Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278) ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ile Sayıştay tezkereleri a)Millî Eğitim Bakanlığı b)Yükseköğretim Kurulu c)Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı ç)Yükseköğretim Kalite Kurulu d)Üniversiteler |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 14 .11.2024 |
SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, Millî Eğitim Bakanlığının değerli temsilcileri, değerli basın emekçileri, değerli katılımcılar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Çokça böyle rakamlar, oranlar ve sayılarla konuştuk Millî Eğitim bütçesini ve bunlar bence gereğince zaten değerlendirildi ama başlarken Millî Eğitim Bakanından "medeniyet inşa etme mesuliyeti" gibi bir söz duymuştuk, bu sözün içeriğine dair bir şeyler de beklerdim çünkü eğitimde her ne kadar sayılar, rakamlar, oranlar önceki yıllara göre belirli bir anlam ifade etse de esas olarak eğitim alanının sorunlarını açıklayıcı değildir ve genellikle sayılar da bir övüntüye dönüşür; burada da bunu gördük.
Bu medeniyet inşa etme mesuliyetinden bugün ne anlıyoruz? Bugün bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin, bilişim teknolojilerinin sonsuz değiştiği, eğitimin köklü bir dönüşümden geçtiği bütün dünyada bugün eğitim alanına sadece derslik sayısıyla bakılabilir mi? Çünkü dünyanın birçok medeni ülkesinde -Bu kavramı siz kullandığınız için, "medeniyet" dediğiniz için- medeni ülkelerinde bugün aslında "Derslikte eğitimin sonu mu geldi?" gibi bir tartışma da devam ediyor. Bunlarla ilişkili bir anlayış ortaya koymadan bütçe konuşmasının da ben çok fazla bir anlamı olduğunu düşünmüyorum çünkü sonuçta oturur rakamları inceleriz ve bir fikrimiz olur ama hangi anlayış eğitime, eğitimin ufkuna yön veriyor, bunu duymak isterdim ve bunu yüzyıllık kalıp sözlerle değil, bugün ne anlıyoruz diye duymak isterdik.
AKP-MHP iktidarının eğitim alanına ayırdığı bütçe ve bütçe öncelikleri bu çerçevede aslında giderek otoriterleşen yönelimlerinden ayrı değerlendirilemez. Bütçe kapsamında elbette hiçbir öncelik rastlantısal bir şey ya da basit bir tercih değildir fakat AKP'nin yirmi yılı aşkın iktidarında bu bütçe planlaması başta yurttaşlar, kurumlar ve ülke yararının üstün tutulduğu, gözetildiği bir planlamanın konusu da değildir ve otoriter rejimlerin eğitime bakışı ve yaklaşımı aslında dünyanın birçok yerinde böyledir. Otoriteryenlik ve eğitim ilişkisi eğitimin araçsallaştırılması ve rövanşist bir karakter kazanmasını gerektiriyor bu perspektiften bakıldığında çünkü eğitimin ideal biçiminde özgürlükçü ve eşitlikçi olması, otoriter pozisyonların reddedilmesi ve eleştirel aklı ve perspektifi güçlendirmesi beklenir; gelgelelim bunların hiçbiri otoriter yönelimlerle bağdaşmaz. Neden böyledir? Eleştirel eğitim felsefesinin önde gelen isimleri eğitimin gerçek amacının bir eleştirel bilinç uyandırmak olduğunu savunur, bireylerin sorgulama, analiz etme ve meydan okuma becerisi geliştirmesi gerektiğini belirtir ancak tam da bu eleştirel düşünceyi teşvik eden gücü nedeniyle otoriter rejimler eğitimi bir tehdit olarak görür. Meydan okuma gücü de ne demek zaten! Allah muhafaza, kitapları bombalardan daha tehlikeli gören liderlerce yönetiliyoruz, eğitimli insanın en büyük musibet olduğunu söyleyen siyasetçiler var iktidarda. Şimdi, bu ilkelerin herhangi birini bu iktidarın, bu siyasetçilerin desteklemesini beklemenin imkânı var mı?
