KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli komutanlar, bürokratlar, çok kıymetli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanım da biliyor, sesim normalde çok çıkar ama yavaş konuşuyorum çünkü bu en buruk konuştuğum bütçelerden bir tanesi maalesef. Yani, ordunun sindirildiği, kışlaya hapsedildiği, sesinin kısıldığı bir ortamda çok da fazla konuşacak şey bulamıyorum. Çok şey var ama maalesef muzdarip bir durumdayız. 29 Ekimde yeni bir Habur-Oslo vakası yaşarken tabii ki on buçuk saat eğer MGK'da havanda su dövme rekoru kırılırsa çok da söyleyecek bir şey maalesef bulamıyoruz. Yani ordunun görevlerini yapması, siyasete karışmaması başka bir şey ama görev yapamaz hâle getirilmesi, asli görevlerinden uzaklaşıyor olması başka bir şey. Enteresan geldi bana yani on buçuk saat görüşülmüş, siz de üyesi olarak içindeydiniz, yapılan açıklamada hâlâ bir yarım akademisyen olarak anlayamadığım "legal görünümlü illegal örgüt" diye bir tanımlama. Arkasından daha siz açıklama yapmadan, burada arkadaşlarımızın "Bu bizi mi kastediyor, kapatacaklar mı?" diye bir çıkışı, arkasından... Anlayamadım yani bu MGK'nın işi midir hâlâ anlayamadım. Yok kırmızı kitap, beyaz kitap, o girdi, bu çıktı... Ya, hukuk devleti var Sayın Bakanım, ne yapacaksanız yapın, buraya getirip otuz sekiz gün Komisyonda, doksan dokuz günde bir torba kanun çıkardınız yüzde 90'ının kavgası, bu hâlâ çözemediğiniz her neyse bu paralel, anlamadım ben ya. Bütün ülkenin enerjisini koydunuz hâlâ... İnine girecektiniz, ne in bulabildiniz, ne adam bulabildiniz, 10 tane polis alıyorsunuz, iki gün sonra bırakılıyor; başka hiçbir şey yok ortada. Ya varsa yapın, yani ne varsa hepsini yapın ya da bırakıverin. Anlamadım ki on buçuk saat ne konuşuluyor veya bizi kandırıyor musunuz, konuştuklarınızın özetini en azından söylemiyor musunuz, başka bir şeyler söyleniyor da bize mi söyleyemiyor musunuz? Benim böylesine önemli bir şeyde kafam karışıyor. Genelkurmay Başkanı diyor ki: "Bizim süreçten müreçten haberimiz yok." Siz diyorsunuz ki: "Ben Bakanım, benim var." Bize de söyleyin. Niye kamuoyundan gizliyorsunuz? Sonu nereye gidiyor bunun, ne olacak? Yani bir taraftan her gün pazarlık "Biz onu demiştik de tutmamıştılar, şu anlaşmayı yapmıştık, bozmuştular." Onlar başka bir şey söylüyor, siz başka bir şey söylüyorsunuz. Ortada bir Karagöz Hacivat ortaoyunu gibi bir şey var. Yani varsa, gerçekten çıkın sorumluluğunu alın, yapacaksanız da faturasını öder yaparsınız ama her seferinde yeni bir şey çıkarıp... Orada hakiki paralel devlet kurulmuş, alan hakimiyeti kurmuş, birçok yerde mahalleleri çeviriyor, sokakları çeviriyor, hâlâ tehditler devam ediyor, vallahi biz kafamızı gömüyoruz deve kuşu gibi, tamam hiçbir şey yok. E, bütün gövdemiz dışarıda. Nasıl olacak benim aklım ermiyor, onun için buruğum yani hele hele 29 Ekimde özellikle de nasıl denk getiriyorsanız... Her şeye oradan buradan izin vermiyorsunuz. Dün burada Maliyenin önünde vatandaşlar gelmiş, memurlar, bizim servimizle ilgili şey konulsun diye bisikletle gösteri yürüyüşü... Ona müsaade etmiyor ama ortalığı yakıyor yıkıyor, kaldırıyor deviriyor, nedense, arkadaşların eli ellemesin... Neden? Bakanın talimatı var, Başbakanın talimatı var. Böyle bir şey olabilir mi? Bakın, daha geçen hafta duyduğum, niye canım sıkılıyor bir örnek anlatayım: Karadeniz'den fındıklar ilaçlandığı için bazı vatandaşlarımız Bitlis, Muş, Bingöl, oralara balcılığa gidiyor yazın. İnerler bir karakola, yanlarında karakol var, adamlara saldırı olur, 1 kilometre mesafedeki karakol... Valiye giderler "Karakola gidin." Karakola giderler "Bize talimat var, karışmayın diye." E, şimdi nasıl olacak yani biz devletin alan hâkimiyetini tesis etmeden kiminle ne müzakeresi yapıyorsunuz Sayın Bakanım? Hani silahlar bırakılacaktı, öyle demiştiniz, hani hiçbir şey olmayacaktı? Kimisi kibar kibar söylüyor "Bizi kandırdılar, öyle sözleşmemiştik, böyle protokol yapmamıştık." diye. O zaman peki, buna paralel olarak ne oluyor, bir taraftan siz ne yapıyorsunuz? İşiniz gücünüz yok "Jandarmayla Genelkurmayın bağını koparalım." Jandarma zaten size bağlı, İçişleri Bakanlığına bağlı, valiye bağlı zaten normalde. Ama tamamen kopardığınız zaman kapatalım Genelkurmayı da o zaman, askerleri de kapatın, siz memurlar olarak hepsini yaparsınız. Ne anlamı kalacak o zaman?

