Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278) ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ile Sayıştay tezkereleri a)Hazine ve Maliye Bakanlığı b)Gelir İdaresi Başkanlığı c)Türkiye İstatistik Kurumu ç)Özelleştirme İdaresi Başkanlığı d)Sermaye Piyasası Kurulu e)Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu f)Kamu İhale Kurumu g)Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu ğ)Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu h)Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ı)Yatırımcı Tazmin Merkezi i)Bankalararası Kart Merkezi Anonim Şirketi |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 15 .11.2024 |
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan. Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlarımız, değerli basın mensupları; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bugün çok önemli bir bakanlığı görüşüyoruz. Hazine ve Maliye Bakanlığı, bağlı kurumlarıyla, kuruluşlarıyla beraber düşündüğümüz zaman görev alanının son derece yaygın olduğu ve Türkiye'nin ekonomik politikalarını şekillendiren bakanlıklardan biri. Burada tabii, orta vadeli program, bütçe, bunlar üzerinde fikirlerimi paylaşmak istiyorum sizlerle ve tabii, sorularım olacak. Şimdi, öncelikle şunu söylemek lazım: Bütçe bir yeniden dağıtım mekanizması. Yanitabii, bütçeler teknik metinler, içinde birçok rakam var, işte, göstergeler var... (Uğultular) BAŞKAN MEHMET MUŞ - Değerli arkadaşlar, önemli bir bakanlık, önemli bir görüşme yapılıyor, Sayın Türeli grubu adına konuşuyor, lütfen sükûnetle dinleyelim. RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - ...teknik metin ama aynı zamanda politik metinler, ekonomi politik metinler, bunun için de bunlar tarafsız değil; bir biçimde, uygulanan politikaların bu ülkede yaşayan bütün insanlar üzerinde etkileri var. Bütçe bir yeniden dağıtım mekanizması dedim çünkü insanların gelirlerinin belli bir kısmına vergileme yoluyla el koyuyoruz, ondan sonra, onları değişik harcamalara dağıtıyoruz. Kimlerden vergi aldığımız, hangi tür vergi aldığımız ve harcamaları nerelere, hangi alanlara yaptığımız konuları -işte, biraz önce söylediğimiz gibi- bütçenin bir biçimde kaynakları nasıl tahsis ettiği konusuyla ilgili. Tabii,burada şu soruyu sormak lazım: Bu bütçe kimin bütçesi? Ben bu bütçeye plan, orta vadeli program ve bütçe ölçeğinde baktığım zaman şunu görüyorum: Bu bütçe bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın bütçesi değil, mevcut olan Türkiye'nin hiçbir sorununu çözecek perspektife sahip olmayan, var olan geçmişteki politikaları geneenflasyon oranıyla belli bir fiyat artışı üzerinden arttıran ama Türkiye'nin hiçbir yapısal sorununu çözmeyen bir bütçeyle karşı karşıyayız. E, bununla nasıl olacak? Bu kadar ağır koşullarda olduğunu düşündüğümüz zaman, dediğim gibi, bu bütçenin ne yazık ki Türkiye'nin hiçbir sorununa derman olamayacağını görüyoruz. Orta vadeli program ve bütçe, burada tabii, kritik olan bir nokta var, normal şartlar altında bir ülke için kalkınma, gelişme, büyüme önemlidir fakat orta vadeli program ve ona dayalı olarak hazırlanan bütçenin, temel özelliği, bir kalkınma planı/programı olması gerekirken bir istikrar programı niteliğinde olması. Türkiye'nin var olan özellikle yüksek enflasyon sorununu çözmek üzerine tasarlanmış. Temel öncelik bu, başka bir öncelik falan yok. Dezenflasyon ve bu dezenflasyon süreciyle ilgili ne yapılması gerektiği, onlar var, onları