Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
Konu | : | Ankara Milletvekili Murat Alparslan ve Zonguldak Milletvekili Saffet Bozkurt ile 102 Milletvekilinin Türkiye Adalet Akademisi Kanunu Teklifi (2/2793) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 25 .12.2024 |
DİLAN KUNT AYAN (Şanlıurfa) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Geneli üzerinde konuşacağım ama konuşmamı şöyle bir şey üzerine oturtacağım, önden birazcık ifade etmekte fayda var. Öncelikle, bu Adalet Akademisinin başına neler geldiğini ortaya koymak gerekiyor. Yani, 2003'ten sonra neler yaşadı bu Adalet Akademisi, bunu ortaya koymak gerekiyor ve burada konuşmak gerekiyor. Bir diğeri ise, bu hâlde olan yargı sisteminin aslında topluma neleri dayattığını ve toplumu ne hâle getirdiğini ortaya koymak gerekiyor ve sonuncusu ise bizim, DEM Parti olarak aslında bu Adalet Akademisinin durumuna ve yargının durumuna dönük olarak neyi önerdiğimizi ortaya koymak gerekiyor.
Şimdi, öncelikle şunu ifade edelim: Adalet Akademisi nedir diye sorduğumuzda aslında hâkim ve savcıların seçilmesinde rolü olan ve temel görevi ise hâkimlik ve savcılık mesleği için eğitmek, yetiştirmek ve buna dair iş ve işleyişi yapan bir birimden bahsediyoruz; çok da kıymetli, çok da önemli bir kurumdan bahsediyoruz. Neden? Çünkü ülkenin tamamının aslında yani bir ülkede olmazsa olmaz olan adalete, yargıya erişebilmesi için, bunun en etkin şekilde uygulanabilmesi için bir mekanizmanın olduğu bir yerden bahsediyoruz. Şimdi, 1985-2003 arasında Adalet Akademisi nereye bağlıydı? Adalet Bakanlığına bağlıydı ve Adalet Bakanlığına bağlı birimler tarafından bu işleyiş devam ediyordu, sonra 2003'te ne oldu? Avrupa Birliği uyum sürecinde adalet alanında eğitim ve araştırma görevlerini yürütmek üzere bağımsız bir kurum oluşturulması gündeme geldikten sonra 4954 sayılı Kanun'la 2003 tarihinde Adalet Akademisi kurulmuş; çok kıymetli bulduğumuzu da ifade edelim, eksiklikleri olmasına rağmen. Belki en sonda öneri kısmında kısmen oradan alıntı da yapabiliriz. Sonra ne oldu peki? O zaman, işte, AK PARTİ'nin aslında kendini en demokrat olarak tanımladığı dönemlerden bahsediyoruz. Şubat 2014'te, tarih çok önemli bence, işte 17-25 Aralık sonrası aslında AKP'nin FETÖ'yle olan ilişkilerinden ve çatışmalarından kaynaklı ne oldu? Kabul edilen 6524 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la Adalet Akademisi Başkanının ve Başkan Yardımcılarının Adalet Bakanı tarafından seçilmesine hükmedildi. Yani gitgide gerilemeye doğru giden bir evreden bahsediyoruz. 2003'ten 2014'e gelinen süreçte aslında 2014'teki bu teklifle birlikte ne oldu? Yavaş yavaş antidemokratik uygulamalara doğru giden bir Adalet Akademisinden bahsedeceğiz. Sonra ne oldu peki, daha mı iyileşti? Maalesef ki daha da iyileşmedi, daha da kötüleşti. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında süresiz OHAL döneminde aslında Akademi de payını aldı ve ne yapıldı? 9 Temmuz 2018'de Cumhurbaşkanının bu anlamdaki kanun hükmündeki kararnameleriyle Türkiye Adalet Akademisi kapatıldı. Yani aslında tam da OHAL sürecinde adalete, insan haklarına, hakka en çok ihtiyaç duyulan böylesine bir dönemde maalesef ki Adalet Akademisi kapatıldı. 