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Emniyeti de kapatalım.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - O zaten kapanıyor, birbirine düşürdünüz. Türkiye'nin kurumları, herkes birbirine düşman hâle geldi Sayın Bakanım, bu nasıl bir yönetme anlayışı ben anlamıyorum. Kim suçluysa bulun çıkarın, delillendirin, cezasını çeksin o bizim derdimiz değil ama bütün kurumların yarısı kavgalı, yarısı paralel, yarısı yandaş, yarısı bilmem ne olmuş. Emniyeti öyle, askeriyesi öyle, yarısı Balyoz, yarısı bilmem neci, yarısı şuradan yarısı buradan içeride... Bu nasıl bir devlet oldu anlayamadım ben yani, onun için canım sıkılıyor yani konuşmayayım diyorum ama böyle tabloyu da gördükçe...

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda burnumuza gözümüze sokar gibi daha önce de yaptılar. Nasıl ki, 29 Ekimde, yine başka bir 29 Ekimde Sayın Erdoğan ile Sayın Gül, nasıl kocaman şeyin altında böyle 10 adam büyüklüğünde Buda heykeli gibi, Papa'nın heykeli altında imzalatıldıysa -özellikle de hiçbir gün kalmamış gibi 29 Ekime denk getiriliyor bunlar- o zaman bizim gururumuza dokunuyor. Biz orduyu, Peygamber ocağı diye biliyoruz, kutsal diye biliyoruz. Hiçbir memlekette çocuğu şehit olduktan sonra "Vatan sağ olsun, öbürü de var, o olmazsa kendim giderim." diyen bir baba görmezsiniz. Hiçbir ülkede çocuğunu askere davulla zurnayla düğün yaparak gönderen bir şey ben duymadım. Şimdi, bu ruhu niye öldürüyorsunuz? Benim asıl çıkışım ona. Ötekileri yaptınız, geldi gitti tamam anladık ama maalesef burada çok ciddi sıkıntılar var ve biz... Onlar seslenemiyor bir kısmı biliyoruz, bir kısmı da "seslenmeyin" diyor. Maalesef böyle bir süreçteyiz.

