KOMİSYON KONUŞMASI

MURAT EMİR (Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri, Sayın Bakan ve Değerli Adalet Bakanlığı bürokrasisi; hepinize en içten saygılarımı sunuyorum.

Sayın Bakan ile biz daha önce birlikte milletvekili olarak görev yaptık Anayasa Komisyonunda, Adalet Komisyonunda ve Türkiye tarihi açısından bize göre kapkara günler olan ve zaten ağır aksak yürümekte olan demokrasimizi, bağımsız yargımızı neredeyse tamamına yakın bir düzeyde yok eden 2017 Anayasa değişikliğine katkı vermeye çalışmıştık ve sonuçta, o günlerde bizim yaptığımız eleştirilerin, maalesef, doğru olduğu, bu tek adam rejiminin demokrasimizi bir yere taşıyamayacağını, tek adam rejimi dolayısıyla yasama, yürütme ve yargının iyice iç içe geçeceğini, özellikle yürütmenin, Cumhurbaşkanlığının ve hatta Cumhurbaşkanının kendi şahsiyetinin HSK üzerinden yargıyı şekillendireceğini ve artık bağımsız yargıdan bahsedemeyeceğimizi defaatle söylemiştik. Maalesef, bunun bütün örneklerini yakıcı bir biçimde ve acı bir biçimde yaşıyoruz, yaşamaya devam ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, yargımızın her zaman bir bağımsızlık sorunu oldu. Eskiden de bağımsızlık sorunu vardı, tarafsızlık sorunu vardı ama Anayasa'ya "Yargı bağımsızdır ve tarafsızdır." deyince yargı bağımsız ve tarafsız olmuyor, her gün içindeyiz. Özellikle, HSK'nin yapısı ve HSK üzerinde Cumhurbaşkanının birinci dereceden belirleyici niteliği gerek bizzat atadığı kişiler gerek Meclis üzerinden Meclisteki ağırlığı sebebiyle atadığı kişiler üzerinden giderek artmaktadır. Ve maalesef, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ve Anayasa Mahkemesi kararlarının hiçe sayıldığı, uyulmadığı, yok sayıldığı, değersiz sayıldığı, hatta küçük düşürüldüğü bir süreci yaygın bir biçimde yaşamaya devam ediyoruz.

Sayın Bakana bu salonda da soruldu, daha önce de söylendi, meşhur "World Justice Project" denilen Dünya Hukukun Üstünlüğü Endeksi var. Sayın Bakan bu endeksi beğenmiyor, biliyorum, onu bilimsel bulmuyor, masa üzerinde yazılmış bir endeks olduğunu söylüyor. O endekse göre Türkiye 142 ülke arasında 117'nci. Peki, Sayın Bakan, ben size sormak isterim: Tamam, bunu beğenmiyorsunuz, hangi endekse göre veya endekslere göre siz bizim yargımızın bağımsız olduğunu iddia ediyorsunuz veya bu konudaki desteğiniz nedir uluslararası endeks olarak? Bakın, ben size başka endekslerden bahsedeyim, orada da son derece gerilerdeyiz. Dünya Bankasının yönetişim göstergelerinde, ifade özgürlüğünde çok gerilerdeyiz. Yolsuzluk Algısı Endeksi'nde çok gerilerdeyiz. Ya, bu gerilerde dediğim ortalama 150 ülkenin neredeyse son 20'sinin içerisine giriyoruz, perişan hâldeyiz. Temel haklar endeksinde 133'üncü sıradayız. Hukuki adalet endeksinde 122'nci sıradayız. Ceza adaleti endeksinde 107'nci sıraya geriledik. Daha çarpıcı ve asla karşı çıkamayacağınız bir rakam, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararı verdiği rekortmen ülke biziz. Daha önce Rusya bizim önümüzdeydi, şimdi Rusya'dan 1'inciliği aldık. Enflasyonda dünyada ilk 4 ülkenin arasındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ihlal kararlarında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne tabi ülkeler arasında 1'inciyiz. Üzüleceğimiz, sıkılacağımız, hatta bence utanacağımız endekslerde böylesine geri kalışımız; elbette ki son derece üzüntü vericidir ve heyetinizin buna mutlaka dikkat etmesi gerekir.