10 Temmuz 2018 tarihinde ise 1 no.lu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'yle Hâkim ve Savcı Eğitim Merkezi kuruldu ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle de hâkim ve savcıların eğitimleri Adalet Bakanlığı Eğitim Daire Başkanlığı tarafından yürütülmeye başlandı. Yani özerk bir kurum için çıkılan yolda tam yirmi yıl geriye giderek yürütme erki Bakanlığa bağlandı. Daha sonra ne oldu? İşte, bugün aslında şu an bunu konuştuğumuz noktada Anayasa Mahkemesi dedi ki: "Ya, böyle iş mi olur?" Anayasa madde 104 ve 140 üzerinden bunu iptal etti. Biz şu an burada işte o yirmi yıllık geriye giden bir fermanı -hiçbir değişiklik yapılmadan, çok üzülerek söylüyorum ki- kanuna çeviren yerde bunu tekrardan tartışmaya açıyoruz. Şimdi, hâliyle birazdan belki maddelere geçilecek; bu maddelerle ilgili bizim "Ya, şu madde böyle değildi, böyle olsa daha iyi olur." diyebileceğimiz hiçbir şey yok çünkü biz açık ve net bir şekilde bu kanun teklifinin tamamının yürütme erkine bağlandığını ve bağımsız yargıyı aslında teşkil etmediğini görebiliyoruz.
Şimdi sizlere bu gelinen serüvende yani yirmi yıllık geriye gidişte Türkiye ne yaşadı, bizler neler yaşadık ve haklar olarak aslında hangi durumlara gittik; bundan bahsedeceğim. Şimdi, biz şunu çok isterdik: Bugün burada Adalet Komisyonunda Türkiye Adalet Akademisinin durumunu konuşmaktansa, bir fermanın içeriğini konuşmaktansa aslında halkın, toplumun bizden beklentilerini konuşmayı çok isterdik ve çok arzu ederdik. Neden? Çünkü yaklaşık yedi yıldır yani kanun hükmünde kararnamelerle ortaya çıkarılan, Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ortaya çıkarılan kanunları bu Komisyonda konuşmaktan, halkın temel gündemini, temel sorununu, temel derdini maalesef ki konuşamıyoruz. Bunlardan biri nedir? Cezaevlerinde yıllardır adalet ve eşitlik isteyen, insan onuruna uygun bir şekilde tutulma hâlini talep eden tutsaklar var ve onların aileleri var. Fakat ne oldu? 2020'de ayrımcı İnfaz Yasası'yla birlikte bu yerle bir edildi. Dörtte dört bekleyenler var, cezaevinde bu çıkarmış olduğunuz idari gözlem kurullarıyla birlikte mağdur edilen binlerce aile, binlerce mahpus var. Buna dönük maalesef ki hiçbir düzenleme yapılmıyor. Neyi bekliyoruz diye soruyorum ben Adalet Bakanlığı temsilcilerine, neyi bekliyoruz? Neden bu cezaevlerinin ölüm evlerine dönüşmesini bekliyoruz? Çok net bir şekilde bize mesajlar geliyor, mektuplar geliyor, aramalar geliyor; eminiz ki sizlere katbekat geliyordur. Biz neden bunları bir an önce yürürlüğe geçirmiyoruz? Neden bunları burada tartışmıyoruz? Neden bunları yasalaştırmıyoruz da fermanları kanuna çeviriyoruz? Eğer hukuk devletiysek, bunun temellerini ortaya koyuyorsak bizim asli görevlerimiz bunlardır. Halkın, toplumun bizden beklentisini Anayasa'ya uygun bir şekilde, insan haklarına uygun bir şekilde yerine getirmemiz gerekiyor fakat maalesef bu Komisyonda, mevcut Hükûmet de, AKP iktidarı da bu görevini yerine getirmiyor.
