KOMİSYON KONUŞMASI

GEORGE ASLAN (Mardin) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonun değerli üyeleri, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye coğrafyası çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı bir yapıya sahip; birçok medeniyet bu topraklarda yaşamış ve izler bırakmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığının temel sorumluluğu tam da tüm bu medeniyetleri, kültürleri, inançları, kimlikleri korumak ve gelişmeleri için alan açmaktır. Bakanlığın görev tanımında "Millî, manevi, tarihî, kültürel ve turistik değerleri araştırmak, geliştirmek, korumak, yaşatmak, değerlendirmek, yaymak, tanıtmak, benimsetmek ve bu suretle millî bütünlüğün güçlenmesine ve ekonomik gelişmeye katkıda bulunmak." denilmektedir. Ancak bütün kurumlarıyla genel olarak Bakanlığın bu görev ve sorumluluğunu yerine getirmediğini, tüm kültürlere aynı hassasiyetle yaklaşmadığını söyleyebiliriz.

Türkiye'de maalesef ki yüzyıllardır farklı kültürleri reddeden tekçi bir anlayış hâkim. Kültür politikasındaki ayrımcılık dil, kültür, sanat, tarih gibi çok yönlü ve farklı düzeylerde kendini göstermektedir. Ayrımcılığın önemli alanlarından biri kültür alanıdır. Bu da Kültür ve Turizm Bakanlığı ve ona bağlı kurumlar aracılığıyla yürütülmektedir. Bakanlığın tüm kaynaklarının sadece Türk kültürü için değil, aynı zamanda daha dezavantajlı durumda olan halkların, inançların kültürel değerleri için de kullanılması gerekmez mi? Yoksa bunlar Bakanlığın görev ve sorumluluğunun dışında mı görülmektedir?

Tabii, bu tekçi anlayış sadece yirmi iki yıllık AKP iktidarlarının politikalarıyla sınırlı değildir, yüz yıllık bir süreci kapsamaktadır; günümüzde de bu anlayış pek değişmiş değildir. İktidar tarafından kimi zaman bazı olumlu adımlar atılıyormuş gibi görünse de tekçi anlayışın devam ettiğine yönelik pek çok uygulamaya şahit olmaktayız. Bu uygulamalara en fazla Kürtler, Aleviler ve Hristiyanlar yani Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler maruz kalmaktadır. Özellikle Hristiyan ve Aleviler inançları nedeniyle zaman zaman baskı ve saldırıların hedefi oluyorlar; ibadethane, mezarlıklar ve dinî sembollerine yönelik saldırılar yapılmaktadır. Bu saldırılara ilişkin İnanç Özgürlüğü Girişimi tarafından hazırlanan yıllık rapor var. Bu rapora göre, Ocak-Aralık 2023 tarihleri arasında din, inanç ve inançsızlıkla bağlantılı 47 saldırı ve nefret suçu işlenmiştir; bunlardan 22'si Hristiyanlara, 14'ü Yahudilere, 7'si, Alevilere, 4'ü Müslümanlara, 2'si Yezidilere, 1'i de ateistlere karşı işlenmiştir. İstanbul'da bazı evlere "Yahudilere ölüm." ve "Yahudi kanı bize helal." yazan kâğıtlar yapıştırıldı. Malatya Pütürge'de Aleviler için kutsal olan Gönçi Hızır Ziyareti tahrip edildi. Ankara'daki Cebeci Asri Mezarlığı'nda Yahudilere ve Hristiyanlara ait mezarlar tahrip edildi. Urfa'nın Viranşehir ilçesinde yaşayan Ezidiler mülklerini almak için hak mücadelesi yürütürken sistematik saldırılara maruz kaldı. İstanbul'da Şahkulu Dergâhı'nın Pendik şubesine silahlı saldırı düzenlendi. 2024 yılında da ibadet yerlerine yönelik pek çok saldırı meydana geldi. 28 Ocakta İstanbul Sarıyer'de bulunan Santa Maria Kilisesi'ne yapılan silahlı saldırıda bir kişi hayatını kaybetti. Son olarak, 15 Ekimde İstanbul Küçükçekmece'de bulunan Garip Dede Cemevi'ne bir saldırı gerçekleşti.

Sayın Bakanım, yaptığınız sunumda bir şey dikkatimi çekti; camilerden ve kültürel yerlerden bahsederken "kilise" kelimesi sadece bir sefer geçti; bu da bize kiliselerle ilgili gerçekten çok ağırlıklı böyle bir çalışmanızın olmadığını gösteriyor. Oysaki kilise ve manastırlar meselesi tarihî, dinî inanç boyutu, insani ve ahlaki yönü olan önemli bir meseledir.

Yüzlerce, binlerce tarihî kilise ve manastır bakımsızlıktan yıkıldı ya da yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bunlardan bir kısmı zaman zaman depo ya da ahır olarak kullanıldı, camiye dönüştürülen pek çok kilise de mevcut. Özel mülkiyete geçmiş olup satılığa çıkarılan kiliseler var. Mardin'in Artuklu ilçesinde bin yedi yüz yıllık geçmişe sahip Mor Yuhanna Kilisesi tapusunun elinde bulunduğunu iddia eden bir kişi tarafından yıllardır internet sitelerinde satışa çıkarılmaktadır. Geçtiğimiz aylarda Sivas'ta benzer şekilde bir Ermeni kilisesi 16 milyon TL'ye satılığa çıkarılmıştı. Bu konuya ilişkin verdiğimiz soru önergesine Bakanlığınız tarafından verilen cevapta "Kilise, manastır ve diğer dinî inançlara ait ibadethanelerin kişiler tarafından satışına ilişkin, evveliyatında vakıf geçmişi olan taşınmazların takibatı yapılmakta olup bu taşınmazların vakıflarına tekrar kazandırılması yönünde mevzuat çerçevesinde çalışmalar yapılmaktadır." deniliyor.

