Parlamentodaki muhalefetin, bu anlamsız, belirsiz, kanunilik içermeyen yasa teklifini bir anlamıyla püskürtmek anlamında yararlı bir işlevi olmuştu ama bugün, maalesef, yine bu yasa maddesiyle karşı karşıyayız ve biz de bunun üzerinde konuşuyor olmaktan, şu Adalet Komisyonunda bunu konuşuyor olmaktan doğrusu büyük bir üzüntü duyuyoruz, Meclisimiz adına üzüntü duyuyoruz, Adalet Komisyonumuzun kalitesi, niteliği anlamında da üzüntü duyduğumuzu ifade etmek isterim. Diğer bir nokta, böyle bir yasanın gerçekten bir yargı paketinde ve özellikle Türk Ceza Kanunu’yla ilgili maddelerin düzenlendiği bir kanun teklifi paketinde olması hem de temel kanun olarak gelmesi beklenirdi; çok önemli bir kanun maddesi ama bunu Noterlik Kanunu gibi bir torba kanunun içine eklemişsiniz. Bu bile aslında buradaki ciddiyetsizliği apaçık ortaya koyan bir durum çünkü böyle bir yasaya ihtiyaç var ise sizin nezdinizde, bunun gerçekten başlı başına tartışılması, tüm tarafların konuşması, baroların konuşması, üniversitelerin konuşması, akademisyenlerin konuşması... Meclisteki komisyon çalışmaları başta olmak üzere buradaki tartışmaların kaliteli ve özgün olması açısından bir Noterlik Kanunu torba yasasına sıkıştırılmış olmasını da bir talihsizlik ve Adalet Komisyonumuza yakışmayan bir tutum olarak değerlendirdiğimizi belirtmek isterim. Değerli arkadaşlar, bu maddeyle yepyeni bir suç tanımı yapılıyor ve özellikle 339’uncu maddedeki devletin güvenliğine karşı işlenen suçlara yepyeni bir suç tanımı eklenerek yeni hükümler getiriliyor ve özellikle de bakınız, “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” bölümünde yer alan suçları oluşturmamak kaydıyla, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenlere hapis cezası öngörüyor. Ne anlıyorsunuz bundan? Son derece karmaşık, sınırları belirsiz, öngörülemez, tarif edilemez, her okuyanın kendine göre anlayacağı, her siyasetçinin ve onun görevlendirdiği yargıcın, hâkimin o günkü siyasal konjonktüre göre değerlendireceği ve buna göre cezai süreci yürüteceği bir maddeyle karşı karşıyayız, çok açık. Dolayısıyla, böyle bir maddenin Ceza Kanunu’muza girmesi ve uygulamaya geçmesi gerçekten Türk hukuk tarihi açısından da içinde bulunduğumuz kırık dökük demokrasi kırıntılarımız açısından da, hele hele “Demokratik, sivil, özgürlükçü bir Anayasa yapacağız.” iddialarıyla Meclisin koridorlarında dolaşıldığı bir süreçte, gerçekten Türkiye’ye katkı vermeyecek; tam tersine, savcılara, hâkimlere, her düşünen, “tweet” atan her kuruluş, her kişi, her gazeteci, her bilim insanı, her siyasetçi için gerektiğinde kullanılabilecek bir maymuncuk vermek eline ve o kılıçla da herkesi korkutmak, korku imparatorluğunu pekiştirmek ve her tarafından tel tel dökülen iktidarını “Acaba biraz daha sürdürebilir miyim?” gayretinin devamını getirmek olduğunu anlıyoruz. Böyle bir maddeyle bir cadı avı döneminin başlayacağından kaygılıyız çünkü dezenformasyon yasasıyla başlayan bir süreç var. O yasada da yine sınırları belirsiz bazı kavramlar üzerinden “halkı dezenforme etme suçu” tanımı yapılmıştı ve onunla da önemli ölçüde başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığını maalesef yaşayarak gördük. Şimdi, buna benzer uygulamalar dünyada var mı, başka ülkelerde oluyor mu diye baktığınızda -çünkü sizler de zaman zaman basında atıf yapıyorsunuz- bu şekilde bir yasanın sadece Rusya’da olduğunu görüyorsunuz. Elbette ki siyasi açıdan, politik açıdan ve özellikle kişisel mentorluk, kişisel yol göstericilik açısından Sayın Cumhurbaşkanının Putin’in izinden gittiğini ve Putinvari bir yönetimi yavaş yavaş inşa ettiğini, sıkıştıkça da Putin’den destek aldığını biliyoruz. Dolayısıyla da Putin’in 2012 ve 2015’te Rusya’da yaptığı bir yasanın bir benzerinin Türkiye’de de oluşuna doğrusu şaşırmıyoruz ama içimiz kan ağlıyor ve kaygılanıyoruz. 