| Komisyon Adı | : | (10/696, 1831, 1832, 1833, 1834, 1835) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Komisyon Başkanı Mustafa Hulki Cevizoğlu'nun, Komisyonun bugüne kadar yaptığı çalışmalara, dünkü toplantıda bazı kadın vekillerin salonu terk etmesine, Komisyona davet edilen konukla ilgili olarak bir milletvekilinin Genel Kurulda yaptığı konuşmaya ve bugün sunum yapacak konuklara hoş geldiniz dediğine ilişkin açıklaması |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 13 .02.2025 |
BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Bir hafta sonra, Komisyonumuzun göreve başlamasından itibaren, yasal olarak göreve başlamasından itibaren 2'nci ayımızı doldurmuş olacağız. Dün buradaki 16'ncı Toplantımızda Komisyonun süresinin bir ay daha uzatılması için karar aldık. Genel Kurulda okunduktan sonra ek süremiz başlayacak; üç artı bir, toplam dört aylık bir süre içinde "Kadına Yönelik Her Türlü Şiddet ve Ayrımcılığın Araştırılması, Alınması Gereken Ek Tedbirler" başlıklı konumuz, görevimiz tamamlanmış olacak. Biz Atatürk'ün dediği gibi "Az zamanda çok daha büyük işler başardık." Komisyon olarak. Bugün, iki ay dolmadan 17'nci Toplantıyı yapmak çok önemli. Bazen Komisyon üyesi bizim kendi partimizden olan milletvekili arkadaşlarımız bana takılıyor, diğer arkadaşlar da takılabilir, "Bizi çok çalıştırıyorsun, sürekli Komisyondayız." diyorlar ama bizim bir toplantımız aslında -şu anda değerli konuklarımızı görüyoruz- 5 ya da 6 toplantı değerinde çünkü normalde 1 konuk çağırılmış bugüne kadar daha önceki komisyonlarda, o konuk ve konu üzerine konuşulmuş.
Ama hakikaten bugün basınımızın en tepe yöneticileri, en kıymetli insanları, genel müdürü ve CEO'ları burada; hepsine bu kadar yoğun iş arasında, Türkiye'nin yoğun gündemi içinde fırsat bulup geldikleri ve zamana ayırdıkları için bir kere daha teşekkür ediyorum.
Eski bir medya mensubu ve yeni milletvekili olarak şunu söyleyebilirim, çok üzerinde durulmaması gereken bir konu ama medyamızda ve sosyal medyada yer aldığı için açıklama gereğini duyuyorum: Dün, burada, kadına karşı şiddeti, şiddetin kaynaklarını, nedenlerini, alınması gereken ek tedbirleri konuşurken ve görevimiz bu iken buna benzer bir olay yaşandı, hoş bir olay değildi. Siyasette şu var; bunu eskiden beri biliyoruz, hepimizin bildiği bir konu: Belli bir konuya katılmak katılmamak, toplantıya gelmek gelmemek, gerekiyorsa toplantıdan ayrılmak da demokratik bir tavır ancak bir kadın konuşmacıya, üstelik de çağırdığımız çok sayıdaki benzer formatta program yapan kişiler arasından gelen tek kişi olan konuğumuza başka kadınların, kadın vekillerimizin sembolik şiddet uygulaması hoş olmadı. Burada biz konuşurken Genel Kurulumuzda bir başka erkek milletvekilimizin "Efendim, falanca kişiden Komisyon ne öğrenecek?" dediği konuşması bana göre çok basit, sığ bir konuşmaydı. Neden? Şunun için: Biz gelen konuklarımızın görüşüne katılmak zorunda değiliz, onlarla aynı düşünmek durumunda değiliz, biz düşünsek bile burada bütün milletvekillerimizin hepsi aynı görüşte olmayacak; çok doğal bir durum. Ancak bizim kimseye hakaret etme hakkımız yok, ne milletvekili olarak bu hakka sahibiz ne insan olarak bu hakka sahibiz; böyle bir durum yok.