Geçen yıl söylemiştim, füze sistemiyle ilgili sizi sıkıştırıyorlar mı? Biz arkanızdayız, eğer buradan gerçekten teknoloji transferi olacaksa Çin'le yapın yani nereden bizim lehimize olacak bir düzenleme varsa onlarla yapalım demiştik ama Allah'ın işi, aynen seçimden önce söylemiştim arkadaşlara, Sayın Erdoğan tekrar anlaşırsa birinci gelecek işaret Savunma Sanayisinden ya da Millî Savunma cenahından "Çin'le görüşmeleri düşünüyoruz, sürdürüyoruz." alternatifler gelir demiştim. Bir hafta geçmeden Sayın Cumhurbaşkanı gitti geldi, ne olduysa savsaklanmaya başlandı "Görüşme devam ediyor, ucu açıldı, uzattık, başkaları da teklif verebilir..." Özetini söylüyorum, zaman almamak için.

Şimdi, nedir yani bir taraftan yazmış cafcaflı bir şekilde, Sayın Başbakanımız... Kaç gündür tartışıyoruz ekonomiyle ilgili bakanlarla yerli tedarik sistemi, şu bu diyoruz, güzel. Teknoloji transferi, güzel, yüksek teknolojili, katma değerli.. Hepsi güzel. Peki, nasıl yapacağız? Yani, ya baştan ona göre çalışmamızı yapıp alternatifleri koymamız lazım. Bize teknoloji transfer etmiyorsa, bize alt yapısını vermiyorsa, bize parçalarını vermiyorsa hatta ve hatta alternatif teknolojiler üreten mühendislerimiz intihar süsü içerisinde katlediyorlarsa, biz seyirci kalıyorsak nasıl yapacağız? Ayrıntısını siz bildiğiniz için söylemiyorum, daha önce de konuştuk. Ne oldu? ASELSAN'da giden o gencecik canların sonucunda ne mahkemeden ne sizin iç soruşturmanızdan bir şey çıktı mı, ölenler öldüğüyle mi kaldı? Nasıl yapacağız yani o teknolojileri biz üretemezsek, o çocukları koruyamazsak? Böyle bir şey olabilir mi? Genelkurmayın bütün elektronik sistemini aldı MİT, hâlâ kendi yaptığı görüşmeyi, Dışişleriyle yaptığı görüşmeyi koruyamadığını söylüyor. Nasıl bir şey bu? Bütün teknolojiyi verdik. Bütün dinleme sistemleriyle ilgili her türlü teknoloji var mı? Var. Örtülü ödenekten parayla alıyor mu? Alıyor. Götürüp örtülü ödeneği kaçak saraya, kara saraya harcayacağına o zaman yeni teknolojilere harcayın. Yani nasıl oluyor da böylesine önemli bir görüşme, seçimin arifesinde bir psikolojik harekât gibi yapılıp servis ediliyor; çok vahim. Biz açıklamalardan bir şey anlamadık. Eğer güvenli odada yapılmışd//a sızıyorsa zaten çok vahim durumdayız, hapı yuttuk yani öldük. Güvenli odada yapılmıyorsa o zaman o daha da vahim. Niye öyle önemli bir konuyu... İçeriği ayrı tartışırız onu da. Hani siz "Bunlar şurayı bile dinlemişler." dediğiniz için söylüyorum. Kim onlar? Ya, açıkça söyleyin. Yani karnımızdan konuşmayalım, okyanus ötesi, bilmem ne, paralel diye, herkes arka planda ne varsa söylesin o zaman; dolaylı olarak... Kuklanın sahibini söyleyin eğer öyle düşünüyorsanız. Ben anlamıyorum, böyle bir şeydir gidiyor, bilgi kirliliği, psikolojik algı hareketleri karşılıklı gidiyor.