2012’de, Putin, etki ajanlığıyla ilgili olabilecek bu yasanın bir benzerini, 60 maddelik bir kanun düzenlemesini getirdi ve burada 3’üncü Başkanlık dönemi söz konusuydu ve Rusya’nın ilk yabancı temsilci yasasını geçirdi ve Batılı analistler, yasayı, Putin’in muhalefeti yok etme, sivil toplumu engelleme girişimi olarak nitelendirdiler ve yasanın geçmesi sonrasında Rusya’da birçok sivil toplum kuruluşu kapatıldı. Rus Hükûmeti bu tepkilere karşı Amerikan Yabancı Temsilciler Kayıt Yasası’nı baz aldığını söyledi -kısaltılmış harfleri “FARA” isimli olan bir kuruluş ama bununla ilişkisi olmadığını birazdan ifade edeceğim- ve 2015’te de yine Rusya’da İstenmeyen Kuruluş Yasası geçti. Rusya, maalesef Avrupa içerisinde antidemokratik uygulamalarıyla, baskıcı uygulamalarıyla, özgürlükleri sınırlayan uygulamalarıyla başı çeken ülkelerden biri. Gürcistan, Rusya’nın izinden gitti ve Rusya’daki yasanın bir benzerini yaptı, “Yabancı Etkinin Şeffaflığı” konulu yasası 17 Nisanda birinci, 1 Mayısta da ikinci oylamadan geçti, Cumhurbaşkanı veto etti ve 3’üncü kez oylanmayı bekliyor. Benzer düzenlemeler Macaristan’da, Kırgızistan’da, Bosna Hersek’te, Sırp Cumhuriyeti’nde, Amerika’da, İsrail’de var ama bu düzenlemeler bizdeki gibi değil. Bunların çoğunluğunda yabancı yatırımcılardan fonlanan kuruluşların kayıt yaptırması gerekliliği ve kayıt yaptırmadığı durumda da para cezası uygulanacağı hükümleri söz konusu. BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Amerika’da hapis de var. MURAT EMİR (Ankara) - Amerika’da hapis var ama ifade edeceğim şimdi oradaki amacı. Burada söz konusu olan şu, tek tek ülkeleri de ifade edeceğim ama genel olarak buradaki yasalar şöyle işliyorlar: Bir fon, bir kuruluş eğer yabancı ülkelerden, yabancı kaynaklardan ekonomik kaynak buluyorsa, finanse ediliyorsa otomatik olarak o ülkenin politikalarını, o ülkenin taleplerini, o ülkenin stratejik çıkarlarını faaliyette bulundukları ülkenin gündemine taşıdıkları veya orada bir etki yaratmaya çalıştıkları varsayılıyor. Mesela, İsrail’de bu yarısından fazlası olarak geçiyor; mesela, Gürcistan’da bu, yüzde 20 sınırı. Yani Gürcistan diyor ki: “Siz yüzde 20’den fazla finansınızı bir başka ülkenin bir başka kuruluşundan alıyorsanız ben bunu bileceğim, herkes bunu bilecek ve sizin raporlarınızı, sizin sözlerinizi buna göre dinleyecekler.” İsrail de bunu yüzde 50’yle sınırlamış, yüzde 50’yi geçerseniz bunu bildirmek zorundasınız. Amerika da diyor ki... 1938 sayılı bir Yasa bu, yabancı bir hükûmetin yönetimi veya kontrolü altında hareket eden bireyleri veya kuruluşları kaydetmek amacıyla yürürlüğe giren bir kanun. 