Şimdi, dün, Sayın Zahide Yetiş "Kadına yönelik şiddet dendiği zaman şiddetin kaynağı olarak genel olarak erkek anlaşılıyor ama kadınların da kadına şiddet yaptığı gerçeğini görelim." deyince -buna cevap verilebilir- şöyle bir protesto oldu: "Bu söylem çok cinsiyetçi bir söylemdir." dendi; ben anlamadım. Ben sosyoloğum, aynı zamanda akademisyenim; sosyolog olarak toplumsal cinsiyet çalışmaları yaptık, akademik çalışmalar yaptık, "cinsiyetçi söylem" kavramının o anlama gelmediğini akademik olarak da biliyoruz. Yapılan davranışla Sayın Zahide Yetiş'in söylediği olay kanıtlanmış oldu. Hatta ben de şunu söylemiştim: Ya, mesela, yıllardır ben çocukluğumdan beri kendi annemden de biliyorum, rahmetli babaannem yani annemin kayınvalidesi ile gelini olan annemin ilişkisini biliyorum. Türkiye'de, Türkiye'nin toplumsal yapısını, gelin kaynana çekişmelerini biliyoruz; bunlar televizyonlarda da gösteriliyor kimi zaman program olarak ama buna biz "sosyal gerçek" diyoruz. Doğru olmasa da var ise bu, sosyolojide "toplumsal gerçek" ya da "sosyal gerçek" olarak adlandırılıyor. Bu sosyal gerçekleri araştırıyoruz biz, katılmak zorunda değiliz. Gelin kaynana kavgasında da sembolik olarak da olsa -bazen fiziken oluyor- kadının kadına uyguladığı şiddeti görüyoruz. Biz, burada, erkekleri genelleyelim ve kolektif olarak erkekleri kötüleyelim peşinde değiliz. Ne erkek ne kadın ne çocuk ne herhangi bir canlı onlara kötü davrananları eleştiren, kınayan, bunların olmaması için önlemler düşünülen bir komisyonuz, bizim görevimiz bununla sınırlı.
Dün, Genel Kuruldaki bir erkek milletvekilinin "Zahide Yetiş'ten bu Komisyon ne öğrenecek?" demesi inanılmaz abes bir ifade. Kadıncağız burada -şurada notlarımdan bakarak söyleyeyim- kimsenin tahmin etmediği şeyler söyledi, biz birbirimizi dinleyemeyeceksek zaten demokrasi olmaz. Zahide Hanım dedi ki: "Bizi yönlendirebilirsiniz." Hiç beklemediğim bir cümleydi. Yani programını savunacak tabii insanlar ama "Ne yapmamız gerektiğini siz bize söyleyin." dedi. Ya, müthiş bir şey bu yani o, öğrenmeye gelmiş. Ayrıca, biz her konuğumuzdan bir şey öğrenmek değil, bu işi niye yaptığını...
Şöyle söyleyelim; genelde şöyle bir kanı oluştu: "Kadına yönelik şiddetin belli bir oranı da medyadan kaynaklanıyor." gibi görüş oldu bugüne kadar ve hem Komisyonumuzda ifade edildi hem de toplumda böyle bir kanı vardı. Biz de o yüzden medya mensubu arkadaşlarımızı, dostlarımızı bugün davet ettik, dün de o nedenle çağırdık. Yani yapılan programlara biz katılmıyoruz, bazılarına katılırız, bazılarını seyrederiz; bizim dışımızda birey olarak ilgi alanımızda olabilir, olmayabilir ama biz burada resmî, yasal ve görev çerçevesi çizilmiş bir iş yapıyoruz, görev tanımı yapılmış.
