KOMİSYON KONUŞMASI

GEORGE ASLAN (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konumuz dışında olan bir haber şu an flaş haber olarak BBC'den geçti. Aslında bu haberin pratikte hiçbir şekilde uygulanacağına inanmıyorum. Uluslararası Ceza Mahkemesi Netanyahu, Gallant ve Hamas komutanları hakkında tutuklama kararı çıkarmış. Böyle bir haber düştü, ne kadar doğru bilmiyorum, BBC kaynaklı.

Sayın Başkan, getirilen yasa taslağı, Köy Kanunu, İmar Kanunu, Yapı Denetimi Hakkında Kanun, Çevre Ajansı Kanunu gibi farklı kanunlarla ilgili bazı düzenlemeler içermekte. Tasarının geneline baktığımızda, kimi olumlu gibi görünen değişiklikler içerisinde de genel olarak toplumun yararını göz ardı eden düzenlemeler mevcuttur.

Sıklıkla üzerinde kanuni değişiklikler yapılan alanların başında imar ve kentsel dönüşüm konusu gelmektedir. AKP iktidarı döneminde kente ve imara ilişkin çıkarılmış yasaların çoğu toplumsal ihtiyaçlar ve talepler gözetilmeden çıkarılmıştır. Bu yasalar, konut hakkı başta olmak üzere pek çok insan hakkı ihlali ile mağduriyeti barındırmakta ve salt ekonomik getiriye odaklandıklarından da kamu yararı yok sayılmaktadır. Yoksul ve emekçi mahallelerine ödenemeyecek koşullarda lüks projeler dayatarak mülksüzleştirme, yoksullaştırma projelerine dönüşen bu uygulamalarla zorunlu göçe yol açılmaktadır.

Deprem ve depreme güvenli binalar yaratma, Türkiye'nin en önemli konularından biridir. Ancak şu ana kadar deprem zararlarını azaltmaya yönelik olarak sunulan kentsel dönüşüm projeleri genel olarak amacı dışında kullanılarak daha çok rantsal dönüşüme hizmet etmiştir. Jeolojik, jeoteknik etütler sonucunda imara uygun olmayan alan olarak ilan edilmiş bölgeler dahi kentsel dönüşüm adı altında yapılaşmaya açılarak daha da tehlikeli hâle getirilmiştir. Deprem riski çok daha az olan ancak rant değeri yüksek alanlar riskli ilan edilerek iktidara yakın müteahhitler ve sermayedarların rant alanına dönüştürüldü. Uzun yıllar bir arada, ortak yaşama kültürü bulunan mahallelerde yaşayan insanlar zor kullanılarak cüzi kira yardımıyla yerlerinden edildi. Dönüştürülen ve dönüşüm çalışmaları devam eden bu konutlara rağmen yerleşimlerin ne kadarının gelecekteki afet risklerine hangi ölçüde dirençli olduğu tartışmalıdır.

Değerli milletvekilleri, kanun tasarısının 1'inci maddesinde Köy Kanunu'nun ek 5'inci maddesiyle, köyde sürekli oturanlara köy ihtiyar heyeti vasıtasıyla satılan taşınmazların devir ücretleri dört yıl süreyle uzatılmaktadır. Ancak iktidarın rant, imar, planlama, yerleşme sorunu nedeniyle insanlar barınma sorunuyla karşı karşıyadır. Şehirlerde kırsal veya köy yerleşik alanlarının neredeyse tamamında barınma sorunu ve mülksüzleşme sorunu yaşanmaktadır. Barınma hakkı, uluslararası insan hakları hukukunda mülkiyetten bağımsız bir haktır. Bir başka deyişle, barınma hakkı, yasa dışı iskân, işgal, gecekondu şeklinde kullanmayı da içine alan daha üst ve temel bir haktır. Dolayısıyla, bu maddeyle getirilen düzenleme olumludur ancak yetersizdir. Büyükşehir vasfına sahip olmayan kentlerde, köyde sürekli ikamet eden yurttaşlarımıza hazine ve köy tüzel kişiliğini haiz alanlarda arsa üretilmesi ve bunun ücretsiz devrini gerçekleştirecek şekilde bir düzenleme yapılmalıdır.

5'inci maddeyle getirilen düzenlemeyle, mülkiyet hakkı başka parsellere taşınabilecek, imar aktarımı yapılacak alanlar belediye mülkiyetinden veya hazine arazilerinden sağlanacak. Bu uygulamanın pratikte rant odaklı şehirlerdeki değerli arazilerin boşaltılması için kullanılma ihtimalinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz çünkü daha önceki pratikler bize bunu gösteriyor. Bugüne kadar yürütülen tüm kentsel dönüşüm çalışmaları, yoksul halkı evlerinden çıkarıp eğer barınmak istiyorlarsa karşılığında borç senetleriyle, uzun vade borçlarıyla kentsel dönüşüm adı altında bu insanları kendi mahallelerinden, evlerinden koparıp şehir dışına süren projeler hâline getirilmiştir. Deprem ve diğer doğal afetler nedeniyle yaşanan can kayıplarının alınmayan önlemlerin bir sonucu olduğu bilinciyle toplumun yararını önceleyen, barınma ve mülkiyet hakkını koruyan, insana hizmet edecek kentsel dönüşüm politikalarının hayata geçirilmesi gerekmektedir.

