KOMİSYON KONUŞMASI

PERİHAN KOCA (Mersin) - Teşekkürler.

Sayın Bakan, hoş geldiniz. Ben de herkesi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Zamanım yettiği ölçüde enerji politikalarına dair özellikle birkaç başlık üzerinden değerlendirmelerde bulunacağım.

Öncelikle maden faaliyetlerinden başlamak istiyorum. Sayın Bakan konuşmasında diğer bakanlık bütçelerinde olduğu gibi defalarca "devrim, reform, çağ atlama" kavramlarını uçuşturdu ancak gelin görün ki hakikatler başka. Maden faaliyetleri bile dememek gerekiyor, gerçekten akıl almaz maden saldırılarıyla karşı karşıyayız. Bugün, bu madencilik faaliyetleri, özellikle altın madenciliği, memleketin taşına, toprağına, havasına, suyuna, dağına, tepesine, yer altına, yer üstüne düşmanlık güdercesine saldırıyor ve zehir saçarak saldırıyor, ölüm saçarak saldırıyor. Maden şirketleri, deyim yerindeyse girdikleri her yerde bu memleket açısından terör estiriyorlar, emekçilere yönelik saldırılar bunların bir boyutu. Siz iş cinayetlerinden bahsederken, özellikle İliç katliamından bahsederken "istenmeyen hadise" dediniz ama iş cinayetleri bugün madencilik sektörünün ne yazık ki değişmez bir parçası hâline gelmiş durumda. Bu, tamamen aslında adım adım yaratılmış olan emek rejimiyle ilgili, en son İliç'te yaşanan maden katliamında ne yazık ki bunu bir kez daha hep beraber görmüş olduk. İşçilerin sağlıksız iş koşulları, son derece düşük yaşam kaliteleri ve kronik hastalıkları bitmek bilmiyor. Bu duruma karşı çıkan ve yalın ayak Meclise yürüyen FERNAS Maden işçilerine bizzat sizin patron Vekiliniz, Milletvekiliniz tarafından reva görülen muamele aslında iktidarınızın işçi sınıfına bakışının bir aynası, bir özeti mahiyetinde ne yazık ki. Sadece işçi sağlığına değil, halk sağlığına yönelik düşman bir faaliyetten söz etmek mümkün. Öte yandan, maden şirketleri Türkiye'de inanılmaz dokunulmazlar, inanılmaz ayrıcalıkları var. Devletin bütün organları kendileriyle iş birliği içerisindeler, kimse onlara gerçekten bir şey demiyor ve gerçekten herkes onlara hizmet eder vaziyette. Maden yağmasına karşı havasına, toprağına, suyuna, memleketine sahip çıkan köylülere ise bu maden şirketlerine tanınan ayrıcalıkların tam tersine muazzam bir jandarma saldırısının, kolluk saldırısının, polis saldırısının olduğunu vahşi görüntülerden görüyoruz. Zaten hukuk denen şey bu memlekette kalmamış durumda, karikatüre dönüşmüş durumda ne yazık ki. Ve bu madencilik şirketlerine -yani bunlara artık bir "suç örgütü" demek gerekiyor- sadece kolluk güçleri iş birliği içerisinde hizmet etmiyor, aynı zamanda yasalar da ÇED raporları da kendilerine hizmet eder vaziyette. ÇED'ler neredeyse sermayenin talimatıyla çalışıyorlar. 2020'den bugüne kadar 123 altın madeni projesinin 122'sine "ÇED Olumlu" raporu verilmiş Sayın Bakan yani ne hikmetse bu böyle. Yine, sizin iktidarınızın gözünün nuru olan Koza Altın 49 tane proje yürütüyor. Koza Altın madenciliğin ÇED raporlarında yine ne hikmetse 1 tane bile olumsuz rapor, karar yok. Bir diğer göz bebeğiniz Cengiz Holding, o da ayrıcalıklara doymuyor. Kaz Dağları'ndaki talan, oradaki yağma artık tüm dünyanın gözleri önünde sergileniyor. Ne uğruna bu talan yapılıyor? İşte, altın madenleri uğruna. Bugün, orada maden için 1 milyon ağaç kesiliyor, beton dökülerek bunlar yapılıyor; daha önce Anagold, şimdi Cengiz Holding Kaz Dağları'nda bugüne kadar toplam 2 milyon ağacın canına kıydılar. Gerçekten, çevreyi, bu memleketi korkunç bir şekilde yağmaladılar, kirlettiler. Sadece yerli sermayeye peşkeş çekilen değil, uluslararası sermayeye peşkeş çekilen bir memleket gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Ülkemizin dört bir tarafı bu yeni açılan maden sahalarıyla yabancı sermaye tarafından yağmalanıyor. Bilimsel veriler üzerinden konuşacak olursak, 1 ton ham altın için 5 milyon ton taş ve toprak parçalanıyor. Her bin ton ham altın için yaklaşık bin ton siyanür kullanılıyor, üstelik son derece zehirli, siyanürlü atıklar bertaraf edilmiyor, milyonlarca tonluk zehirli atık havuzlarında tutuluyor bu atıklar ve atık havuzlarının nasıl defalarca çöktüğünü hep beraber gördük. Çökme yoluyla olmazsa zaten yağmur suyuyla yer altı sularına karışıyor bu zehirler. Tam da bu yüzden diyorum ki altın şirketleri yasal görünümlü birer haydut vaziyetinde. Buradan özel olarak, siz de buradayken sormak istiyorum: Siyanürlü altın madenciliği yapılan bölgelerden bizzat siz bir bardak su içebilir misiniz? Bölgede ve etrafında yetişen bir meyveyi, bir sebzeyi yiyebilir misiniz? Bizler merak ediyoruz, termik santralin faaliyetlerinin olduğu bir çevrede siz yaşamınızı sürdürebilir misiniz?