da birazdan konuşacağız. OVP ve kalkınma planı ilişkisi konusu önemli. Hatırlarsınız Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Değerli Bakan; geçen sene hem Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmamda hem de Genel Kuruldaki konuşmamda bir şey söyledim, dedim ki: Orta vadeli program ve kalkınma planı arasında bir ilişki, bir uyum yok. Beş yıllık bir süreç, 2024-28 arasını kapsıyor kalkınma planı ama bunun üç yılını kapsayan OVP 2024-26 arası. Oradaki rakamlar, oradaki perspektifler ve sonra 2027-28 -iki yıl planın yılıydı- arasındaki uyumsuzluğu söylemiştim. Bu sene 2027 de OVP'ye dâhil oldu, 2028 sadece tek bir yıl olarak kaldı fakat ilginç olan, şu: OVP'de 2027 yılında ulaşılması hedeflenen göstergeler, rakamlar, makro büyüklükler ile 2028'de plan döneminin sonunda ulaşacaklarımız arasında hiçbir ilişki yok. Büyüme hızı, OVP'de, bakıyorum, dört yıl, OVP'nin rakamlarını aldığım zaman yüzde 4,25 ama plan ortalaması o beş yıl için yüzde 5'ti. Ayrıca, bunun tutmayacağını da biliyoruz. Bu sene için, biliyorsunuz, bizim söylediğimiz 3,5; 4 ve önümüzdeki sene 4'lük rakamlar vardı, IMF en son açıkladığı bülteninde 2024 yılı büyümesini yüzde 3,5'tan 3'e çekti, 2025 büyümesini de yüzde 4'ten 2,7'ye çekti. Böyle baktığımız zaman, 2028 yılında o yüzde 5'lik toplam beş yıllık ortalamaya ulaşmak için ekonominin herhâlde yüzde 10'ların üzerinde büyümesi lazım. Gayrisafi yurt içi hasıla dolar cinsinden plan döneminde diyorduk ki biz "2028'de 1 trilyon 589 milyar dolar olacak." ama şimdi baktık ki 2027'de bunu geçmişiz; 1 trilyon 774 milyar dolar. Kişi başına millî gelir planda 17.554 dolardı, şimdi bakıyoruz 2027 yılında 20.420 dolar. İstihdam artışı planda o beş yıllık dönem için toplam 4 milyon 984 bin yani yaklaşık 5 milyon kişi olacaktı, ortalaması 997 bin kişi, şimdi bakıyoruz bu 3 milyon 309 bine düşmüş dört yılda, ortalaması 827 bin kişi. Cari açık planda 2028 yılında 2,8 milyar dolar olacaktı, OVP'ye bakıyoruz 2027'de eksi 22,6 milyar dolar. Yani kesinlikle bunların birbiriyle bağlantısı koptu, plan diye bir şey ortada yok. Plan zaten -söyledik bunu- çöpe atılmıştı. Şimdi, OVP'nin buradaki ortaya koyduğu hedeflerle aslında orta vadeli programın da çöpe atıldığını görüyoruz. OVP'nin, buradaki hedeflerinfalan gerçekleşme şansı yok. Bütün bu dolar... Tabii, dolar kurundaki değişiklikler, Türkiye millî gelirini TL cinsinden hesaplayıp sonra döviz kuruna böldüğü için rakamlar burada yüksek gözüküyor. Yani 2027 yılında OVP'de ulaşılacak olan rakamlarla övünmeyelim. Bu rakamlar biraz önce de söylediğim gibi tamamen hesap sistematiğinden kaynaklanan konular. Diğer taraftan, OVP'nin perspektifleri, biraz önce de söyledik,tamamen dezenflasyon süreci. İyi ama bu dezenflasyon sürecine nasıl geldik; neden Türkiye bu noktada? Siz âdeta miladı kendinizle, kendinizin göreve geldiği zamanla başlatıyorsunuz. Ama öyle değil, yirmi iki yıldan beri iktidarda olan bir AKP var, uygulanan politikalar var ve üstelik sizin de geçmiş dönemlerde hem Hazine ve Maliye Bakanı olarak hem de Başbakan Yardımcısı olarak aldığınız görevler var. Yani böyle bir şey, bakın, Cumhurbaşkanının "faiz sebep, enflasyon sonuç" tezi bugün Türkiye'yi içinde bulunduğu bu yüksek enflasyon sürecine soktu. Bunun sonucunda Türkiye... Bu beş yıl içinde, geçtiğimiz iki buçuk yıl, iki buçuk yıl da sonrasında bu dezenflasyon sürecini yürütüp enflasyonu tek haneye çekmeyi hedefliyorsunuz ki en son