2'nci maddeyle, gecekonduda değişiklik yapılarak sadece belediyelere değil, Toplu Konut İdaresi Başkanlığına ve il özel idarelerine bu konuda işlem yapma yetkisi verilmektedir. Belediyelerin hazineye, özel idarelere, özel bütçeli dairelere ait arazi ve arsalarda bulunan yapılarla ilgili TOKİ, belediyeler veya il özel idarelerince yıkım kararı alınacak. Bu yetkinin konut yapmakla görevli bir idare olan Toplu Konut İdaresine devrine neden ihtiyaç duyulmaktadır? Daha önce de belediyelerin, yerel yönetimlerin kentler üzerindeki yetkilerini kısıtlayan, işlevsizleştiren, özellikle de imar konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden merkezî yönetimin kentlere doğrudan müdahale yetkisini genişleten düzenlemeler getirilmişti. Yerel yönetimlerin, belediyelerin yetkilerini kısıtlamak için her dönem yeni yeni düzenlemeler getirilmekte. Nasıl ki DEM PARTİ belediyelerine valiler, kaymakamlar kayyum olarak atanıyorsa belediyelerin yetki alanını daraltan bu ve benzer düzenlemeler aslında tüm belediyelere bir nevi kayyum atamaktır.

Getirilmek istenen diğer düzenlemeyle, projelerde görev alan mimar, mühendis, tekniker ve teknisyen gibi teknik personeli, yapı denetim ve laboratuvar görevlilerini de kapsayarak ilgili ihlallerde altı aydan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Bu düzenleme inşaat sektöründe hesap verebilirliği artırma amacını taşısa da beraberinde ciddi riskler ve uygulamada çeşitli sorunlar doğurabilecek noktalar barındırmaktadır. Düzenleme, teknik personelden laboratuvar görevlilerine kadar geniş bir kesimi sorumluluk altına alırken görevi kötüye kullanma veya ihmali davranış gibi ifadeler belirsiz bırakılmıştır. Bu durum uygulamada keyfî yorumlara ve cezalandırmalara yol açabilir. Teknik hatalar veya sistematik sorunlar kişisel ihmallerle karıştırılarak adaletsiz sonuçlar doğurabilir. Hapis cezası tehdidi, sektör profesyonelleri üzerinde ciddi bir caydırıcı etki yaratabilir. Özellikle mimar ve mühendisler yüksek risk içeren projelerden uzak durabilir. Bu durum nitelikli iş gücünün sektörden çekilmesine yol açabilir. Sektör, nitelikli uzmanların eksikliği nedeniyle daha düşük kaliteli iş gücüyle karşı karşıya kalabilir. Teknik öğretmenler, teknikerler ve teknisyenler gibi daha düşük seviyedeki teknik personelin de düzenleme kapsamına alınması bu grupların maruz kalabileceği baskıyı artıracaktır. Bu kişiler genellikle karar alma mekanizmalarında yer almazken oluşan hatalardan sorumlu tutulma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu durum haksız cezalandırılmaların önünü açabilir.

Bir diğer düzenleme, güneş ve rüzgâr enerji santralleriyle ilgili. Güneş ve rüzgâr enerji santrallerinin yapı denetim kapsamı dışına çıkarılması enerji sektöründeki yatırımları teşvik etmeye yönelik bir adım olarak sunulsa da ciddi riskler ve uzun vadeli olumsuz etkiler barındırmaktadır. Güneş enerji santrallerinin basit yapılar olarak tanımlanması ve yapı denetiminden muaf tutulması can ve mal güvenliği açısından ciddi açıklar yaratabilir. Özellikle geniş inşaat alanlarına yayılan bu yapıların kontrolsüz bir şekilde inşa edilmesi doğal yaşam alanlarının tahribatına ve ekolojik dengenin bozulmasına neden olabilir. Bu durum çevreye duyarlı enerji üretimi hedefiyle çelişmektedir. Rüzgâr enerji santralleri açısından denetimin uzmanlaşmış kişiler eliyle yapılacağı iddiası olumlu bir yaklaşım gibi görünse de yapı denetim sisteminin tamamen devre dışı bırakılması kontrol mekanizmalarının zayıflamasına yol açacaktır, bu santrallerin inşaat sürecinde çevresel etkilerin yeterince değerlendirilememesi ve doğal yaşam alanlarının zarar görmesi riskini de beraberinde getirecektir. Ekolojik denge üzerindeki etkiler göz ardı edilerek hızlandırılmaya çalışılan bu süreç kısa vadede yabancılar için cazip bir ortam sunabilir ancak uzun vadede tarım alanlarının, sulak bölgelerin ve yerel ekosistemlerin geri dönülmez şekilde tahrip olmasına yol açabilir. Enerji yatırımları yenilenebilir enerji açısından önemli görülse de ancak bu önemin çevresel sorumlulukları yok sayacak kadar mutlaklaştırılması kabul edilemez. Bu düzenleme sürdürülebilirlik ilkesiyle bağdaşmadığı gibi, halkın güvenliğini ve doğal kaynakların korunmasını da göz ardı etmektedir.

Enerji üretimi ile çevre koruma arasında sağlıklı bir denge gözetilmediği takdirde bu tür adımlar ekonomik kazançtan çok daha büyük kayıplara neden olacaktır diyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN ADİL KARAİSMAİLOĞLU - Teşekkür ederim.