AKP'nin 2002'de iktidara gelişinden bu yana eğitim sistemi sık sık değişen bakanlar, eğitim müfredatı ve sınav sistemleriyle karakterizedir ve eğitim alanı devasa bir ideolojik laboratuvar, öğrenciler de kendilerinin ya da velilerinin ya da eğitim uzmanlarının fikri alınmadan yapılan bu değişikliklerle güçlükle başa çıkmaya çalışan denekler gibidir. Bunlarla başa çıkmak kolay değildir ve bu yüzden de birçok öğrenci bu sürekli değişen sisteme ayak uyduramadığı için eğitim sisteminin dışına düşmekte ve okulsuzlaşmaktadır.
AKP iktidarları döneminde 9 farklı Millî Eğitim Bakanı göreve gelmiş, 5 büyük müfredat değişikliği yapılmış ve sınav sistemi 6 kez köklü, altüst edici değişiklikten geçirilmiştir. 2002'den bu yana görev yapan 9 Millî Eğitim Bakanının her biri farklı öncelikleri ve projeleriyle göreve başlamış, neredeyse her değişim yeni bir reform paketi iddiasıyla sunulmuştur. Böyle bir ortamda bir öğün yemek, ücretsiz yemek hiçbir zaman bu değişip duran bakanlar döneminin, müfredatlar döneminin sorunu olmamıştır, açlık ve medeniyet ilişkisi bu bağlamda düşünülmemiş, bütün dünya yapay zekâ, eğitimdeki dönüşüm, teknolojilerdeki dönüşümü konuşurken biz hâlâ taşımalı sistemi konuşmak zorunda kalmışız.
Eğitimde eşitlikçi, özgürlükçü, seküler ve demokratik değerler üzerine temellendirilen bir müfredat yerine küçük büyük demeden bütün çocukları ve gençleri tevekküle, yoksulluğu, haksızlığı, hukuksuzluğu öte dünyaya havale etmeye, itaat etmeye ve boyun eğmeye yönlendiren din istismarcı, mezhepçi bir anlayışla temellendirmek en büyük davası olmuştur iktidarın ve bu dava sadece kendi bekalarına hizmet etmektedir, doymak bilmez hırslarına hizmet etmektedir. AKP tarihinde eğitim alanına yönelik takıntılı saldırganlığın amacı açıktır; otoriter rejimler eğitime erişimi sınırlayarak ve onun dönüştürücü gücünü kısıtlayarak kendi otoritelerini sorgulayan ve tehdit edebilecek bir yurttaşlık bilincinin dolaşmasını engellemeye çalışır. Bunları söylediğimizde işte karşımıza bu rakamlar geliyor. "En çok üniversite bizim dönemimizde açıldı." deniliyor. Evet, her köşebaşına, her cadde üzerine bir üniversite açıldı ve öğrencilerin kendi kabuklarını kırmak, dünyaya gerçek bir yolculuk gerçekleştirmek üzere nitelikli üniversitelere gitmelerini teşvik etmek yerine bu nitelikli üniversitelere saldırıldı ve neredeyse her öğrenci kendi mahallesine kondurulmuş bir üniversitede eğitime zorlandı, o çevreden çıkmamaya zorlandı. Bu artan sayılara böyle bakmak gerekiyor. Derslikler arttı, üniversiteler arttı ama niteliğe ne oldu? Köklü üniversitelerin uğradığı saldırıları hepimiz çok yakından biliyoruz. Ben biraz da mesleki nedenlerle konuşmamda daha çok yükseköğrenime odaklanacağım, diğer arkadaşım elbette ortaöğretimin, okul öncesi eğitimin, diğer sorunlarımızın üzerinde duracak.
İşte, bu bakış açısının sonucunda eğitim alanına büyük bir bütçe ayırmanın da gereği yoktu elbette ve 2025 bütçesinde aslan payı olarak sunulan din hizmetleri ve din eğitimi kalemi 127 milyarı aşmışken çocukların korunması, bakın, çocukların, o "Kendimi geliştirmeye çalışıyorum, acıkmamaya çalışıyorum." diyen çocukların korunması ve gelişimine ayrılan bütçe sadece 41 milyar; yani din hizmetine, eğitimine ayrılan bunun tam 3 katı, çocukları korumaya ayrılanın 3 katı.