2016’da, bu, yabancı müdahaleye karşı koyma olarak da değiştirildi; Rusya’nın etkileri, Amerikan seçimlerinde vesaire gündeme gelmişti. Burada ya yabancı ülkenin temsilcisi olacaksınız yani bunu herkes bilecek ya da gideceksiniz FARA’ya, kendinizi kaydettireceksiniz, “Ben yabancı bir kuruluştan kaynak alıyorum ve ben şu faaliyetleri yürütüyorum.” diye kendinizi kaydettireceksiniz. Sayın Başkan, bunların hemen hemen hepsinde idari para cezası var, bakılabilir. Belki çok uyulmadığı zaman, tamamen bu kuralların dışında kalındığı zaman, özellikle Amerika’da FARA sistemine kaydolmadığınız zaman cezai uygulama da olabilir ama bu çok nadir çünkü öncesinde para cezalarıyla zaten kişiler ve kurumlar tazyik ediliyorlar. Peki, bizdeki nasıl? Bizdekinin bunlarla bir ilişkisi yok, bizdeki bambaşka bir şekilde, subjektif, hâkimin, savcının ne anladığına göre, daha doğrusu -açıkça konuşalım, Serap Hocam da biraz önce açıklıkla ifade etti- siyasi iktidarın durduğu pozisyona göre... Çünkü HSK’nin neredeyse tamamını fiilen siyasi iktidarın belirlediğini biliyoruz, HSK üzerinden yüksek yargının nasıl şekillendiği hepimizin malumu. Dolayısıyla da iktidar ne düşünüyorsa, ne söylüyorsa, ne murat ediyorsa, ne istiyorsa, kimi susturmak istiyorsa, kimi sindirmek istiyorsa, kimi tutuklamak, kimi gözaltına almak istiyorsa bunun için kullanılan bir şey. Yeri gelmişken söyleyeyim: Bu sizin tarif ettiğiniz suçu herkes işleyebilir, hiç kimse işlemeyebilir çünkü belirsiz bir tarif var burada. Tabii, burada, yargının nasıl şekilleneceğini, Yargıtay kararlarının nasıl olgunlaşacağını şimdiden öngöremiyoruz ama bu facia eğer bu Meclisten geçerse en azından işgüzar savcıların elinde bir tutukluluk aracı olarak da kullanılacağını Türkiye gerçeğini bilen herkes rahatlıkla öngörebilir. Bakınız, bir dezenformasyon yasası geçti, bu dezenformasyon yasasında da biz ısrarla söyledik. Halkı endişe, korku, panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni, genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bilgiyi yaymak suçu; böyle bir suç tarif edildi. Bir defa, failin amacını sorguluyor, “Amaçları bu olacak.” diyor, bunlar da son derece müphem. “Halkı endişeye sevk etmek...” Ne anlıyorsanız anlayın. “İç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı...” Bakınız, mesela, bu yasa gerçekten işletilseydi ve o zaman olsaydı Fahrettin Koca tutuklanması gereken bir şahıstı çünkü kendi de itiraf etti sonradan, Covid vakalarının yirmide 1’ini söyledi, yirmide 1’ini. Türkiye’de her gün 30 bin Covid vakası oluyordu, kendisi çıkıyordu, her gün 3 bin açıklıyordu; hatırlayın arkadaşlar. Şimdi, Fahrettin Koca’nın mutlaka tutuklanıp yargılanması gerekirdi bu yasaya göre. O sırada, ben, 30 binler civarında vaka var diye iddia ediyordum veya Fahrettin Koca doğru ise benim tutuklanmam gerekirdi, dokunulmazlığımızın olmadığını var sayın. İyi ki bu yasa yoktu, eğer bu yasa olsaydı hakkımızda fezleke gelirdi ama biz belgeyi ortaya koyduk, bu sefer gerçekler yer değiştirdi, Fahrettin Koca yalan söyleyen, biz gerçeği söyleyen kişi durumuna geçtik. Bu sefer savcılar yer değiştirecekler, dosyalar yer değiştirecek; böyle saçma sapan bir yasa. Peki, bu yasa sonucunda ne oldu? Büyük bir korku salındı, insanlar susturuldu, ifade hürriyetinin kullanılması önlendi, otosansür gündeme getirildi. Şimdi soruyoruz -biraz önce baktık, biraz önce siz de söylediniz, Bakanlığın istatistikleri- kamu barışına karşı 29.935 suç işlenmiş, bunun içerisinde hangileri var? Halkı kin ve düşmanlığa