Bütün kararları elinizin tersiyle itiyorsunuz. Anayasa Mahkemesi kararlarını beğenmeyince "Kapatalım." diyorsunuz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları sizin için değersiz, elinizin kiri, asla uymanız gerekmiyor. Uluslararası endeksler sizi zaten bağlamıyor. Zaten HSK'nin Cumhurbaşkanı tarafından birinci dereceden belirlenmesi sizi hiç rahatsız etmiyor. Bu sembol davalar başta olmak üzere kürsüdeki her hâkimin, her savcının "Acaba ne derler, ne yaparlar, nereye sürülürüm, başıma ne gelir veya ne yaparsam yükseltilerim?" düşüncesi sizi rahatsız etmiyor.

Ben birkaç çarpıcı örnekle konuşmamı tamamlamak istiyorum: Bakın, bugün Meriç Demir Kahraman bir "tweet" attı, diyor ki... Tayfun Kahraman -hakkında, biliyorsunuz- Gezi davasından hüküm giydi, Hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüsten hüküm giydi; hiçbir delil yok, adil bir yargılama yapılmadı, daha önce beraat ettiği aynı dosyadan yirmi iki yıl hapis verildi. Bu kişi multiple skleroz hastası ve ellerinde kelepçeyle ambulansta beklemek zorunda kalıyor saatlerce, sağlık hakkına erişiminde bile ağır sorunlar var. Niye? Çünkü Gezi davasına, Cumhurbaşkanının kişisel bir hıncı olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü defalarca meydanlardan Gezi davasını mahkûm etti, âdeta Gezi davası delillerinin sarayda ortada takdir edildiğini ve ona dönük olarak da delillendirildiğini hepimiz biliyoruz; Cumhurbaşkanının sözlerini burada tek tek söyleyecek vaktim yok.

Bakın, Can Atalay, yine aynı şekilde Gezi davasından tutuklandı, yargılandı, yine aynı şekilde suçlandı ve ceza verildi, oysa milletvekili seçildi hakkında kesin hüküm yokken. Yargıtay "Seçimi kabul etmiyoruz, siz hükümlüsünüz." dedi, alelacele karar verdi. Anayasa Mahkemesi 3 kez ihlal kararı verdi, 3 kez. Hepimizin bildiği gibi, Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme, yargı ve bütün devlet organlarını bağlar. Yargıtay da bir devlet organı olduğuna göre, yargı organı olduğuna göre elbette ki söyleyeceksiniz... Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında hiyerarşik bir ilişki yok tabii ki ama sonuç olarak Anayasa Mahkemesi kararlarının Yargıtayı da bağlaması gerektiği açık olduğu hâlde, Yargıtay bu kararlara uymadı, 3 kez uymadı, hatta 1'inci uymadığında "Böyle bir kararı beğenmiyoruz, kabul etmiyoruz ve suç duyurusunda bulunuyoruz." diyecek kadar, "Anayasa Mahkemesi üyelerine suç duyurusunda bulunuyoruz." diyecek kadar şirazesinden çıktı.

Şimdi, bütün bunlar Adalet Bakanlığını ilgilendirir, değerli arkadaşlar. Bunları konuşmadan, burada yuvarlak kelimelerle, süslü laflarla bu toplantıyı bitirmemizin Türkiye'deki yargıya hiçbir katkı sağlamayacağı çok ortada.

En son kararı Anayasa Mahkemesi Meclise söyledi, "Sizin Can Atalay'ın Yargıtay kararına istinaden milletvekilliğini düşürmeniz yok hükmündedir." dedi. Dolayısıyla Can Atalay şu hâliyle Anayasa Mahkemesi kararlarına göre milletvekilidir ve şu anda fiilen, defakto bir biçimde -bu kelimeler de Anayasa Mahkemesi kararından alınmıştır- cezaevinde tutulduğu için gelip burada yemin edememektedir ve milletvekilliği görevini yapamamaktadır.

