KOMİSYON KONUŞMASI

NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Ben de herkesi selamlıyorum.

Bu Araştırma Komisyonunun üyesi değilim ama dışarıdan takip etmeye çalışıyorum.

BAŞKAN CENGİZ AYDOĞDU - Hoş geldiniz.

NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - En azından bugünkü sunum için hem gelen yetkililere hem de vekillere teşekkür ediyorum.

Açıkçası vekillerimiz okulların siyasileşmemesi gerektiğini söyledi ama nasıl bir siyasileşme gerçekleşiyor? Millî Eğitimin protokol yaptığı, iş birliği yaptığı kurumlar bugün Bilal Erdoğan'ın yöneticisi olduğu TÜRGEV ya da TÜGVA gibi ya da Kasım 2024'te HÜDA PAR'a yakınlığıyla bilinen Peygamber Sevdalıları Vakfı gibi ya da işte, Ülkü Ocakları gibi aslında siyasileşme değil iktidar yanlısı siyasileşme ve yönlendirme olarak ifade edilir çünkü "siyasileşme" deyince sanki tüm farklı siyasi partilerin etkisi ya da güdümü oluşuyor diye değil. İktidarın bu ilgili bakanlıkları yöneten, karar verici olan, çocukları korumakla yükümlü olan tüm bu politikalara karar verici ve uygulayıcı olan, bunun siyasi ve uygulayıcısını temsil edenler tarafından yapılması hem siyasileşmesine olan tavrı hem de bunun geri plandaki dolaylı etkilerini de yaratıyor.

Okullaşmayla ilgili oranlar verildi, ben daha önce de birkaç yerde ifade etmiştim; okulu bırakan, özellikle ilkokulundan ortaokula geçen çocukların kaçının tarikatlara, cemaatlere gidip buralarda eğitim aldığına dair bir araştırma var mı? Özellikle bu ÇEDES Projesi'yle Diyanet eliyle, içinde tarikatların, cemaatlerin de olduğu, buralarda yapılan eğitimlerden sonra bunların etkileri öngörülebiliyor mu, bu konuda bir tutum ya da bir tedbir olacak mı? Evet, siyasi propaganda alanı olmadığı gibi siyasi iktidarın da kendi propagandasını yaydığı nesiller yetiştireceği alanlar olmamalı.

Ben istismarla ilgili özgün bir şeyi anlatacağım, aynı zamanda bir hukukçu olduğum için söyleyeceğim. Evet, hem kamu personelinin suçu bildirme yükümlülüğü var hem sizlerin kimi genelgeleriniz ya da okullara gönderdiğiniz bildirimler var. Sadece rehberlik öğretmenleri için değil aslında tüm öğretmenler için mevcut durum olduğu gibi yerinde duruyor ancak birçok öğretmende -rehber öğretmenden sınıf öğretmenine kadar tutalım- bu bildirim ve ihbarla ilgili süreçte bir yeknesaklık yok. Bu bildirim süreçleriyle ilgili Millî Eğitimin göstermiş olduğu tam bir yol haritası da yok, varsa burada türlü türlü konuşalım. Niye? Rehber öğretmenlerin sınıf öğretmenleriyle arasındaki iş birliğinden, bunun çok önemli olduğundan bahsetti vekillerimiz. Rehber öğretmenlerinde kişi başına düşen sayıyı söylediniz ama sınıf öğretmenleri daha çok, bire bir, öğrencilerle daha çok temas kuran, daha fazla bunu görebilecek, fark edebilecek meseleler... Öncelikli olarak bu fark etmeden sonra bildirim meselesi. Mesela, birçok öğretmen şunu söylüyor: Dolaylı ya da doğrudan bir tespit ya da bulgu yani psikolojik etkisi mi, davranışları mı, doğrudan kendisinin söylemesi mi, bu konudaki bildirimin dayanağı olan meselelerde bir kafa karışıklığı var; bu bir. Bildirim olması hâlinde hocanın kendisinin öğrenciyle görüşmesi ya da bunu not alması ya da belli bir görüşme şeyi çıkarmasından ziyade ÇİM'e mi yönlendirmesi gerekir, burada mı bir ön görüşme yapılması gerekip gerekmediği meselesinde tartışma var. İkincisi, bir bildirim usulü var; işte, hoca okul idarecilerine, okul idarecileri il, ilçe millî eğitim müdürlüklerine ve savcılıklara diye giden bir silsile var ama öğretmenlerin bir kısmının, okul idarecilerinin okulun adı çıkacak ya da kendi içerisinde bulunduğu velilerle karşı karşıya gelme sorunu ya da bu suç ailelerden geldiğinde doğrudan ilgili yere bildirmek dışında aileyi uyaran, böyle bir meseleyi doğrudan aileye anlatan böyle yanlış uygulamaları da var veyahut idareciye bildirip idarenin bildirmediği vakalar var ya da şöyle; normalde bu bildirimin savcılığa gitmesi, polise gitmesi ya da bunun yerine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bildirmenin yeterli olacağını düşünen ve bu bildirimden kaynaklı olarak istismarla ilgili bildirim usulünün hem tespiti hem de ilerleyen süreçlerde, yargısal süreçte de türlü türlü etkileri olduğunu biz görebiliyoruz. Bu meselede öğretmenlerin bunu fark etmesi, anlaması kadar yani bunun artırılması, eğitimlerin artırılması kadar bunun bildirim usulü meselesinde de gerçek bir yöntemsel mesele olmalı, aileye ya da idarecilere bırakan ya da belli prosedürlerle o işi tıkayan bir meselenin üstünü çoktan aşmalı. Bir diğeri, doğrudan Millî Eğitim kadrosunda yer alan öğretmenlerin ya da idarecilerin taraf olduğu istismar vakaları. Maalesef ki bu o kadar sanıldığı kadar az değil, birkaç örnek diğer vekillerimiz tarafından verildi, bir tanesini de ben vereceğim: Cizre Lisesinde 30'dan fazla kız çocuğunu istismar ettiği iddiasıyla hakkında soruşturma açılan Burak Ercan, on üç gün boyunca, bu soruşturma savcılığa iletilmiş olmasına rağmen görevini yapmaya devam etti. Ne zaman ki orada yer alan EĞİTİM SEN yetkilileri, veliler orada bir eylem yapıp İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne tepki gösterdi o zaman bir uzaklaştırma verildi ve daha sonra bu kişi İstanbul'daki bir okulda öğretmen olarak görev yaptı. Neymiş? İşte, dosya yargılanmasında kesin bir hüküm, masumiyet karinesi; doğru, bir hukukçuyum, kabulüm ancak bu kadar istismar vakalarında bir ara tedbir öngörülmeli. Mesela uzaklaştırma üç ay kadar mı, üç artı üç artı üç mü bilmiyorum, prosedürü burada ifade edersiniz ama bu tarz dosyalarda işte, masumiyet karinesi, idari tahkikatın bitmesinin beklenmesi, hani cezai soruşturma uzun sürse de idari soruşturma kısa sürer yaklaşımıyla devam eden örneklerde nasıl bir prosedür işletiliyor bunun da en azından derinlikli olarak ele alınması gerektiğini ben düşünüyorum.