Şimdi, yani tavuk-yumurta hikâyesi gibiydi; medya şiddeti körüklüyor mu yoksa zaten toplumda şiddet var, medya onu gösteriyor ve önlem alınmasını mı sağlıyor? Bizim araştırma konumuz bu. "Televizyonlar hangi programları yapacak?" tartışmasına döndü biraz. Bu, başka bir konu, Dijital Mecraların konusu; işte, başka bir komisyon kurulabilir, onun konusu; televizyonların içerikleri, yapımlar falan farklı. Bizim konumuz sınırlanmış vaziyette. Medya ve şiddet ilişkisi var mı, yok mu ve her televizyon ya da gelen programcı bu alanda neler yapıyor?
Şimdi, cezaevlerine gideceğiz. İstanbul'da pazartesi ve salı günü Kartal'da Anadolu Adliyesine gittik, başsavcıyı ziyaret ettik. Biz başsavcıyla konuştuğumuz zaman onunla eşleştirmiyoruz kendimizi. Çocuk sorgu odalarına gittik yani suçluyla da görüşüyoruz, masumla da mağdurla da kadınlarla da. "ŞÖNİM" denilen şiddeti önleme ve izleme merkezlerine gittik İstanbul'da; nasıl çalışıyorlar, eksikleri var mı, bilimsel mi çalışıyorlar?
Yani bizim işimiz şiddet nedir? Şiddetin tamamını da araştırmıyoruz biz, Komisyonumuz kadına yönelik şiddeti araştırıyor; değil mi? Kadına yönelik şiddetin kaynağı ne, nereden çıkıyor bu, bunu teşvik eden unsurlar var mı? Bunları soruyoruz. "Efendim, ondan ne öğreneceksiniz?" sorusu demokratik bir soru değil. Ayrıca, biz şiddeti araştırırken Komisyon üyemiz olan ya da olmayan, milletvekili olan ya da olmayan insanların kendi içlerindeki şiddetin dışa vurumuna ve bir şiddet enflasyonu yapmasına da karşıyız. "Enflasyon" hani ekonomide biliyoruz ama "şişme" demek yani şiddeti şişirip, büyütüp dallandırmanın da gereği olmadığını düşünüyoruz.
Şiddet aynı zamanda bir vakum, çekiyor. Ben kitle psikolojisinde çalışmış, akademik olarak yazmış, tezler yazmış bir insan olarak şunu söylüyorum: Toplumlarda, bütün dünyada şiddet olayları izleniyor ekranda. Niye kitleler şiddeti izliyor? Bunu da bilmemiz, bulmamız gerekiyor. Biz yazacağımız ve Genel Kurula sunacağımız komisyon raporunda bunları da açıklamalıyız. Niye kitleler şiddeti izliyor, niye vurdulu kırdılı filmler izleniyor? Şimdi, biz hakem değiliz burada, tespit yapmaya çalışıyoruz, araştırıyoruz.
Ayrıca, şiddete masumiyet kazandırmaya çalışanlar var mı? İster medyada, ister siyasette, ister toplumun diğer alanlarında yani şiddete karşıymış gibi gözükerek şiddete masumiyet kazandırılmasına da karşıyız. Daha önceki toplantılarımızda şöyle bir kavram kullanmıştım, yeni bir kavram bu: "Gösterişçi duyarlılık" Bu, şu demek: Sürekli olarak aynı şeyden söz edip, örneğin "Şiddete karşıyım." diye diye şiddeti olağanlaştırmak, sıradanlaştırmak ve şiddete duyarlı gibi gözükerek şiddete karşı duyarsızlaştırmak demek "gösterişçi duyarlılık" kavramı. Şimdi buradan da kendimizi kurtarmamız gerekiyor. Toparlıyorum, bitiriyorum.c Aynı zamanda, biz bir opak toplumun yapılmasına da karşıyız, inşa edilmesine. "Opak toplum" kavramı bana ait. Ne demek? Zihni bulanık toplum inşa etmek demek yani insanları düşünemez hâle getirmek, şiddeti göz ardı etmek, gizlemek, göstermek doğru değil. Medyamız şiddeti gösteriyor ama bu Platon'un da söylediği gibi hani "Zehir yoktur, doz vardır, o dozun adı farmakondur." Şiddeti gösterirken medyada da bunun dozunu nasıl ayarlıyoruz, gösteriyor muyuz, gösterirken şiddet teşvik ediliyor mu? Yapılan kadın programlarında, sabah programlarında, haber tartışma programlarında bu doz uygun mudur? Tıpta da öyle; ilacı, balı bile fazla alırsanız zehirleniyorsunuz. Şimdi bunları konuşacağız.
