KOMİSYON KONUŞMASI

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, değerli bürokratlar ve değerli basın mensupları; dünya, otoriter rejimlerin güçlendiği sıra dışı bir dönemden geçiyor. Bu rejimlerin yöneticileri dünyanın her yerinde benzer yöntemler izliyor. Bir kez gücü ele geçirdiklerinde devletin sağladığı imkânlarla devletin kurumlarını, hukuku, adaleti, pervasızca aşındırmaya başlıyorlar; ortaya çıkan boşluğu devlet malını ganimet bilen talancılar, lobiler, baronlar, yandaş oligarklar dolduruyorlar; bunlar zenginleşirken milletin kahir ekseriyeti yoksulluk, açlık, dışlanmışlıkla boğuşuyor. Bu otoriter rejimler bozuk düzenlerini sürdürebilmek için; topluma açlığını, yoksulluğunu, dışlanmışlığını unutturacak yöntemleri geliştiriyorlar. Kah, iç düşman senaryolarıyla milleti birbirine düşürüyorlar; kah, "dış düşman", "savaş" diyerek millete korku salıyorlar; güvenlik endişesini açlığın, yoksulluğun üzerine şal yapıyorlar.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde de uzun süredir bu otoriter rejimlerin ucube bir sürümü var. Adına "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denen bu tek kişilik rejimin müellifleri, millî iradeyi sadece saraydan, sadece iktidardan ibaret sanıyorlar; Parlamentoyu bir kenara itiyor, devlet gücüyle millî iradeyi gasbetmeye çalışıyor, milletin seçtiklerinin yerine kendi seçtiği kayyumları atıyor. Başta ekonomi olmak üzere, ülkeyi sirk aynalarıyla dolu dev bir salona dönüştürdüler; her şey eğri büğrü, her şey allak bullak. 2014 yılında Sayın Erdoğan'ın "Ben öncekiler gibi bir Cumhurbaşkanı olmayacağım." söylemiyle yalpalamaya başlayan ekonomi, 2021'in Eylül ayında "faiz sebep" söylemiyle şarampole yuvarlandı ama Erdoğan hâlâ "Ekonomideki sıkıntının sebebi küresel ve bölgesel krizler." diyor. Kriz Rusya ile Ukrayna arasında, yine İsrail bölge ülkelerine saldırıyor, yakıp yıkıyor, kriz orada ama Rusya'da enflasyon yüzde 8,5; Ukrayna'da enflasyon yüzde 9,7; İsrail'de enflasyon yüzde 3,5. Bizde enflasyon krizin merkezindeki ülkelerin 5 katı. Sayın Erdoğan, tarafından işbaşına getirilen ekonomi yönetimi ekonominin kaportasını toparlamaya çalışıyor ama arabanın şaftı kaymış, şanzımanı dağılmış, bir türlü ayar tutmuyor. Faizleri yükseltip, Türk lirasının değerini sabitleyip sıcak paracılara kucak açarak, milletin alın terini faiz lobilerine peşkeş çekerek enflasyonun üstesinden gelinemiyor. İnandırıcılık ve güven olmayınca; saydam, çapalara bağlı, hesap verebilir bir enflasyonla mücadele programı olmayınca sonuçta ülke sıcak paracıların cenneti oluyor. Ülke bunlara dünyanın en yüksek dolar cinsinden faizini ödüyor ama ekonomiye güven yok. Son bir buçuk ayda 6 milyar dolar sıcak para bu faizleri vurup çıkmış.

Kasım ayı başından bu yana Merkez Bankası rezervleri azalıyor. Banka yetkilileri yurt dışında muhataplarına "Şu anda piyasa mekanizmalarında bazı aksaklıklar var ama göstergeler daha istikrarlı hâle gelirse müdahale ihtiyacı azalacak." diye açıklama yapıyor. Ama rasyonelleşme deniliyorsa müdahale ettiğinizi de Merkez Bankasının sayfasında duyurmanız gerekiyor.

Tüm bunlar olurken bir taraftan bir örneğini mazideki Saddam dolarından hatırladığımız, makinaların gerçeğinden ayıramadığı sahte dolar, avro hikâyeleri yeniden başladı. Manidar bir zamanlamayla döviz büroları, bankalar döviz alımlarını durdurdu. Bir ucu siyasete uzanan altın kaçakçılığı haberleri gazetelerde sütun sütun ifşa oldu. Bütün bunlar yaşanırken millete sabır telkin ediliyor ama sabrın sonundaki selamete de bir türlü ulaşılamıyor.

Sıcak paraya yaslanan dezenflasyon stratejisinin büyüme ve refah cinsinden faturası her gün biraz daha belirgin hâle geliyor. İşte, yarım saat önce açıklanan büyüme verileri de bunu teyit ediyor. Türkiye ekonomisi iki çeyrektir bir önceki çeyreğe göre daralıyor; bu, teknik olarak resesyondur. Mevcut iktidar, ekonomiyi resesyona sokmuştur.