Değerli hazırun, değinmek istediğim bir diğer konu deprem bölgelerindeki taş ocakları. 6 Şubat depremlerinde gerçekten muazzam bir felaketi yaşadık ve sizin politikalarınız dolayısıyla orada felaket üstüne felaket yaşamaya devam ediyoruz. Geçtiğimiz gün Hatay'daydım. Hataylı yurttaşlar, şimdi, rezervden sonra bu taş ocakları ve beton santralleriyle boğuşuyorlar. Hatay'da taş ocakları sayısı korkunç bir şekilde gerçekten her geçen gün artıyor. Kentin tüm dağlarında, tepelerinde taş ocakları açılıyor, tabii ki hiçbir denetim yok. Şu anda Hatay'da 60 tane taş ocağı yapılmak isteniyor. Depremde yerle bir olan halk, kent, tarih şu anda taş ocaklarıyla yok ediliyor. Gerçekten yaşamın dinamitlendiğini görüyoruz ve bu taş ocakları yaşam alanlarının çok yakınına kuruluyor. Bu kurulan taş ocaklarına beton santralleri eşlik ediyor.

Birkaç noktadan, özellikle mahalleden örnek vermek istiyorum. Kuruyer Mahallesi var örneğin, geçimini hayvancılıkla sağlayan bir mahalle. Mahallede 11 taş ocağı, 9 beton santrali var. Bu ortamda ne insan ne de hayvan yaşayabilir ve orada hava kirliliği gün geçtikçe artıyor ve Kuruyer Mahallesi'nin sakinlerinin bizlere ilettiğine göre hayvanları beşer, onar ölür vaziyette.

Daha evvel Hatay'da -hava durumuyla ilgili- Dünya Sağlık Örgütünün temiz hava standartlarının çok üzerinde standartlara sahip olan ilçeler vardı; Antakya bunlardan bir tanesiydi, Samandağ bunlardan bir tanesiydi, İskenderun bunlardan bir tanesiydi. Şimdi, bu durum tam tersine dönüşmüş durumda, taş ocakları ve çimento santralleri gerçekten devasa bir hava kirliliği yaratıyor çünkü halk sağlığı, çevre sağlığı hiçbir şekilde -ÇED raporları da atlanarak- denetlenmiyor buralarda.