Merkez Bankası artık 2026 sonundaki hedefi de tek hane olan yüzde 9,7'den yüzde 12'ye çıkardı. Zaten "tek hane" dediğimiz zaman biz yüzde 3, yüzde 5'leri anlıyoruz. Türkiye'nin orta vadeli programlarına geçmişten itibaren, 2006'dan itibaren bakarsak o dönemlerde hep yüzde 3, yüzde 5'ler civarında bir enflasyon öngörülmüştü. Yani uygulanan yanlış politika, enflasyonu yüzde 19'lar seviyesinden yüzde 85'lere çıkardı, şimdi yeniden o seviyelere indirmeye çalışıyorsunuz. Yüzde 19 olan faiz yüzde 8,5'a indi, yüzde 50'ye çıktı ve bütün bu yaşanan olumsuzlukların yükü bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın sırtında. Gelir dağılımı bozuldu, yoksulluk artıyor, yaygınlaşıyor, ekonominin büyüme yapısı gittikçe aşınıyor. Bakın, en son bu yıl içinde baktığımız zaman artık negatif seviyeye, yani sanayi üretimi negatife geçti. Bu açık ve nettir; yüksek enflasyonun sebebi Türkiye'nin uyguladığı yanlış politikalardır; bu, bunların sonucunda oldu. Dış dinamiklerin elbette etkisi olmuştur, dünyanın her yerinde etkisi olmuştur ama eğer enflasyonda Avrupa'nın en yüksek oranına sahipsek, dünya ülkeleri içinde en yüksek oranlardan birine sahipsek bunun nedeni AKP'nin uyguladığı yanlış politikalardır. Şimdi, dezenflasyona ulaşmak için ne yapıyorsunuz? Temelde iki ayak var: Bir, toplam talebi kısmak, sıkı para politikası, yüksek faiz, kredileri sınırlama, sıkı gelirler politikası bununla bağlantılı çünkü konuşmalarınızdan öyle anlaşılıyor; "Geçmiş enflasyona endeksleme anlayışı terk edilmeli. Türkiye'nin bundan sonra ücret ve gelir artışları beklenen enflasyon, hedef enflasyona göre belirlensin." demek, bu demek. Bir taraftan da ikinci olarak, zaten yüksek faiz var, dışarıdan para girişi olacak, kur böylece baskı altında tutulacak, böylece buradan maliyetler üzerinde, gelen maliyet enflasyonu baskısını hafifletmeye yönelik bir politika. Ama bu politikanın maliyeti, biraz önce söylediğim gibi, bu uygulanan yanlış politikanın yükünü taşıyan insanların sırtına o yükü vermeye devam edecek. "Dezenflasyon süreci" dedik. En son enflasyon, OVP'de -üzerinden daha iki ay geçti- 2024'te yüzde 41,5'tu, Merkez Bankası "yüzde 44" dedi; yüzde 17,5'tu 2025 için şimdi yüzde 21 oldu; 2026'da -biraz önce de söyledim- yüzde 9,7'den yüzde 12'ye çıktı. Ama şunu söylemek lazım: Baktığımız zaman, ortada bir para politikası var belki ama maliye politikası ayağının son derece zayıf olduğunu görüyoruz. Biraz sonra ayrıntısıyla da söyleyeceğim, ortada bir vergi reformu yok, ortada bir tasarruf da yok. Tasarruf ve verimlilik paketinin de yani şimdi söylediğiniz, işte "Bir kısım buradaki sonuçlar alınacak, bunlar Cumhurbaşkanına bildirecek..." Göreceğiz tabii onun içinde. Ama şunu görüyoruz: Devletin en tepesindeki harcamaların, savurganlığın, israfın aynen devam ettiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanının yurt dışı gezilerine 5 uçakla gittiğini, yanındaki koruma ordularıyla beraber gittiğini, personelli de düşündüğümüz zaman aslında devletin tepesinde bir tasarrufun olmadığını, aşağıda da bir tasarrufun olamayacağını açık ve net olarak görüyoruz. Şu soruları tekrar sorup oradan diğer konulara geçeceğim: Biraz önce de söyledim, siz risk primini düşürdüğünüzü söylüyorsunuz ama Türkiye'nin risk primini kim yükseltti? "Kredi reyting kuruluşları not düşürdü, 2 puan yükseldi." diyorsunuz. Hâlâ yatırım yapılabilir seviyenin 3 ya da 4 basamak altında yani aşırı spekülatif seviyede. "OECD'nin