KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM AKIN (İzmir) - Değerli Başkan, sevgili milletvekilleri, bakan yardımcıları; ben de hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

DEM PARTİ olarak dün aslında birazcık görüşlerimizi aktarmıştık ancak tekrar usul bakımından bir tartışma yapma ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Çünkü son zamanlarda Meclisin değersizleştirilmesine sebep olan ve normalleşmeye başlayan bu durumu DEM PARTİ olarak normal olarak kabul etmiyoruz çünkü AKP'nin kendi çoğunluğu vasıtasıyla kimseden görüş almadan yürüttüğü bu müzakerelerin aynı zamanda sorunlu ve sıkıntılı hâle geldiğini ifade etmek isteriz. Çünkü örneğin, 140 insanla görüşüldüğü ya da kurumla görüşüldüğü söyleniyor ama Meclisin komisyonuyla bile görüşülmeden iki gün önce elimize gelen bu yasa üzerinde çalışmalar yapmaya ve kendi görüşlerimizi oluşturmaya çalışıyoruz. Elbette, biz sadece sizlerin getirmiş olduğu yasa teklifiyle sınırlı olmayan bir çalışma yaptığımızı ve bu konulara vâkıf olduğumuzu ifade etmek isterim. Ama özellikle, bunun gerçekten sorun olduğunu altını çizerek ifade etmek istiyorum. Çünkü şu anda bizim çağırdığımız sivil toplum örgütleri... Yani aslında şu anda bahsedilen "iklim değişikliği" diye bahsedilen, aslında bizim açımızdan "iklim krizi" denilen olayın muhataplarıyla konuşuyorsunuz, krizi yaratanlarla konuşuyorsunuz ancak krizin muhatapları olan insanlarımızla, onların toplumsal temsilcileriyle yani TTB'yle, halk sağlığı uzmanlarıyla, örneğin çevre hareketi sözcüleriyle görüşmüyorsunuz. Bu aslında adaletsizliğin ta kendisidir ve dolayısıyla adalet temin etmek istiyorsak yaşadığımız iklim adaletsizliğinin muhatabı olan insanların da görüşlerinin alınması gerekir. Aksi takdirde, bu ülkeye ne normal adalet koşullarını ne de iklim adaletini sağlamanız mümkün değildir ve DEM PARTİ olarak bu yöntemi her platformda söylemeye ısrarla da bu ülkede çoğunlukçu değil çoğunluğun çoğulcu bir şekilde, demokratik bir şekilde müzakere edilerek yapılması gerektiğini savunmaya, söz etmeye devam edeceğimizi özellikle baştan belirtmek isterim.

İkinci bir konu, biz bu kavramlarla dolu olan 20 artı 2 maddenin içerisini tek tek incelediğimizde, gerçekten, aslında bakan yardımcımız da hiç çekinmeden çok rahat söylüyor, bu mesele, aslında bakarsanız bir iklim yasası, iklim krizine karşı çözüm yasası değil mevcut sıkışmış olan koşullarda, sınırda karbon emisyonunun düşürülmesi konusundaki sıkışmalara tabi olarak bir ticari sözleşmenin kendisi gibi gözüküyor. Yani aslına bakarsanız, ticaret alanındaki sıkışmaların çözülmesi açısından yapılmış olan bir sözleşmenin kendisinin iklim yasası olarak getirilmesi doğru değil, mümkün değil. Neden bunu söylüyorum? Bütün tartışmaların ekseninde, Türkiye'nin ticari olarak özellikle gümrüklerdeki bazı mevcut uygulamalar karşısında çözüm üretmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Tabii ki çözüm üretilmesi gerekir ancak bu çözüm üretilirken deminki bahsettiğimiz, toplumsal olarak hepimizin etkilendiği, dünyanın toplamının etkilendiği iklim meselesinde herkesin sözünün olduğu çözümün üretilmesi lazım.

Biz yaklaşık iki ay önce Mecliste bir bütçe görüşmesi yaptık. Biraz önce arkadaşlarımız söylediler, bu görüşmeler sırasında da anlaşıldığı gibi aslında bakanlar arasında uyum bile yok. Örneğin, Enerji Bakanının politikası ile şu andaki yapılmak istenen tedbirler arasında çelişki var. Çelişki neden var? Örneğin, karbon salınımının en büyük etkisi olan enerji politikaları yani kömür üretimiyle, fosil üretimiyle yapılacak enerji politikalarının kendisi korkunç bir tahribat yaratıyor. Sadece karbon salınımı yaratmıyor, aynı zamanda halk sağlığı bakımından korkunç tahribat yaratıyor ve TTB Başkanı yönetici arkadaşımız bunu uzun uzun anlatacaktır, bunun maliyeti, sizin teşvik yaparak devletin desteğiyle yürüttüğünüz kömür üretme politikasının ötesinde, çok daha büyük bir maliyet yaratıyor bu ülkeye; sağlık bakımından, ekonomik girdi bakımından ve dönüşüm bakımından yaratıyor. Ancak bunu gören, buradan bakan -bir mesele- yok. Çok dar anlamda bir sermaye grubunun ihtiyacına bağlı olarak çözüm politikası üretirseniz elbette toplumun yüzde 80'ini ihmal edersiniz, sadece yüzde 10'unun ihtiyaçlarına göre bir siyaset kurarsanız, çözüm üretirsiniz, yasa getirirsiniz. Bunun giderek Türkiye'de toplumsal olarak kutuplaşmanın da ötesine giden sonuçlar ürettiğini de ifade etmek isterim.