Buradan yine özel olarak ifade etmek istiyorum, 150 milyon tonluk taşı depremle yerle bir olmuş bir kentten çıkarmaya çalışmak ikinci bir deprem felaketi yaratmak değil midir? Bu projelerin gerçekten derhâl durdurulması gerekiyor. Taş ocakları -demin de ifade ettim- yaşama alanlarının çok yakınlarında, bazıları evlere 60-100 metre mesafede. Örneğin, Antakya'da planlanan taş ocakları Altınözü Yaban Hayatı Geliştirme Sahası'na 800 metre mesafede bulunuyor. Bir diğer örnek verecek olursam, Belen'de, Belen'deki taş ocakları Belen Geçidi Tabiat Parkına 2 kilometre mesafede. Yine, bir başka örnek vermek istiyorum: Hatay Dağ Ceylanı Yaban Hayatı Geliştirme Sahası ile taş ocağı arasında 800 metre var Sayın Bakan. Plana göre, bu ocaklardan yılda yaklaşık 147 milyon ton malzeme çıkarılacak. Çok fazla dinamit kullanımının öngörüldüğü söyleniyor. Öte yandan, toz emisyonları ve yer altı su kaynaklarının zarar görmesi gibi sorunlar da yaşanacak elbetteki. Bu durum Hatay'da su sorununun daha da derinleşmesine yol açacak; büyük patlamalar, büyük miktarda toz da yaratacak. Nereden bakarsanız bakın gerçek bir felaketle karşı karşıyayız. Sadece Hatay'da değil, Çukurova havzasında bu enerji faaliyetleriyle o kent, o havza yeniden şekillendiriliyor. Seçim bölgem Mersin de öyle. Hatay, Adana, Mersin özelinde enerji, sanayi ve tedarik bölgesi olarak bir yeniden şekillendirme, her tarafta enerji tesisi yapılma hâli var; bir tarafta, biliyorsunuz, Akkuyu Nükleer Santrali var, devam eden termik santral projeleri var. Fabrikalar, liman projeleri bir bütün olarak aslında bölgenin doğasını, insanını, halkını gerçekten tehdit ediyor. Bir ölüm tünelinin ortasında konumlanıyor bu havza. Hatay Dörtyol'da mesela bir halk plajı vardı; artık, o halk plajı yok, yerinde petrol rafine tesisi var. Bugün, Mersin'de 6 milyon ton asbestin denize döküldüğü Mersin Limanı Projesi var ve tüm itirazlara rağmen, tüm uyarılara rağmen devam ettiriliyor. Ne için? Doğayı katletme pahasına, halk sağlığını tahrip etme pahasına.

Son olarak enerji politikalarına dair birkaç şey söylemek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Koca, bir dakika daha ekliyorum.

Buyurun lütfen.

PERİHAN KOCA (Mersin) - Teşekkür ederim. Geçtiğimiz günlerde Resmî Gazete'de Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun elektrik tüketimine ilişkin düzenleme kararı yayınlanmış oldu. Düzenlemeye göre, 1 Ocak 2025'ten itibaren geçerli olacak bu yeni tarifede elektrikte yıllık tüketimi 5 bin kilovatsaatin üzerinde olan abonelerin faturalarındaki devlet sübvansiyonu kaldırılmış durumda. Yıllık 5 bin kilovatsaatlik tüketim, ortalama bir ailenin kolayca aşabileceği, geçebileceği bir sınır. Yaklaşık 10 milyon abonenin etkileneceği bir düzenleme yapılarak elektriğe gizli zamlar yapılmış oldu. Derin bir yoksulluğu yaşadığımız bu sürecin içerisinde -enerjinin kamusal bir hak olduğu- bu düzenleme kabul edilemez.

Elektrik konusunda yine deprem bölgeleriyle ilgili bir taleple bitireceğim. Deprem bölgelerinde elektrik hizmetleri alınamaz vaziyette. Burada Enerji Bakanlığı bütçesinin bir kaynak yaratarak deprem bölgesinde elektrik tüketiminin ücretsiz sağlanmasını teminat altına alması gerekmektedir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Teşekkür ediyorum Sayın Koca, sağ olun.