KOMİSYON KONUŞMASI

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Şimdi, Sayın Kırkpınar'ın anlata anlata bitiremediği o tarihî çalışmalara bir de biz değinelim.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Bitmiyor, bitmiyor.

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Eksik bıraktıklarınızı biz buradan tamamlayacağız, rahat olun.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, basın emekçileri, salondaki tüm emekçi arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum.

Öncelikle şunu ifade ederek başlamak istiyorum: Millî Eğitim Bakanlığında hangi konuyu ne kadar anlatsak da kâfi gelmiyor, gelmeyecek de çünkü AKP iktidarları boyunca en tartışmalı icraat ve bakanlara sahip olmuş bir bakanlıktan bahsedeceğiz burada. Kırk beş yılda yapılması gereken bakan değişikliğini yirmi iki yılda gerçekleştirdi. Şu an Sayın Tekin 9'uncu Bakan, bir an 10'uncu bakan mı geliyor spekülasyonları döndü ama neyse ki Sayın Bakan koltuğunu korudu bu noktada.

Millî Eğitim Bakanlığını çalkantılı hâle getiren temel etken eğitimin yapboz tahtasına çevrilmesidir Sayın Bakan. Siyasi iktidarın ince bir sosyolojik mühendislik içinde olduğunu bilmeyenimiz yoktur burada. Dolayısıyla amaç, evrensel değerleri de özümseyen özgür ve bağımsız bireyler yetiştirmek değil. Esas amaç, ideolojik bir gençlik tahayyülü olarak karşımıza çıkmakta. Öyle olmasaydı eğitimde sorunlar çığ gibi büyüyüp bugün bu noktaya gelmezdi. Özellikle üniversitelerde gençlerin bir yığın sorun mevcut, güvenlik de bu sorunların başında yer alıyor. Niye bunu söylüyorum, size açayım: Üniversitede Zeren Ertaşlar ihmal sonucu hayatını kaybediyor. Kendisine dağıtılan ideolojik baskıya dayanamayıp intihar eden Enes Karalara şahit olduk. Üniversite okuduğu Dersim'de beş yıl önce kaybettirilen Gülistan Dokuları tanıdık. Bugünse Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Rojin Kabaiş için günlerdir adalet çağrısında bulunuyoruz Sayın Bakan çünkü Rojin'in başına ne geldiği hâlâ tam anlamıyla açığa kavuşturulmuş değil. Rojin, 27 Eylülde kayboldu ya da kaybettirildi, arama çalışmaları geç başlatıldı, ailesine geç haber verildi. İlk andan itibaren Rojin için intihar ön kabulüyle hareket edildi. Cansız bedeni tam olarak on sekiz gün sonra 20 kilometre uzaklıkta Molla Kasım köyü sahilinde bulundu. Ön otopsi raporu kesin bir sonuç vermedi, onlarca şüpheli numune alınarak İstanbul'a gönderildi ama üzerinden bir ay geçtikten sonra dün gece otopsi raporunun açıklandığı haberi basına yansıdı. Ailenin bundan haberi yok, avukatların bununla ilgili bilgisi yok çünkü dosyada gizlilik kararı var ama her ne hikmetse bu sonuç basınla paylaşılıyor çünkü kamuoyunda Rojin'in intihar ettiği algısı oluşturulmak isteniyor. Oysaki birçok soru işareti mevcut ve kuşkularımız derin. Tüm detaylar şeffaf bir şekilde açıklanmadıkça bunun bir intihar olduğuna asla inanmayacağız; inandıramayacaksınız bizi. Rojin'in babası da "..."(*) diyor, evladı için adalet istiyor. Kamuoyunda infial yaratan bu konu hakkında Millî Eğitim Bakanının sessizliğini açıkçası yadırgıyorum. Rojin ve tüm öğrenciler için buradan adalet çağrısında tekrar tekrar bulunuyorum.