tahrik, halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak, dezenformasyon, suçu ve suçluyu övme vesaire. Mesela, ben bunu merak ediyorum: Bu dezenformasyon yasasıyla ilgili dosya sayısı kaçtır? Nasıl sonuçlanmıştır? Tutukluluk olmuş mudur? Yargıtay kararı oluşmuş mudur? Bunların hepsini bilmemiz lazım. NURETTİN ALAN (İstanbul) - Sadece birkaç cümleyle... MURAT EMİR (Ankara) - Ben bitireyim... BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Alan, düğmeye basın da tutanaklara geçsin söyledikleriniz. NURETTİN ALAN (İstanbul) - Siz gelmeden önce bu soru sorulduğu için ifade ettik. MURAT EMİR (Ankara) - Ben buradaydım. NURETTİN ALAN (İstanbul) - Sözünüze devam etmenizi isterim, sadece onu söylemek istedim. MURAT EMİR (Ankara) - Yok, ben buradaydım. NURETTİN ALAN (İstanbul) - Burada mıydınız? Ha, tamam, özür dilerim. MURAT EMİR (Ankara) - Buradaki konu şu: Siz bunu söylediniz, “Kamu barışına karşı suçlar” dediniz, ben de bunun alt başlıklarındaki dezenformasyon yasasına tekabül eden rakamları merak ediyorum. NURETTİN ALAN (İstanbul) - Tam tersini söyledik efendim, kamu barışını Sayın Bülbül söyledi. Siz “dezenformasyon” dediğiniz için ben dezenformasyonu ifade ettim dedim. İsterseniz tekrar ifade edeyim, sözünüzü bölmüş olmayayım ama. MURAT EMİR (Ankara) - Ben istatistikten baktım. NURETTİN ALAN (İstanbul) - Efendim, isterseniz ben resmî rakamları söyleyeyim. MURAT EMİR (Ankara) - Buyurun. NURETTİN ALAN (İstanbul) - 217/A’dan bahsediyorum “dezenformasyon yasası” diye belirttiğiniz yasa olduğu için. 2022 yılında 139, 2023 yılında 2.381, 10/10/2024 tarihine kadar 1.668 esas almış, bununla ilgili savcılık esası almış dosyalarımız var. MURAT EMİR (Ankara) - Şüpheli kaç kişi? NURETTİN ALAN (İstanbul) - Şüpheli bunlarda, sadece şöyle söyleyebilirim: Sayıları bazılarında tek, bazılarında çift; isterseniz onları da birkaç dakika sonra söyleyebiliriz. MURAT EMİR (Ankara) - Tamam, olur. NURETTİN ALAN (İstanbul) - Hani, 2.300 olan da belki 2.600-2.700’dür ama söyleyebilirim biraz sonra. MURAT EMİR (Ankara) - Teşekkür ederim. Bu rakamlar da önemli çünkü bu kanun uygulanmaya başlanmış ve bu kanunun gerçekten sınırları belli olmadığı için nerede, nasıl biteceği belli olmayan bir hukuki uygulama gördüğümüzü ve buna Yargıtay kararlarıyla da tanıklık yapacağımızı şimdiden söyleyebiliriz. Şimdi de bunun bir benzeri geliyor. Tabii, amacın Türkiye’de hak ve özgürlükleri genişletmek, Türkiye’deki ifade özgürlüğünü daha kullanılabilir bir hâle getirmek, Türkiye demokrasisini, hukuk devletini daha güçlendirmek olmadığını açıkça görüyoruz. Bu, böyle bir niyeti olan bir yasa yapıcının veya kanun teklifi verenlerin getirebileceği bir madde değil. Bakınız, burada madde 339 son derece net; devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar bakımından devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları için gizli kalması gereken veya yasaklanmış olan bilgilerin birilerinin elinde olmasını tarif ediyor; çok somut, son derece somut. Şimdi, buna ek yapıyorsunuz, burada diyorsunuz ki: “Devletin güvenliği ve/veya iç ve dış siyasal yararları aleyhine...” Şimdi, buradan devam ettiğinizde, bu tanımlar yapılmamış, keyfî uygulamalara açık ve özellikle kanunilik şartını karşılayamayan bir şey. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesi vardır. Suçun son derece açık, sınırları belirli, her bir okuyanın aynı şeyi anlayacağı ve bunun yargı uygulamalarıyla pekiştirileceği bir süreç gerekirken burada son derece müphem, sınırları belirsiz, belirli olmayan, öngörülemez; kimin ne yapınca suçlu olacağı, kimin ne yapınca suçlu olmayacağının belirli olmadığı bir düzenleme. Soyut bir şüphe getiriyorsunuz ve bu suçun faili muhtemeldir ki gazeteciler olacak, STK çalışanları olacak, sosyal medya kullanıcıları olacak, siyasetçiler olacak ve bu şekilde de yine bu antidemokratik uygulamalara, baskıcı uygulamalara, Anayasa’yı zaman zaman ilga eden, Anayasa’yı zaman zaman askıya alan, zaman zaman hukuk devletini böylesine örseleyen uygulamalara çok daha derin, çok daha ağırını eklemiş olacaksınız. Değerli arkadaşlar, güncel bir konuyla bu konuya yaklaşmak isterim. Bakınız, bir tartışma var, o tartışmayı biz birazdan Genel Kurulda yaparız. İçerisine hiçbir değer yargısı koymadan söylüyorum: Düne kadar Türkiye’de hiç kimse “Abdullah Öcalan gelsin, Meclisin bir kürsüsünden konuşsun.” diyemezdi; onu söyleyen, bir başka devletin ajanı olmakla suçlanırdı ve altı saat içerisinde cezaevine konurdu. Bugün bambaşka bir iklim oluştu, bambaşka bir iklim. Bu örneği şunun için veriyorum: Bu madde yani “devletin siyasal yararı, güvenliği ve siyasal yararları aleyhine” kavramından ne anladığınız; sizin pozisyonunuza göre, sizin durduğunuz yere göre, hayat görüşünüze göre, siyasi düşüncenize göre ve hatta Türkiye örneğinde olduğu gibi, siyasetin o günkü o soruna nasıl baktığına göre değişiyor. Yargı böyle bir şey değil, adalet böyle bir şey değil. Adaletin kılıcı keskindir, adaletin kılıcı herkese sallanır, adaletin gözü kördür, adalet o günkü siyasal konjonktüre göre karar veremez. Dolayısıyla dün devletin aleyhine, siyasal güvenliği aleyhine veya siyasal yararları aleyhine “suç” diye tanımladığınız bir şeyi bugün “Devletin bekası için şart.” diye tanımlarsanız -ki bunlar oluyor Türkiye’de- o zaman yargı ne yapacak, yargıçlar ne yapacak, savcılar ne yapacak, bu dosyaları ne yapacaksınız? Dolayısıyla böyle bir kanun teklifini konuşmaktan bile ben doğrusu hicap duyuyorum ama bunların da bir şekilde konuşulması lazım, tutanağa geçirilmesi lazım. Yaptırımlarda orantısızlık var; ajanlık faaliyetlerinin cezası belli, son derece ağır, bakıyorsunuz, burada cezalar o oranda ağır değil. Niye? Çünkü bu maddeyi yazanlar da biliyorlar ki aslında müphem, belirsiz, duruma göre kullanılacak, kime korku vermek istiyorsanız, siyasal iktidarın o günkü ihtiyaçları neyse onu temin etmek üzere kullanılacak bir yasa maddesi, üç yıl ile beş yıl, üç yıl ile yedi yıl yeteri kadar korku salacak diye düşünülmüş dolayısıyla burada da bir yanlışlık var ama zaten özü yanlış olduğu için cezaların ağırlığının ve hafifliğinin burada bir değeri yok elbette. Suçların içtimaına bakıyorsunuz, eğer bir üstteki ajanlık suçu varsa içtima olmayacak ama bir başka suçu varsa içtima olacak. Burada da bir anlamsızlık, bir şey var dolayısıyla burada hâkime, savcıya çok geniş bir takdir yetkisi tanınıyor, bir muğlaklık içeriyor ve bu yasa teklifi gerçekten bu yönüyle bu Meclisten geçmemeli, bu Komisyondan geçmemeli, böyle bir noterlik yasası içerisinde geçmemeli. Türkiye’nin demokrasisine, özgürlüklere, Türkiye’nin demokrasi standartlarına, hukuk devletine katkı vermeyecek, Türk milletini, halkımızın en azından büyük bir