Yine, bu okullardaki okuldan ayrılan öğrencilerle ilgili işte, ihbar bildirimin yapılmamasına örnek verildi. Hatırlarsınız, Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel'in kızının 6 yaşında evlendirilip yani daha 1'inci sınıftayken alınma vakası vardı ve o olay üzerine çokça gündem oldu bu mesele. Okulların bunun ihbarı kadar bu noktadaki takip meselesi de çok önemli bu yönüyle. Tamam, her okuldan çıkan çocuk için böyle bir şey iddia edilemez, doğrudur ancak böylesi bir ön mekanizmanın olması gerektiği açık. Okullardaki çocuklar ne MESEM'ler eliyle çocuk cinayetlerine, çıraklık ya da devletin içerisinde bulunduğu ekonomik sistemin mağduriyetini yaşatan, külfetini yüklenebilen çocuklar ne de ÇEDES ya da başka programlar eliyle Diyanetin insafına bırakılacak çocuklar değil. Bu meselede de tıpkı diğer meseleler gibi ulusal bir stratejik plan geliştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda geçmiş dönemde çıkan kimi strateji belgeleri, planları var ancak bunların yeterli olmadığı, tam aksine bugün toplumsal çürüme dediği, kiminin toplumsal yozlaşma dediği bu meselelerin en büyük payını da çocuklar alıyor. Bu yönlü meseleyi ailelere, çocuklara bırakmayan, aslında adaletin, sağlığın, okulun, eğitimin hepsinin içerisinde bulunduğu ve aynı zamanda vekilimizin de ifade ettiği bu alanda uzmanlık ve çalışma yürüten sivil toplumun da bir arada olacağı, tıpkı kanunda ve hepimizin sorumlu olduğu çocuğun üstün yararını gözetecek bir biçimde uygulanabilir, etkin, hızlı, yeterli bir ulusal strateji belgesi çıkarılmalı ve tüm kurumlar bu belge etrafında bu meselede gerçekten bir sorumlulukla hareket etmeli. Sadece klasik propaganda bir dille "çocuklarımız geleceğimiz" meselesinden ifade değil ancak çocukla ilgili yaklaşımımız bugün toplumsal olarak, ileri olarak ifade ettiğimiz tüm politikaları da doğrudan etkiler.

Tekrardan teşekkürler.