Sayın Bakan, kıymetli hazırun; Plan ve Bütçe Komisyonuna gelen her bakandan ezberler dinliyoruz burada. Hâliyle, Sayın Tekin de bilindik ezberleri burada okudu; eğitime ayrılan bütçenin rekorlar kırdığını rakamlara dans ettirerek bize açıkladı. Millî Eğitim Bakanlığına 2025 yılı için ayrılan bütçe 1 trilyon 452 milyar lira olarak karşımıza çıkıyor. Ülkede en iyimser hâliyle enflasyon yüzde 49 ama Bakanlığın bütçesindeki artış yüzde 33 düzeyinde karşımıza çıkmakta. Bakanlığın bütçesinin yüzde 80'inin personel giderleri ile cari ödemelere gittiği de biliniyor. Ortada AR-GE adına kayda değer bir şey yok. Çocukların, gençlerin sorunlarını tamamen çözecek bir kaynak aktarımı yok. Bilimsel özerkliği ve akademik özgürlüğü garanti altına alabilecek finansal ve politik tedbirler yok; yok çünkü Yüksek Öğretim Kurulu varken üniversitelerin özgürlüğü ve özerkliği mümkün olamaz. Geçen hafta, 6 Kasım, YÖK'ün 43'üncü kuruluş yıl dönümüydü Sayın Bakan. Üniversitelerde de sokakta da protesto edildi çünkü hangi iktidar olursa olsun, eleştirel ve muhalif düşünceye karşı YÖK'ü Demokles'in kılıcı gibi sallandırmıştır, kullanmıştır. Her gelen iktidarın ilk vaadi YÖK'ü kaldırmak oldu ama AKP iktidarı gibi her iktidar makbul akademi inşasında YÖK'ü kullandı. Yakın zaman önce AKP iktidarında akademisyenlerin cübbeleri postallarla ezildi. "Barış" dedikleri için akademisyenlerin kapılarına TEM şube dikildi; öğrenciler baskılandı, kampüsler sessizliğe büründürüldü. Üniversitelerde özgür akıl bugün de tehdit altında çünkü farklı konularda müesses nizama aykırı bir fikir beyan edenlerin başına ne geldiğini hepimiz bire bir biliyoruz. AKP olarak "Sorunlar şiddetle çözülmez, barışla çözülür." diyen akademisyenleri KHK'lerle akademilerden attınız, pasaportlarını ellerinden aldınız. Bugün görevine iade edilenler bile bir üst mahkeme kararıyla görevlerine maalesef dönemiyor Sayın Bakan.

Bilgi, özgürlüğü sever, özgür dolaştıkça gelişir ama AKP iktidarında bilgi sabitlendi, bilgi çürütülmek istendi. Sonuç ne mi oldu? Size söyleyeyim Sayın Bakan: Bugün akademik özgürlük endeksinde 179 ülke arasında 166'ncı sırada yer alan bir Türkiye var. Eserinizle övünebilirsiniz; biz de buradan DEM PARTİ olarak sizi bu noktada tebrik ediyoruz(!)

Taşımalı eğitim meselesine gelelim. Küçücük çocuklara bir eziyet hâlini almış durumda taşımalı eğitim. Eğitimin yerindelik ilkesiyle bağdaşmayan ve çocukları yollarda güvenlik riskiyle karşı karşıya bırakan bir sistem inşa ettiniz. Özellikle seçim bölgem Van ve diğer zorlu coğrafyaya sahip kentlerde öğrenciler ciddi sıkıntılar çekiyor. Kış şartlarının da başlamasıyla ulaşım imkânsız hâle gelebilmekte, bazı öğrenciler aylarca okula gidememekte. AKP'liler, kendi dönemlerinde eğitim bütçesinin rekor kırdığından bahsediyorlar. Madem eğitime ciddi bir bütçe ayrıldı Sayın Bakan, o hâlde neden öğrenciler yollarda eziyet çekiyor? Madem bütçeniz artmış durumda, neden okul ve öğretmen sayısı yeterli düzeye çıkarılmıyor Sayın Bakan? Öğrencilerin karşı karşıya kaldığı eziyeti bitirmek yerine Taşımalı Eğitim Yönetmeliği'nde yaptığınız değişiklikle öğrencilerin temel haklarını ekonomik tasarruf kapsamında resmen gasbettiniz çünkü 30 kilometreden uzakta yaşayan öğrencinin servis hakkını da bir öğün yemek hakkını da ortadan kaldırdınız. Göklerde uçak filolarına tasarruf yapmayı akıl edemeyenler, eğitim hakkından tasarruf ederek ekonomiyi düzelteceğini mi sanıyor Sayın Bakan? Okul servislerini iptal eden Bakanlık, küçücük çocukları pansiyonlara mecbur bırakmak istiyor. Bununla kız çocukları başta olmak üzere birçok öğrencinin eğitim sürecinden kopuşunu getirebileceği kolaylıkla öngörülebilir bir durum; siz bunu da öngöremiyorsunuz herhâlde. Özellikle Kürtlerin hafızasında YBO'ların tahribatı hâlâ canlıyken ikinci bir YBO adımını biz kabul etmiyoruz. Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi. Dolayısıyla AKP, öğrencilerin eğitim hakkından değil kendi şatafatından tasarruf yapsın diyoruz.