Son olarak şunu da söyleyeyim: Mumyalanmış bir ahlak kavramına da içine de girmememiz gerekiyor. Yani ne demek mumyalanmış ahlak? Dondurulmuş, eski anlayışlar, klasik, ezberlenmiş ahlak anlayışları. Şimdi, şiddet değişiyor, mesela dijital şiddet kavramı çıkıyor, başka kavramlar çıkıyor. Bunlara karşı biz güncel ahlak anlayışına yani etik kavramlara da yer vermemiz, incelememiz gerekiyor.
Şimdi, bugünkü değerli konuklarımızı tanıtmak istiyorum. TRT Genel Müdür Yardımcısı Sayın Muhammed Ziyad Varol, hoş geldiniz; ATV Genel Müdürü Sayın Hacı Ali Türkaslan, hoş geldiniz; Show TV Genel Müdürü Sayın Esra Baydar, hoş geldiniz; Demirören Medya Grup Başkanı -Demirören Medya Kanal D ve CNN başta olmak üzere pek çok medya grubunu içeriyor- Sayın Murat Yancı, hoş geldiniz; TV8 Genel Müdürü Sayın Aslı Çini Yaşaroğlu, hoş geldiniz; TV8 Kurumsal İletişim Direktörü Sayın Emir Özkan, hoş geldiniz; Star TV Genel Yayın Yönetmeni Şebnem Aksoy Açıkalın, hoş geldiniz, Now TV'den Ankara Haber Temsilcisi -benim de eski mesai arkadaşım- Sayın Tülay Öçten, hoş geldiniz; aynı grupta The Walt Disney Company Türkiye Kıdemli Kurumsal İletişim Müdürü Sayın Öznur Halilcikoğlu Çalışkan, hoş geldiniz; yine aynı kurumdan The Walt Disney Company Türkiye Programlama ve İçerik Alımları Direktörü Sayın Fulya Tiryakioğlu Baykal, hoş geldiniz.
Bugün değerli medya mensubu yöneticilerinden, özellikle "Medyanın, şiddetin artışında katkısı var mı?" bunu öğrenmeye çalışacağız. Aynı zamanda, her türlü soru ve cevaba açık bir Komisyonuz. Medya mensuplarımız, Komisyonu izleyen medya mensuplarımız -görsel medya- genellikle dışarıya davet ediliyor. Ben, başladığımdan beri bunun aksini yapıyorum; toplantının sonuna kadar bütün görsel ve yazılı medyayı içeride tutuyorum. Arkadaşlar, kameraman arkadaşlar sıkılmazlarsa üç saat, beş saat, istedikleri kadar içeride kalıp çekim yapabilirler. Demokrasi ve açık toplum, açık bir Komisyon yönetmeye çalışıyoruz ve değerli arkadaşlarımız, konuklarımız kendi kurumlarında şiddeti ve ayrımcılığı önlemeye yönelik özel önlemler almışlar mı? Bunu merak ediyoruz ve dediğim gibi, genel olarak medyanın şiddete etkisi var mı, yok mu konusunda ne düşünüyorlar, onu öğrenmek isteriz.
İlk sözü TRT Genel Müdür Yardımcısı Sayın Muhammed Ziyad Varol'a veriyorum.
Hoş geldiniz tekrar.