bölümünü korkutacak, sindirecek veya otosansüre sevk edecek veya gerektiğinde onları susturmak, konuşturmamak veya tutuklamak üzere kullanılabilecek böyle bir maddenin, baskı aracına dönüşecek bir maddenin buradan çıkarılması gerekiyor. Anayasa’nın neredeyse bütün özüne aykırı bir düzenleme bu. Bakınız, demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı, kanunilik ilkesine aykırı, eşitlik ilkesine aykırı, cezalar bakımından ölçülülük ilkesine aykırı, ifade özgürlüğüne aykırı, uluslararası anlaşmalara, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları başta olmak üzere bunlara aykırı ve Türkiye’yi Rusya’yla, Gürcistan’la aynı lige koyacak bir düzenlemeyi yapmayın, bu ülkeye bu kötülüğü yapmayın. Bu ülkenin daha çok konuşmaya, daha çok tartışmaya, daha çok düşünce özgürlüğüne, daha sınırları belirli suç ve cezanın kanuniliği ilkesinin hayata geçtiği düzenlemelere ihtiyacı var. Böylesine, iktidarların elinde oyuncak olacak, maymuncuğa dönüşecek maddelere ihtiyaç yok. Sözlerimi toparlarken daha dün verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Rusya’yla ilgili kararını da sizlerle bir kez daha paylaşmak isterim. Rusya’nın bu yabancı ajanlar yasasıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir karar verdi, 10’uncu madde, ifade özgürlüğü ve 11’inci madde, örgütlenme özgürlüğü bakımından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlal edildiği sonucuna vardı. Eğer, bu yasa Türkiye’de de böyle geçerse çok muhtemeldir ki yepyeni ihlal davalarıyla Türkiye Cumhuriyeti maalesef karşılaşacaktır. Türkiye’ye bu kötülüğü yapmayın. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Rusya’daki yasayı ifade ve örgütlenme özgürlüğüne müdahale olarak buluyor. Yasanın belirsiz ve öngörülemez kriterlere bağlı olduğunu söylüyor, aynen bizim elimizdeki bu teklifte olduğu gibi. Aynı şekilde, keyfî kullanılabileceğini söylüyor çünkü sınırları belirsiz, kimin nerede durduğuna göre değişiyor. Türkiye’deki siyasetçiler bir gün orada bir gün burada, söylemedi demeyin, burası Meclisin bir Komisyonu, burada bunları da konuşmak lazım. Türkiye’de özellikle siyasi iktidar, özellikle Cumhur İttifakı, dün orada, bugün burada, U dönüşü yaparlar ama bu U dönüşlerine göre hâkimler, savcılar karar vermeye çalışırlarsa açıkta kalırlar dolayısıyla böylesine müphem yasaları hâkimlerin, savcıların eline vermeyin. Yine, AİHM kararına geliyorum: Ajanlık suçlamasının çok ağır damgalayıcı bir tanım olduğunu ve böylesine bir maddeyle kurumlara ve kişilere ajanlık damgası vurulmasının da yine damgalayıcı etiketleme niteliği taşıyacağını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu söylüyor; orantısız yaptırımlar olduğunu söylüyor ve de son olarak hepimizin özlediği, hepimizin ihtiyaç duyduğu, herkesin ağzına pelesenk olmuş ama gerçekleştirilmesi imkânsızlaştırılmış demokratik toplumla bağdaşmayan uygulamalar olduğu söyleniyor. Hepimiz söze gelince demokratiyiz, hepimiz demokrasi standartlarımızın yükseltilmesinden yanayız ama demokratik toplumun gereklerine uygun olmayan yasaları da buraya getiriyorsunuz, biz de bunları konuşmak zorunda kalıyoruz. Umarım bu yasa teklifi bu Komisyondan geçmez; bu Komisyonda olması gerektiği gibi bu tekliften çıkarılır ve demokrasimiz bir yara daha almaktan kurtulmuş olur. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.