Yine, partimiz açısından çok önemli olan bir hususu da ifade etmek istiyorum: Bizim aslında burada konuşmamız gereken, az önce Adalet Akademisinin serüvenlerini de uzun uzun ifade ettik fakat bunların hiçbirinin yerine getirilmemesinin yansımalarının neler olduğunu da ortaya koymak gerekiyor; ondan bahsedeceğim. Biliyorsunuz ki, 1 Ekim itibarıyla Mecliste ve aslında Türkiye'nin kamuoyunda umut hakkı tartışılır durumda. Oysaki, biz bunu on yıldır ifade ediyoruz. Yani on yıldır Türkiye'de umut hakkına dair düzenlemelerin yapılması gerektiğini ve buna dair aslında düşünceleri, fikirleri burada, tam da Mecliste, halkın iradesinin yansıdığı yerde ifade etmemiz gerektiğini dile getiriyoruz fakat 1 Ekim itibarıyla da bu artık tartışılır, konuşulur olmuş durumda. Nedir umut hakkı? Temel bir insan hakkıdır. Peki, neden insan hakkıdır? Çünkü hiçbir insanın ömrü boyunca, hiçbir özgürlük umudu olmadan hapishanede tutulması insanlık onuruyla bağdaşmaz. Yirmi beş yıl, dile kolay, yani bir insanı yirmi beş yıl boyunca hiçbir şekilde dışarı çıkma umudu olmadan tutmak işkence ve kötü muameledir. Bunu biz tek başımıza demiyoruz. Bunu aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 18 Mart 2014 tarihinde Öcalan Türkiye kararıyla açık açık ifade etmiştir. Ne demiştir? Şunu demiştir -Öcalan için bunu ifade etmiştir- özellikle umut hakkı için: "Siz bir kişiyi yirmi beş yıl hapsedemezsiniz. Yirmi beş yılın sonunda şartlı salıverme için koşulları oluşturmak zorundasınız." diyor. Bunu kime diyor? Türkiye Büyük Millet Meclisine yani yasama organına söylüyor. Peki, bizim ne yapmamız gerekiyor? O zaman bizim buna dair düzenlemeyi tam da bu Komisyonda yapmamız gerekiyor, tam da halkın iradesinin tecelli ettiği burada yapmamız gerekiyor. Derhâl, bir an önce bizim buna dair, umut hakkına dair yasa değişikliğini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ifade ettiği şekliyle ortaya koymamız gerekiyor; hiç zor değil. İnfaz Kanunu'nda yapacağımız değişiklikle pek tabii ki bunu yerine getirebiliriz. Hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını yerine getirmiş oluruz hem de halkın bu anlamdaki beklentisini ortaya koymuş oluruz. Hiç vakit kaybetmemize gerek yok çünkü artık toplum buna hazır ve toplum bunu bekliyor.
Şimdi, bunu şu an Adalet Komisyonunda olduğumuz için hukuki zeminde ifade ettik. Bir de bunun toplumsal ve siyasi boyutu da var, bunu ortaya koymak gerekiyor. Yıllardır süren çatışmalı süreci bir an önce sonlandırmamız gerekiyor. Bunun için de yasal ve demokratik adımların atılması gerekiyor. Bir an önce de İmralı'yla görüşmelerin başlatılıp hem umut hakkı kapsamında hem de demokratik zeminde kanunlarla düzenlenen noktaya çekmemiz gerekiyor. Bunun için biz DEM PARTİ olarak daha önce hazır olduğumuzu ifade etmiştik. Şu an Adalet Komisyonunda olduğumuz için umut hakkıyla ilgili yapılacak her türlü düzenlemede hazır olduğumuzu, hafızamızın olduğunu, on yıldır bunun üzerine yoğun çalışmalarımızın olduğunu ifade etmek gerekiyor.