Her fırsatta darbeci arıyorsunuz ya, herkese "darbeci" diyorsunuz ya, o genç teğmenleri "Bugün bu disiplinsizliği yapanlar yarın darbe yapabilirler." diye tehdit ediyorsunuz ya, Cumhurbaşkanı genç teğmenleri yargılayacak olan disiplin kuruluna Başkomutan sıfatıyla "Bunları bugünden cezalandırmazsanız, yarın darbe yapabilir bunlar." diye onlara talimat veriyor ya, işte aynı şekilde buradaki Anayasa Mahkemesi kararına da bu şekilde uymuyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, Can Atalay kararı, Can Atalay'ın 3 Anayasa Mahkemesi kararına rağmen hâlâ cezaevinde tutuluyor oluşu ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinin Anayasa Mahkemesinin kararlarının üstündeymiş gibi bir tutum alması bir hukuk devleti açısından asla kabul edilemez ve hiçbirimizin, başta Adalet Bakanı olmak üzere buna seyirci kalma hakkı yoktur; bu, hiçbirimizin kabullenebileceği bir durum değildir. Bakın, Can Atalay'ın yeniden yargılanma talebine karşı çıkan Muhsin Şentürk, 36 oylama sonucunda Yargıtay Başkanlığına seçilemedi, 37'nci oylamada çekildi ve bir süre sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına atandı. Yani hadise şudur, işin gerçeği şudur: Hepiniz bunun farkındasınız; Yargıtaya Başkan seçilecek, Cumhurbaşkanı ve Devlet Bahçeli birlikte karar verdiler. 36'ncı oylamaya kadar Muhsin Şentürk'ü destekliyordu AKP, sonra desteğini çekti. "Merak etme, seni biz Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı yapacağız. Sen, 3. Ceza Daire Başkanı olarak yeteri kadar görevini yaptın, Can Atalay'ın Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayarak takdiri kazandın. Biz seni Yargıtay Başkanı yapmasak da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı yapacağız." dediniz ve alelacele bunu da gerçekleştirdiniz.

Bakın, Osman Kavala davası tam bir skandal. Osman Kavala davasıyla ilgili Cumhurbaşkanının kamuya açık bir biçimde söylediği demeçleri hepimizin malumu. En son tahliye edildiğinde saatler sonra tekrar bir başka suçtan tutuklandı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Emir, bir dakika ekliyorum, buyurun lütfen.

MURAT EMİR (Ankara) - Çok hızlı geçiyor Sayın Başkan.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Evet.

MURAT EMİR (Ankara) - Çok hızlı bir şekilde sonuçlandı, tahliye edildi ve tekrar tutuklandı. Cumhurbaşkanı "Bir gece operasyonuyla Osman Kavala'yı serbest bırakacaklardı, gerekeni yaptık." dedi, hatırlayın. Cumhurbaşkanı yargıya müdahale ediyor ve yargıya müdahale ettiği herkes tarafından bilinsin istiyor yani Türkiye bir hukuk devleti olmasın, Tayyip Erdoğan ne istiyorsa ona göre mahkemelerin karar verdiği bir ülke olsun, bunu da herkes bilsin, ona göre tedbirli olsun, susacaksa sussun istiyor. Bir kişi aynı tutuklulukta, aynı dosyada 3 ayrı suçtan, 3 ayrı zamanda, 3 ayrı iddianameyle yargılanıp, yıllarca tutuklu tutulup, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 2 kararına rağmen uyulmayıp hâlâ içeride tutuluyorsa ve hâlâ suçu kimilerimize göre sabit değilse bunun adı hukuk devleti olabilir mi? Böyle bir hukuk devletinden nasıl biz adil yargılama bekleyeceğiz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MURAT EMİR (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Teşekkür ediyorum Sayın Emir.

MURAT EMİR (Ankara) - Çok hızlı geçti Sayın Başkan.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Yani ömür çok hızlı geçiyor, saçlarımız ağarmış.

MURAT EMİR (Ankara) - Daha Akın Gürlek'e gelemedik, İrfan Fidan'a gelemedik, sembol savcılara gelemedik.