Türkiye'de okul öncesi eğitimden başlayarak 18 milyon öğrenci var, 2023-24 verileri bunlar ve o tarihteki MEB bütçesine baktığımız zaman, basit bir hesapla, bir yılda bir öğrencinin 11 bin lirayla desteklendiğini görebiliyoruz. Şimdi, bu 11 bin lira çocuğun cebine konulmuyor, öyle bakarsanız ayda 11 bin lira fena değilmiş gibi görülebilir; öyle değil, bu, bir çocuğun bütün bir eğitim açısından desteklenmesinin bütün maliyeti.
Yükseköğretim Kurumunu her bütçe döneminde tartışıyoruz. Bir darbe kurumu, bütün iktidarlar gibi AKP de iktidara geldiğinde "Bu kurumu kaldıracağız." dedi ama YÖK, aslında yetki ve etki alanı son derece güçlendirilerek işte bu nitelikli üniversitelere yönelik saldırının ve üniversitenin mahvını getiren gelişmelerin de baş aktörü olarak yerli yerinde duruyor. Neye hizmet ettiği belli olmayan bir hınç ve kararlılıkla köklü üniversiteler bölündü, bir üniversiteden 2-3 yapı çıkarıldı. Üniversitelerin kadın çalışmaları, insan hakları alanında çalışan kürsüler ve merkezler, toplumsal cinsiyet eşitliği alanında oluşturulan birikim tarumar edildi. Üniversitelerde dekan, rektör, bölüm başkanları seçimleri iptal edildi; kayyım rektörler, kayyım dekanlar dönemi başladı. Bugün üniversitelere rektör seçilmiyor, hatta uygun rektörler atanmıyor yani Cumhurbaşkanı atıyor diyoruz ya üniversiteye rektör, aslında mesele o da değil, esas olarak belirli isimlere üniversite atanıyor, isimler seçiliyor, onlara atanacak üniversite bakılıyor; olan budur. Bunun en yakın örneğini -ben Diyarbakır milletvekiliyim- Dicle Üniversitesinde gördük. Bu köklü üniversitede yıllar yılı Gülen cemaati yapılanmasıyla verilen büyük zarar hiçbir veçhesiyle telafi edilmediği gibi AKP zaten onların yarım bıraktığı bütün işi de sürdürdü ve çok yakın bir tarihte rektörlük için adı hiç geçmeyen ancak bir önceki dönem AKP milletvekillerinden birinin kardeşi olan bir isme Dicle Üniversitesi atandı! Benzer bir şeyi ODTÜ, İTÜ, Ankara Üniversitelerinde de görebiliriz. Ankara Üniversitesi benim kendi üniversitem, buraya da yine AKP'li bir milletvekili bu yıl 2'nci kez atandı.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Gayet de başarılı, Allah razı olsun.
SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Bu başarı çok çok göreceli bir şeydir, onu hiç tartışacak vaktim yok keşke olsaydı.
Kısacası akademik özgürlük ve üniversitenin kurumsal özerklik sorunu daha da daha da derinleşti. OHAL KHK'leriyle toplamda 7 bini aşkın idari ve akademik personel işlerini kaybetti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Çelenk, bir dakika uzatıyorum.
SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Bunlar asla adli anlamda adil bir yargılanmadan yararlanamadılar; bunların bugün 5.800'ü hâlâ görevine dönebilmiş değil ve aynı şey hikâyesini artık herkesin, bütün dünyanın yakından bildiği barış imzacılarıyla da ilgili olarak devam ediyor. Birçoğu haklarındaki davalardan beraat ettikleri hâlde keyfî bir biçimde görevlerine döndürülmediler.
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Çelenk, lütfen selamlayalım, süreniz bitiyor.
SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Bütün bunların yanında öğrencilerin barınma, beslenme, yurt sorunları var, öğrencilerin açlık sorunları var ve öğrenciler ağır bir saldırı altında, her türlü eleştirel düşüncenin tasfiye edildiği bir ortamda öğrenim görmeye çalışıyorlar, göremiyorlar ve yurt dışına büyük bir göç var, akademisyen göçü var, öğrenci göçü var. Sayılara bakacaksınız bir de bunlara bakalım, gerçekten çok vahim bir tabloyla karşı karşıyayız.
Hepinizi saygıya selamlıyorum.