Hükûmet, işin başında bu yılın ortasında enflasyonun zirveyi göreceğini, sonra çok hızlı bir şekilde indirmeyi vadetmişti ama bunun yerine enflasyon tahminlerini sürekli yukarı doğru revize etmekle meşgul. Şimdi de enflasyon asıl 2025'in üçüncü çeyreğinde düşecek hikâyeleri anlatılıyor ama bu su bu dereye gelene kadar kurbağanın gözü patlayacak. Hükûmetin kendisi bu hikâyeye pek inanmıyor. 2025 için orta vadeli programda öngördüğü enflasyon tahmini yüzde 17,5; Merkez Bankasının son enflasyon raporunda yer alan tahmin yüzde 21; 2025'te geçerli olacak yeniden değerleme oranı ise yüzde 44. Cumhurbaşkanı da bu enflasyonun düşeceği hikâyesine inanmıyor ki bu yeniden değerleme oranını düşürme yetkisini kullanmıyor. Vatandaş da inanmıyor çünkü sorunun sebebi olanın artık çözüm olmayacağını görüyor, yaşıyor.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin maliye politikası para politikasını desteklemiyor; makyajla "mış" gibi yapıyor. Ama bütçe açığı ile nakit açığı arasındaki fark rekorlar kırıyor. Geçen yıl sonunda emanete alınan para cayır cayır harcanıyor fakat bütçe açığına yansımıyor. İlk on ayda genel bütçeli 41 kuruluşun 37 tanesinin harcamalarındaki artış enflasyonun üstünde, 9 tanesinin harcaması ise yüzde 100'ün üstünde. E, nerede bu tasarruf? Cumhurbaşkanlığı geçen yıl ocak-ekim döneminde 5,5 milyar lira harcamış, bu yıl aynı dönemde harcadığı para 10,3 milyar lira. Tasarruf derken sarayın harcamalarının ikiye katlanmasının sebebi nedir?

Diğer taraftan, Sayıştay raporlarına göre, 2023 yılında Cumhurbaşkanlığına bağlı ofislerden Dijital Dönüşüm Ofisi 375 milyon lira, Finans Ofisi 110 milyon lira, İnsan Kaynakları Ofisi 162 milyon lira, Yatırım Ofisi 335 milyon lira harcamış. Görev tanımlarına baktığımızda bakanlıklar bünyesinde halledilebilecek pek çok iş bu ofislere verilmiş. Şunu açıkça söyleyeyim: Sayın Cumhurbaşkanı "Tasarruf" diyorsanız, tasarrufa bu ofisleri kapatarak başlamak zorundasınız.

Bir de Cumhurbaşkanlığına bağlı kurum ve kuruluşlar var. Bunların başında da sarayın gerçek ötesi, popülist propagandasının koordinasyonuyla görevli İletişim Başkanlığı geliyor. Bu kurumun harcaması ilk on ayda geçen yılın aynı dönemine göre ikiye katlanmış. Bu sıra dışı artışın sebebi nedir? Sarayın siyaseti için kullandığı her kuruma para var ama iş, savunma sanayisine gelince para yok. Milletin harcamadığı kredi kartı limitinden vergi alarak para toplanmaya kalkılıyor. İş, emekliye gelince para yok, emekli yük görülüyor. İş, çiftçinin hak ettiği desteği vermeye gelince para yok; çiftçiye borç takılıyor. İş, vatandaşa, gençlere, çocuklara gelince yine para yok. OECD’nin “Yaşam nasıl?” araştırmasına göre ülkemizde 15 yaş grubundaki her 100 öğrenciden 19’u parası olmadığı için haftada bir gün aç kalıyor; OECD içinde bu bir rekor. Beşerî sermayemizi kaybediyoruz.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizin üstüne olmayacak bir gömlek giydirmeye kalkışan saray, şimdi ringin iplerine sarılmış yorgun bir boksör gibi gongun sesi duyulana kadar ayakta kalmaya çalışıyor; bunun için, siyaset masasına sürekli yeni gerilimleri, yeni açılımları sürüyor. Bir ay boyunca “Sayın Bahçeli, Öcalan’ı Meclise kendi inisiyatifiyle davet etti, Erdoğan’ın bundan haberi yoktu.” dendi. Erdoğan bir ay sonra Sayın Bahçeli’nin sözlerini “ortak vizyonumuz” diyerek sahiplendi. Ardından, saray danışmanları ağızlarındaki baklayı çıkarıverdi: Millî bir değer olan Erdoğan’a bir kere daha adaylık imkânının sağlanması. Bu cumhuriyetin millî değeri olan bir kişisi vardır; o da adını anan yeni mezun teğmenleri ordudan atmaya kalktığınız, ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk.

“Gizlide gebe kalan aşikârede doğurur.” derler. Yaşananlar, bu yönetimin derdinin vatan, millet, kardeşlik, enflasyon, açlık veya savaş tehlikesi olmadığının; tek meselenin koltuk meselesi olduğunun açıkça ikrarıdır. Bu şekilde, zaten yitirilmiş olan güveni bu politikalarla sağlamanız mümkün değildir. Güveni sağlamadığınız zaman da her geçen gün uyguladığınız politikaların başarısızlığa uğraması ve maliyetinin sürekli artması söz konusu olacaktır.

Sayın Başkan, yine de bu bütçenin hayırlı olmasını diliyor, emeği geçenlere teşekkür ediyorum.