Benim sorunum şu: Bu kurumlar bu sayede yıpratılıyor. Suçlu varsa bulursunuz, darbeci varsa bulursunuz, illegal örgüt varsa bulursunuz ama sizin derdiniz bulmak değil, karşınızda duranla oturup müzakere ediyorsunuz. Sonra da hayalî örgütler yaratmaya çalışıyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Müsaade ederseniz bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun tabii.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Şimdi, bakın, bu güvenlik konusu önemlidir. Dolayısıyla bütün teknolojiyi de, yerli tedariki de, bunları anlıyoruz, bir şeyler söylüyorsunuz ama bir tane hareketle, bir siyasi kavgayla bir gemi projesi baltalanıyorsa "Filanca gruba şunu vermeyelim, bunu alalım." deniliyorsa, uyduruktan bir darbe planıyla bütün Deniz Kuvvetlerinin subaylarının hepsi birden içeri tıkılıyorsa, o zaman birilerinin operasyonuna geliyorsunuz demektir, o zaman Montrö Sözleşmesi'ni uygulayan askerler cezalandırılıyor demektir, o zaman tezkerenin çıkmasına karşı duranları birileri cezalandırıyor demektir. Böyle davul çalarak, zurna çalarak darbe mi yapılır? Daha önce de söyledim, başkenti Ankara olan bir yerde Deniz Kuvvetleri darbenin neresinde olur? İstanbul'da Huber Köşkü'nde oturuyor diye sizi mi şey yapacak? Gelin burada oturun. Köşklere giderseniz, doğru, korkmaya başlarsınız; o ayrı bir konu da... Ankara'da, başkentte olan, Meclisi, Başbakanlığı, Cumhurbaşkanlığı, bütün kurumları burada olan bir yerde İstanbul'daki askerî birim, darbenin neresinde, ne yapar, ben onu anlamadım yani denizaltıları mı dayayacak, kruvazörleri getirip onları mı dayayacak? Lütfen... Bunlara vaktiyle sahip çıkmadığımız için şu anda bu hâldeyiz.

Şimdi belli yanlışları görüyorsunuz ama siyasi olarak da asıl sizin sorumluluğunuzda. Tekrar herkes görevine dönsün, demokrasi içerisinde asker görevini yapsın ama yıpratılmasın, gerçek mücadeleyi güvenlik kuvvetleri yapsın, biz de ekonomik, sosyal konularda bütün bireylerimiz için alınması gereken önlemleri... Bir bölgeye, bir şeye, bir etnik gruba, bir dinî gruba, cemaate değil Sayın Bakan, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için demokrasi düzeyini yükseltelim, ekonomik gelişmişlik düzeylerini yükseltelim, Hakkâri'nin Yüksekova'sı ile Antalya'nın Gündoğmuş'u aynı düzeyde olsun. Benim Gündoğmuş'taki, Akseki'deki insanlarıma bakarsanız, bu söylenen yerlerdekinden gelir düzeyi olarak daha geride.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Ama bütün insanlarımız için aynı demokrasi düzeyini, aynı refah düzeyini isteyelim, aynı özgürlük düzeyini isteyelim, özgür bireyler olsun, mutlu bir toplum olsun diyorum. Bunun da görevi ne diyorsunuz? Güçlü ordu, güçlü ekonomi, güçlü devlet. Yani ordu güçlü olmayınca üzülüyorum, buruluyorum. Bütün söylediklerimin özü budur çünkü devletin kurumlarının yıpranmaması gerekir, siyasete alet edilmemesi gerekir diyorum.

Buna rağmen bu hatalardan bir an önce inşallah döner, kurumlarımız asli fonksiyonlarına rücu eder, devletimiz de terörist ile terörü ayırt eder, vatandaşlarımızı ayırt eder, terörist başını o vatandaşlarımızın sözcüsü olmaktan çıkarır, kendi sorununu kendisi çözer hâle gelir diye umut ediyor, bütçemizin hayırlı olmasına, herkesin de asli görevlerine dönmesine vesile olmasına inşallah neden olur diyor, tekrar saygılar sunuyorum.