Azınlık vakıflara iadesi yapılmış hangi kiliseler var? Söz konusu kiliselerin iadesiyle ilgili herhangi bir çalışmanız var mı? Varsa eğer bu çalışmalar nelerdir? Mardin'deki satılık kiliseye ilişkin geçen yıl verdiğiniz cevapta özel mülkiyet olduğu için satışıyla ilgili herhangi bir engel bulunmadığını söylediniz. Kısaca, bizim bu konuyla ilgili, Bakanlık olarak sizden beklentimiz, bu kiliseye ticari bir mülk olarak değil, kutsal olan bir ibadet yeri olarak yaklaşmanız ve gereği olarak hak sahiplerine teslim etmenizdir çünkü kilise ve manastırlar da diğer ibadet yerleri gibi satılabilecek özel bir mülkiyet değiller. Benzer durumdaki bütün ibadet yerlerinin Bakanlığınız tarafından sahiplerine iade edilmesini istiyoruz. Bu meseleye yönelik yaklaşım bizim için samimiyetin turnusol kâğıdıdır.

Ermeni, Süryani, Rum vakıfları kendi imkânlarıyla bazı kilise ve manastırları restore etmeye çalışsa da bu yapıların nüfusa oranla fazla olması çoğunun restorasyonunu imkânsız kılmaktadır. Bakanlık tarafından restorasyonu yapılan veya hâlâ restorasyonu devam eden bazı kilise ve manastırların olduğunu biliyoruz; Batman'ın Beşiri ilçesinde bulunan tarihî Mor Kiryakus Manastırı gibi. Ancak bu çalışmalar yetersizdir Sayın Bakanım. Elbette ki Türkiye'deki bütün kilise ve manastırların restore edilmesi gibi bir beklentimiz yok ama çok önemli yerler var. Örneğin Hakkâri'de bulunan ve Doğu Asur Kilisesi'nin yüzyıllarca patriklik merkezi olan Koçanis -Türkçe adıyla Konak köyünde bulunan Mar Şalita Kilisesi gibi- Kilisenin durumunu daha önce de dile getirmiştim ancak henüz bir adım atılmış değildir.

Sayın Bakanım, hatırlıyorsanız geçen sene Genel Kurulda bütçe görüşmeleri sırasında bu konuyu size iletmiştim, siz de buna hâkim olmadığınızı söylemiştiniz. Daha sonra, Bakan Yardımcısı Sayın Nadir Alpaslan'ı görevlendirdiniz; ben kendisiyle bir sefer bir görüşme yaptım, onun yanındayken, Van Turizm Bölge Müdürüne Koçanis'le ilgili bir araştırma yapıp bir rapor iletmesini istedi. Aradan iki hafta geçti, o rapor geldi ve kendisi benimle görüştü ve dedi ki: "Bazı sorunlar var. Çok kötü yıkıldı, tadilat gerekiyor." Daha sonra ben "Bir araya geliriz, gerekirse sponsor falan da bulabiliriz." dedim. Gerçekten, o olay hem bölgedeki insanda büyük bir heyecan yaratmıştı hem de Avrupa'da ve Amerika'da bulunan halkımızın içinde çok büyük heyecan yaratmıştı.

Patriklik sıradan bir makam değildir, bir halkın en üst düzeydeki yöneticisidir ve bu insan, merkezini Amerika'nın Chicago kentinden Hakkâri'nin o köyüne taşımak istiyordu. Bunun gerçekten hem bölge turizmine büyük katkısı olacaktı hem de halkımızın Amerika'dan, Avrupa'dan bölgeye gelip yatırım yapma yolunu açmış olacaktı ama maalesef, yaklaşık sekiz dokuz aydır Bakan Yardımcınız Nadir Bey bir türlü dönüş yapmadı; herhâlde buna da verecek bir cevabı olmalı diye düşünüyorum.

Siirt Kurtalan'a bağlı Konakpınar köyü yakınlarında bulunan Keldani Kilisesi definecilerin hedefi hâline geldi ve yıkılma tehlikesi günden güne daha da artıyor. Bu tarihî yapılar -ki bunlardan bazıları dünyanın en eski yapılarındandır- dünyanın başka bir yerinde olsaydı el üstünde tutulurdu.

Farklı din ve inançların ibadethaneleri ticari bir bakış açısıyla turistik bir yapı olarak görülmemeli, kutsal mekânlar olarak ve ülkenin ortak tarihî ve kültürel değerleri olarak kilise ve manastırlar korumaya alınmalıdır, yıkılma tehlikesi olanlar da restore edilmelidir. Hangi nedenle olursa olsun özel mülkiyete geçmiş ibadethanelerin de sahiplerine iade edilmesini talep ediyoruz. Örneğin, İstanbul'da Cumhurbaşkanının katılımıyla Süryani Kilisesi'nin açılışının yapılması gibi bu alanda atılacak olumlu adımların Türkiye'nin bu alanda yurt dışında pek de iyi olmayan imajına da olumlu katkıları olacaktır.

Bir halkı var eden kendi kimliği, dili, kültürü, inancı, tarihi ve temelleri etrafında şekillenen değerleridir; bunların yok olması, halkın da yok olması anlamına gelmektedir. Bakanlık olarak bu kültürel değerlerin korunması veya yok olması noktasında payınıza düşen sorumluluklarda yaptığınız ya da yapmadıklarınız kadar dolaylı veya doğrudan sizin de payınız olacaktır diyor, saygılar sunuyorum.