gri listesinden çıktık." diyorsunuz. Türkiye'yi gri listeye kim soktu? İşte, bu uygulanan yanlış politikalar. Bunlara bir süreklilik içinde bakmak lazım; biz her zaman onu söylüyoruz. Bu ülkenin kaynakları doğru ve yerinde kullanılmalı. "Doğru kullanılması"yla kastımız, hiçbir hukuksuzluğa, usulsüzlüğe, yolsuzluğa mahal vermeden kullanılmasıdır. "Yerinde kullanılması"yla da yapılması gereken yatırımların doğru önceliklendirilerek yapılmasıdır. Buradan bütçe konusuna geçeyim. Bütçe açığı azalıyor gibi gözüküyor. OVP'ye baktım yani yaklaşık 2 trilyon lira civarında fakat ilginç olan şu: Aslında tabii, TÜFE yıl sonunu hep konuşuyoruz ama aslında bir gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü var, o deflatör aslında bir ortalama enflasyon demek çünkü bu rakamlar ortalama rakamlar. Harcamalardaki artışa bakıyorum, 2025 için yüzde 31,4, gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü yüzde 33,9'du, yüzde 34, şimdi biraz daha yükselecek çünkü o enflasyonun, yıl sonu enflasyonunun çıkması bunun da yukarı çıkması demek. Harcamalardaki artış deflatörün, enflasyonun altında ama vergilerdeki artış enflasyonun üzerinde; vergilerdeki artış yüzde 46,5. Faiz harcamaları son derece yüksek; yüzde 50,3'lük bir faiz artışı var. İşte, uygulanan bu yanlış faiz politikası Türkiye'yi yeniden faize, bütçe açığı kadar faiz giderine mahkûm etmiştir. Bütçe harcamalarına biraz kategorik olarak bakmak istiyorum. Personel giderleri; 2025 yılı ödenek artışı yüzde 29,8 ama dediğim gibi, deflatörün altında. Şimdi, tabii, memur, işçi, sözleşmeli personeli varbütçenin içinde. 2025 yılında, biliyorsunuz, toplu sözleşmeye göre artış yüzde 6 olacak, ücret artışı, ikinci yarıda da yüzde 5; bileşiği yüzde 11,3'e denk geliyor ama bu rakama enflasyon olarak diğer bu fiyatların yukarıya doğru revize edilmesiyle birlikte baktığımızda çok ciddi bir sıkıntı olacak. Biz her zaman şunu söylüyoruz: Enflasyon farkının sonradan verilmesi bu kayıpları telafi etmiyor çünkü insanlar her gün harcama yaparken siz altı ay sonra bir enflasyon farkı veriyorsunuz ama o, dediğim gibi, o kayıpları engelleyici bir şey değil. Üstüne üstlük, TÜİK'in enflasyon rakamlarının toplumda, kamuoyunda yaygın biçimde tartışıldığını, kimsenin bu rakamlara inanmadığını düşündüğümüzde de olay daha da dramatik hâle geliyor ve dediğim gibi tekrar -sizin de konuşmalarınız var OVP'de- ücret ve gelir artışlarının gerçekleşen enflasyona göre değil, beklenen enflasyona göre belirlenmesi demek bugün ülkede yaşanan gelir dağılımı bozukluğunun ve yoksulluğun artması ve bu programın yükünün zaten bu yükü taşıyan insanlar tarafından, milyonlarca insan tarafından; sabit gelirli kesim, işçi, memur, emekçi, çiftçi tarafından üstlenilmesi anlamına geliyor. Yatırım giderleri, sermaye giderleri 2025 yılında -bütçe açısından söylüyorum- binde 8 artıyor ve genel olarak kamu yatırımlarına da baktığımızda millî gelir içindeki pay 2002'de yüzde 4,8'miş, 2025'te yüzde 3,2; aşağı doğru iniyor. Bir ülkenin büyümesi için en önemli kaynaklardan biri o ülkenin sermaye stokunu büyütmek, potansiyel büyümesini yukarıya doğru çekmektedir ama burada baktığımız zaman ne yazık ki yatırımlardaki bu düşüşün, kamu yatırımlarındaki bu düşüşün çok ciddi anlamda Türkiye'nin arz kapasitesini sınırladığını görüyoruz. Kamu yatırımlarının millî gelir içindeki payının azalması, kamunun ciddi anlamda bu fiziki ve sosyal altyapıdan çekilmesiyle ve KÖİ modelinin