Şimdi, bir diğer sorun ise az önce Akademinin serüvenini anlattığımız için ifade etmek istiyorum bunu, geldiği noktayı da tartışmak gerekiyor; çok üzülerek söylüyorum. Daha önce Van Barosunda avukatlık yapıyordum ve ben Van'da yaşarken AKP'nin il başkanı, ilçe başkanı, yöneticisi meslektaşlarımız vardı. Elbette ki olabilir, sonuçta avukatlık mesleği siyasi faaliyet yapmaya engel bir faaliyet değil fakat sonrasında AKP'nin yönetiminde olan meslektaşım benim karşımda hâkim olarak durursa eğer ben onun bağımsızlığından ve tarafsızlığından şüphe duyarım; aynı şey benim için de geçerli. Şu an benim DEM Partinin bir milletvekili olduğumu veya DEM Partinin il, ilçe yöneticisi olduğumu düşünün. Daha sonrasında benim Urfa'nın Suruç ilçesinde bir savcı olduğumu düşünün. Bu, kabul edilebilir bir şey değil. Bu, yargı bağımsızlığını zedeler. Ben bile taraflı olurum, çok net taraflı olurum çünkü geldiğim bir gelenek var, bağlı olduğum bir yer var. Bunun derhâl değiştirilmesi gerekiyor ve bunun Akademide yapılması gerekiyor, tam da yeri orası çünkü gitgide yirmi yıllık serüvende bu noktaya gelebildik. Yani, o demokratik adımlardan geldiğimiz nokta maalesef ki siyasetin tamamen yargının içerisine sinmiş olması.
Şimdi, bir diğer örneği nedir bunun? Kayyum atamaları ve bizim partimizin en çok maruz kaldığı, artık bizim partimizi de aşan, diğer partilere de sirayet eden noktaları. Şimdi, yargı bağımsız olmuş olsaydı gerçekten de Türkiye'de siyaset yargıya müdahale etmiş olmasaydı böylesi sonuçlar olabilir miydi? Şimdi, Adalet Bakanının açıklamalarına bakıyoruz. Yani çok üzülerek söylüyorum -gerçi Adalet Bakanı burada değil, üzerinden söylemek istemiyorum ama- yani bir Bakanın, bir hukuk insanının ortaya koyabileceği söylemler değil bunlar. Yani yargının bağımsızlığından bahsetmek gerekirken, buna müdahalenin aslında ortaya konması gerekirken kanunilikten bahsediyor. Ya, bu ülkede ne kanunilik kalmış, ne hukukilik. Hukuk felsefesine dair hiçbir yok, tartışmıyorum bile o kısmı. O yüzden bir an önce buna dair somut adımların atılması gerekiyor.
Şimdi, biz ne öneriyoruz? Yani bu serüvende, bu yirmi yıllık geriye gidişte biz DEM PARTİ olarak ne öneriyoruz? Kısmen de olsa 2003 sürecinde demokratik olan ve AB uyum sürecinde demokratik bir şekilde ortaya konan Akademiyi öneriyoruz. Nedir bu? Sayın Akademi Başkanı da burada, sizin atamanızı meşru görmüyoruz biz çünkü sizi atayan kurum bize göre meşru bir kurum olmuyor. Kim seçsin mesela Akademi Başkanını? Yargıtay, Danıştay, bunların tamamından oluşan bir kurul seçsin. Ha, diyeceğiz ki şu an o kurulları kim seçiyor? O da atama, şimdi oradan da tutamıyoruz. O yüzden hem oradan değiştirip hem de özerk, bağımsız bir hâle gelmesi gerekiyor. Böylesi bir durumda, yani özerk ve bağımsız hâle gelmesi durumunda ben mesela burada çıkıp bir Komisyon üyesi olarak "Ben sizi meşru görmüyorum." deme haddine sahip olamam çünkü meşrudur, seçilmiştir ama maalesef atanmış olmak bunu meşru hâle getirmez. Yine, yürütme erkinin yani Adalet Bakanlığına bağlı olan kurullar tarafından kurullara, kurumlara seçilen kişiler bağımsız olamaz, işte, az önce bahsetmiş olduğum cezaevlerindeki durumu, umut hakkına ilişkin durumu ve hukuki olarak kayyumlara ilişkin durumları ortaya koyan siyasetin ve mevcut durumun tamamını ortaya koyan bir kısımda olur. O yüzden, bizim önerimiz bu yöndedir. Umuyoruz ki, her ne kadar usul olarak aslında yıllardır bizim söylediğimiz kısmı değiştirip şu an tek bir kanun teklifiyle geldiyseniz esasa ilişkin ifade ettiğimiz kısımları da bir an önce dikkate alıp bu yönlü tekliflerle gelmenizi diliyoruz.
Teşekkürler.