"..."(*) ülkenin milyonlarca yurttaşı "..."(*) diyor ama bugüne kadar ne Laz'ın sesi duyuldu ne Kürt'ün çığlığı işitildi ne de Çerkez'in varlığı bu topraklarda kabul edildi. Binbir çiçekli bahçeleri andıran Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına "tek dil, tek millet" ülküsü ikame edilmek istendi, asimilasyon politikaları uygulandı. Diller, bu topraklarda "tehlikeli" olarak kodlandı Sayın Bakan. Bugün nispeten değişen bir atmosfer var elbette ama Kürtlerin vazgeçilmez ontolojik talepleri hâlâ karşılık bulmuş değil. Bir defa olsun bir halkı anlama gereği duymayanlar, her defasında egemenlikçi bir egoyla "Kürt sorunu nedir?" diyor. Kürt sorunu, aynı zamanda bir Kürtçe sorunudur, ana dilinde eğitimden yoksun bırakılma sorunudur. Geçen yıl da ana dilde eğitimi anlatıp size sorular sorduk Sayın Bakan, sizin gönderdiğiniz cevaplarda "Anayasa madde 42" denilerek bir şey yapılamayacağı belirtilmiş. AKP, kendi istikbali söz konusu olduğunda "Darbe anayasasıdır, değiştirilmelidir." derken Kürtlerin talepleri söz konusu olduğunda darbe anayasasına maşallah sımsıkı sarılıyor. O hâlde şöyle soralım: Anayasa'yı bir tarafa bırakıyoruz Sayın Bakan, bir eğitimci ve akademisyen olarak küçücük dimağların ana dilinde eğitimden mahrum bırakılması hakkında sizin kişisel fikriniz nedir? Ben gerçekten bunu merak ediyorum. Bugünkü sunumunuzda "yurt dışında yaşayan soydaşlarımız" diyerek Türkçe eğitimden bahsettiniz. Söz konusu kendi diliniz olunca "Korumalıyız." diyorsunuz. Peki, sizin diliniz dil de bizim dilimiz dil değil mi Sayın Bakan? Kürtçe, bizler açısından kırmızı çizgidir; bunun altını yine net bir şekilde çiziyoruz. Sunumda Çocuk Hakları Sözleşmesi vurgusu var "her çocuğun diline ya da farklılıklarına bakılmaksızın eşit eğitim hakkına sahip olduğu" ifadesi geçiyor. Biraz dürüstlük istiyoruz sizden. Siz değil misiniz söz konusu sözleşmenin dil ve kültür hakları maddelerine çekince koyan? Eğer samimiyseniz maddelere ilişkin çekincelerinizi ortadan kaldırılın.

Sayın Bakan, Kürtler olabilecek en makul şekilde zorunlu ana dilde eğitim istiyor çünkü ana vatanımızda, kendi öz topraklarımızda ana dilimiz bize seçmeli ders olarak okutulamaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Tamamlayalım.

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Ayrıca, seçmeli Kürtçe derslerde dahi samimi davranmadınız. İlk zamanlarda 80 bin öğrenci dersleri seçerken fiilî engellemelerle bu sayı 25 bine kadar düşürüldü Sayın Bakan. Kürtçe öğretmen atamaları da Fransızcayla yarışıyor, asla yeterli bir sayı değil bizler açısından. Bu sebeple, Kürtçeyle ilgili esaslı şeyler duymak istiyoruz sizden ama yarım saatlik sunumunuzda dahi tek bir defa "Kürtçe" geçmiyor. Kürtçe milyonların dilidir, bunu yok saymak pedagojik ilkelerden de sapmak anlamına geliyor Sayın Bakan.

Sonuç itibarıyla, eğitimi ideolojik bir aygıt olarak kullanan bir iktidar gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Tek adam iktidarının Eğitim Bakanlığı da böyle olsa gerek. Kültürel ve sosyal hegemonya kurma gayretinizi elbette görüyoruz ama unutmayın, halk sizden büyüktür.

Teşekkür ediyorum.