uygulanmasıyla da çok yakından ilişkili. Bakın, 2025 yılında kamu-özel iş birliği modeliyle yapılacak projelere verilecek para 204,2 milyar Türk lirası, 2025-2026-2027, üç yıl; 689,1 milyar lira. Kamuoyunun bilmediği, sözleşmelerini bilmediğimiz, şartlarını bilmediğimiz, şeffaflığın olmadığı bir yapının bugün Türkiye'yi getirdiği noktadır. Bazen konuştuğumuz zaman -ilgili bakanlar değişik torba kanunlarda geldiği zaman konuşuyorduk- "İşte bu yatırımları yaptık, iyi ki yapmışız, şimdi olsa yapamayız." diyorlar ama öyle değil. Türkiye dışarıdan dış tasarruf alan yani yurt içi tasarruflarının yatırımları karşılamadığı bir ülke; dış tasarruf alıyor, cari açık veriyor. Bu ülkenin kaynakları, kıt kaynakları en iyi şekilde kullanması gerekiyor. Kamusuyla, özeliyle elbette Türkiyebir bütündür ama bunların sözleşmelerinin iyi yapılmasına ihtiyaç vardı, o şeffaflık olmalıydı. Buradageçiş garantileri, uçuş garantileri, hastanelerde yatış garantileri, döviz cinsinden garantiler; bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Bunlar bütçede kara deliktir Sayın Bakan, siz de biliyorsunuz bunu. Transfer harcamaları, tarımsal destekleme ödemeleri; 5488 sayılı Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesi net, diyor ki: "Bütçeden tarıma verilen pay, destekleme payı, transfer millî gelirin en az yüzde 1'i olmalı." Ben bakıyorum, geçen sene binde 2,1'miş, 2024'te, içinde bulunduğumuz yıl olarak söyleyeyim, 2025'te binde 2,2. Verilen para 135 milyar lira oysa yüzde 1'i olsa 615 milyar lira. 2007-2025 döneminde verilen toplam destek, alt alta koyduğumuzda yani her yılın kendi cari fiyatını da topladığımızda 493 milyar, verilmesi gereken destek ise 1 trilyon 867 milyardı; 1 trilyon 374 milyar lira eksik ödenmiş. Ben bir de bunu bugünkü fiyatlara getirdim, enflasyonla bugüne getirdiğim zaman 2,9 trilyon gibi bir rakam çıkıyor. Bakın, bunu bırakın, bunun onda 1'ini de vermiş olsaydınız bugün Türkiye'deki tarım bu noktada değildi. Tarımda kendi kendine yeterlilik hemen hemen tüm ürünlerde yok oldu. Çiftçi ve hayvancı ciddi anlamda yoksulluk sınırı içinde. Mazot desteği var Sayın Bakan bu 135 milyar doların içinde, 20,1 milyar. Bir hesap yaptım, çiftçi ve hayvancının tarımsal amaçla kullandığı mazot 3-3,5 milyar litre olarak öngörülür, bütün hesaplamalarda böyledir, üzerinde uzlaşılmıştır; 3 milyar litre mazot kullansalar üzerindeki vergi payını hesapladım, 53,8 milyar. Yani siz çiftçiye 20,1 milyar mazot desteği veriyorsunuz, 53,8 milyar -54 milyar- lirayı ondan vergi olarak geri alıyorsunuz. Ben ne anladım bu destekten? Sosyal yardımlar hâlâ millî gelir içinde yüzde 1'ler seviyesinde oysa OECD ortalamaları yüzde 2,5'larda. Faiz giderleri 1 trilyon 950 milyar lira, 2025 için konuşuyorum, bütçe açığı 1 trilyon 930 milyar lira. Bütçe açığını da geçmiş ve dediğim gibi, bütçe giderlerinin de ve ortalama enflasyonun, deflatörün de üzerinde. 2023'te de 2024'te de baktığımda faiz gideri bütçe açığının yarısı kadardı ama yukarıya, en yüksek seviyelere çıkmış. Kur korumalı mevduat sistemi 2023 yılında... Burada 2023 Temmuzda gelmişti biliyorsunuz, hazinenin üstlendiği kur zararları da Merkez Bankasına devredilmişti. O zaman şiddetle karşı çıktık, hatta size de söyledik bunu. Bu doğru değil. Bu, aslında bu bütçede yer alması gereken bir şeydir ama Merkez Bankasına devredildi ve Merkez Bankası 2023'te 830 milyar lira zarar etti. Şimdi de gene açıklama yapılmadı en son Merkez Bankası geldiği zaman ama Merkez Bankası bilançosundaki bir kalemden gittiğimizde toplam zararın 1 trilyon 299 milyara ulaştığını görüyoruz yani geçen senenin sonuna göre baktığımızda bu sene için 350 milyar liralar civarında bir... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, mikrofonunuzu açacağım. Değerli milletvekilleri, uygulamalarımızı biliyorsunuz ancak grup sözcülerine daha esnek davranacağız ama grup adına dışarıdan da milletvekili gelse diğer arkadaşlarımıza da süre kısıtlarımız çok net ama sözcülere esnekliğimiz olacak. Buyurun Sayın Türeli. RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Yani hep bir bütçe açığını düşürdük diye övünüyorsunuz ama bunlar da aslında hazinenin üstlendiği kur zararı da bir çeşit gizli bütçe açığıdır. Ayrıca, bütçenin birliği ilkesinin de yok edilmesidir. Sizin Hazine ve Maliye Bakanı olarak en sıkı biçimde sahip çıkmanız gereken bir ilke olması gerekiyor bütçe birliğinin ama ne yazık ki sahip çıkmadınız, çıkmıyorsunuz ve bunun sonucunda bu zararlar oluşuyor ve Merkez Bankası tabii, para basarak bunu karşılıyor. Bunların da enflasyon üzerinde mutlaka etkisi var. Vergi gelirleri kısmına gelirsek -biraz önce söyledim- şunu görüyoruz: Vergi gelirlerindeki artış yüzde 46,5. Bir kere şunu söyleyelim: Vergi gelirlerinin millî gelir içindeki payı artıyor. Bakın, 2022 yılında yüzde 15,7'ymiş, 2025 yılında yüzde 18,1 olarak öngörülmüş, son üç yıllık artış 2,4 puan, yüzde 2,4 puan artış var. Vergi yükü artıyor, 2002 yılında yüzde 21'ler seviyesindeymiş, 2025'te yüzde 24 gözüküyor sosyal güvenlik primleri dâhil. Siz o vergi yükünün OECD ülkeleri arasında en düşük seviyede olduğunu söylediniz ve temel sorun da dolaysız vergilerin yeterli düzeyde olmaması dediniz. iyi ama şimdi, bakın, bir kere şunu söyleyeyim: OECD'yle bir kıyaslama yaparken şunu yapmak lazım: Orada vergi yükünün en yüksek olduğu ülkeler İskandinav ülkeleri ama bunlar aynı zamanda kamu harcamalarının da en yüksek olduğu ülkeler yani o ülkelerin kendi yapısı içinde vergi ve kamu harcamaları birbiriyle bağlantılı; bizde kamu harcamaları düşük. Biraz önce söyledim, rakamları konuşuyoruz burada yani böyle bir kıyaslama yaparken bunlara bakmak lazım, öyle oturup da "OECD'yle biz kıyaslıyoruz, onlara göre." Aynı şey yıllarca sermaye piyasası için de konuşuldu, işte, Türkiye'nin finansal sisteminin millî gelir içindeki payı açısından. Kıyaslamaları yaparken ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ve ülkelerin kaynakları nerelere, nasıl kullandığıyla bağlantılı bakmak lazım. Dolaylı vergi, dolaysız vergi ayrımı devam ediyor. Yüzde 65, yüzde 35; bir şey değişmemiş. Vergi harcamaları var, OVP'de de var, sizin sunuşlarınızda da geçen sene vardı."Etkin olmayan istisna, muafiyet ve indirimlerin kaldırılması hususunda kapsamlı bir çalışma yürütüyoruz." dediniz geçen sene, bir sene geçti üzerinden Sayın Bakan; ne yaptınız? Bir şey yapmadığınız anlaşılıyor. Bir de ben bir rakam söyleyeyim: 2025 yılında vergi harcaması, vazgeçilen vergi 3 trilyon. 2 trilyon bütçe açığı var, 3 trilyon vergiden vazgeçiyoruz; böyle bir şey olabilir mi? Bir ara "Bir vergi paketi, vergi reformu gelecek." denildi, işte 104 sayfalık bir metin bir biçimde basına da sızdı ya da bilemiyorum, artık belki de bir nabzı tutmaya yönelikti bu ama ondan sonra baktık, onun içinden son derece küçük bir vergi paketi geldi. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, toparlayınız. RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim, sağ olun. Ve, orada sizin olmanızı isterdik. Bu konunun sahibi sizsiniz, vergi konusunun ama siz gelmediniz o sunuşa. Burada, İç Tüzük'te Bakanın toplantılara katılmasını engelleyen bir hüküm yok, isterse gelebileceği İç Tüzük'te hükme bağlanmış yani eğer vergi konusu önemliyse gelir burada savunurdunuz, biz de yapılması gerekenler konusunda gerçek bir, doğru bir vergi reformu konusunda size gerekli desteği verirdik; gelmediniz. Yani denetimle, polisiye tedbirle, yapay zekâyla vergi kaçağını önleyemezsiniz; bunlar vardır, gerekli tabii ama bununla vergi kaçağını önleyemezsiniz, vergi adaletini sağlayamazsınız. Yine, bakıyorum, vergide adalet, dar gelirlilerin vergi yükünün azaltılmasına ilişkin hiçbir şey yok ve daha da ilginç olan şu: OVP'de, bütçede gelir adaletine ilişkin hiçbir şey yok. Türkiye Cumhuriyeti'nin belki de en büyük bölüşüm şoklarından birini yaşadığı bir dönemde gelir dağılımı bozukluğu yokmuş gibi, yoksulluk yokmuş gibi davranmanın anlaşılabilir hiçbir yanı yok. Ülke böyle yönetilmez. Bu ülkede yaşayan herkesin uygun koşullarda, bir arada, adaletli bir yapı içinde birlikte yaşaması esastır ve ülkeyi yönetenlerin bu konuda gerekli tedbirleri alması, gerekli politikaları uygulaması gerekir. Dezenflasyon sunuşunuzda "Dezenflasyon sürecinde büyüme kısa vadede geçici olarak yavaşlayabilir, büyüme ve dezenflasyon arasında orta vadede ters yönlü bir ilişki yok." dediniz. Uzun vadede olur ama orta vadeden ne anladığınızı da çok anlamış değilim ben çünkü OVP'ye baktığım zaman bunu göremiyorum. Yani bugün ortada olan açık ve net olarak şudur... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Toparlayacağım, bir iki husus kaldı. Bu OVP, buna dayalı olarak çıkan bütçe, dediğim gibi, dezenflasyona, yanlış politikalarla yükselttiğiniz enflasyonun yeniden aşağı indirilmesine odaklanmış ve bu yük, biraz önce de söylediğim gibi, içinde hedef enflasyona göre ücret, maaş artışları, asgari ücret, asgari ücretin belirlenme esasları -şimdi aralık ayında konuşacağız- bunların hepsi şunu gösteriyor: Dar gelirli kesim üzerindeki bu yükün, zaten var olan yükün daha da artacağı anlamına geliyor. Ve, büyüme hızı yavaşlıyor, ekonomi içinde büyüme yapısının aşındığı bir süreçle karşı karşıyayız. Türkiye iki buçuk yıl uygulanan yanlış politika, iki buçuk yıl da bunu düzeltmek için, tekrar eski seviyesine, 2021 Eylül seviyesine getirmek için yaklaşık beş yıl kaybetmiştir, beş yıl kaynakları yanlış kullanmıştır. Yanlış politikaları yeniden düzeltmek için Türkiye'nin kalkınmaya ayıracak, yatırımları artıracak, tarımı yeniden Türkiye'de var edecek, eğitimde, sağlıkta yaşanan ciddi sorunları çözebilecek bir perspektifi, bir kaynak kullanımı olabilecekken ne yazık ki bunların hepsi heba edilmiştir. Başa dönmek istiyorum. Bu bütçe kimin bütçesidir diye sordum. Bu bütçe, bu ülkede yaşayan milyonlarca dar gelirlinin bütçesi değildir. Bu bütçe, geçtiğimiz günlerde İzmir'de hayatını kaybeden 5 çocuğumuzun bütçesi değildir. Bu bütçe, çöpten yiyecek toplayan insanların bütçesi değildir. Bu ülkede eşitsizliklerle, adaletsizliklerle karşılaşan, hâlâ taşeron çalışma ilişkisinin devam ettiği insanların bütçesi değildir. Kademeli emeklilik bekleyenlerin, çıraklık staj mağdurlarının bütçesi değildir. Ülkeyi yönetmek, doğru politikalar uygulamak ve bunları adaletle uygulamakla mümkündür diyorum. Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.