Bakın, kendinizi meşru olarak görebilirsiniz ama bu ülke ve bu ülkedeki insanlar sizi şöyle görüyor: Bu ülke yeni seçim yaşadı; bu seçim sırasında 10 insandan sadece 3'ünün oyunu aldınız, 7'si size itiraz etti. Dolayısıyla, bu ülkede demokratik müzakere zeminini kullanmazsanız, aldığınız çoğunluklarla bu işleri yürütmeye çalışırsanız asla bu ülkede barışı sağlayamazsınız, demokratik ittifakı sağlayamazsınız, ortak hayatı sağlayamazsınız, adaleti de sağlayamazsınız, iklim meselesini hiç çözemezsiniz. Dolayısıyla, bu mesele hakkında bugüne kadar yapılmış olan yöntemlerle devam edilmemesi gerektiğini; başta Enerji Bakanlığıyla, Tarım Bakanlığıyla ilgili komisyonların bu konuyla ilgili katkılarının alınması gerektiğini; özellikle karbon salınımı konusunda, üretilen tarımla ilgili, hayvancılıkla ilgili yapılanların da en az kömür kadar etkisi olduğunun farkında olarak bu siyaseti yapmakta fayda olduğunu düşünüyoruz.

Bu genel görüşmeler içerisinde bahsettiğim bir başka konu çimentoyla ilgili, söylediler, elbette çimento meselesi bu ülkedeki üretim açısından değerlendirilebilir ama gerçekten, neden biz üçüncü dünya ülkesi kategorisindeki üretimleri yapmak zorundayız? Örneğin, çimentonun yanı sıra, çimentonun dışında, çöpü tüketen bir ülke hâline geldik; Avrupa'nın yüzde 34'ünün çöpü Adana'ya geliyor ve Adana'da geri dönüşümü sağlanıyor. Bunu oradaki ülkeler, özellikle Avrupa'daki ülkeler para vererek bize gönderiyorlar, hatta yol parasını bile veriyorlar "Götürün, bunu yapın." diye. Yani, böyle bir durumu nasıl yapabiliriz, nasıl değerlendirebiliriz? Anlaşılır gibi değil.

Dolayısıyla, şunu söylemek istiyorum: Bu mevcut yasada birçok kavram var. Mühendis olduğunu söyledi Başkan. Elbette, aslında açıklamaları, özellikle sanayi toplumuyla başlayan, ülkedeki mevcut karbon salınımının yükselmesine bağlı olarak dünyanın toplamında yaşanan krizi kabul ediyoruz, böyle bir durum var; enerji de üretmemiz lazım, bunu da kabul ediyoruz ancak yine şunun altını çizeyim: Sizin bahsettiğiniz kavramlar ile bizim bahsettiğimiz kavramların adı aynı olsa bile içerik olarak, kapsam olarak farklı. Örneğin, biz "iklim adaleti" derken; biz iklim adaletinin bir bütün olarak bütün toplumda yarattığı sonuçlardan, insan merkezli değil, toplum merkezli, yaşayan bütün canlı hayatın yaşamasından ve ekosistemin bozulmadan yürütülmesinden bahsederken, anlaşıldığı kadarıyla, iklim adaleti konusunda burada bahsedilen kavram açılmamış; dünyadaki ticari dengelerin bozulması, dünya devletleri arasındaki adaletsizliğin yarattığı sonuçların giderilmesi bakımından bahsediliyor, oysa bu mesele daha başka. Mesela "iklim krizi" diye bahsediyoruz biz, siz "iklim değişikliği" diye bahsediyorsunuz ama iklim değişikliğinin sebebi, krize dönüşmesinin sebebi tamamen uygulanan politikaların kendisi yani "sanayiciler" diye bahsettiğiniz insanların hoyratça, pervasızca, aşırı sömürüsünden dolayı, kuralsız yapılan bir konu.

Mesela, yine Enerji Bakanının politikası içerisinde bir mesele var. Enerji Bakanı "Önümüzdeki dönemde biz JES'leri, RES'leri, HES'leri ve diğer GES'leri -dâhil olmak üzere- daha büyük artıracağız." diyor ama yaptığınız yenilenebilir enerji politikalarının tamamında büyük bir tahribat var; öyle tahribat var ki her yerde bu uygulamalara insanlarımız korkunç tepki gösteriyor. Meraları bitirmeye çalışıyorsunuz.

Kaz Dağları'na gittim iki sefer, gördüm Kaz Dağları'nı; ya, dünyanın 2'nci oksijen üreten merkezi ve korunması gereken bir merkez; orada binlerce dönümlük arazi, orman yakılmış, yıkılmış durumda ve mahkeme yasakladığı hâlde Cengiz Holding asla mahkeme kararını dinlemeden orada kesime devam ediyor. Valilik uygulama yapamıyor ve oradaki müdürler, oradaki yetkililer, aynı zamanda görevliler şunu diyor: "Bu meseleyi acilen Mecliste çözün. Biz de burada sizinle karşı karşıya gelmek istemiyoruz." Yani, zor ve aynı zamanda fiilî uyguladığınız yöntemlerden, orada uygulayan insanlar, askerler, polisler de durumdan mutsuz. İYİ Parti bir yasa önergesi verdi. Bu ülkede polis intiharların -yüzde 17, artış olarak- sebebi de şu: Sizin, hukuksuz bir şekilde, fiilî olarak uyguladığınız yasalar karşısında insanlar vicdanlarıyla karşıya kaldıklarında bu işi yapmak istemiyorlar ama mecburen açlık, yoksulluk, ihtiyaç gereği de yapıyorlar.

Buradan şunu varmak istiyorum: Özellikle, Kaz Dağları gibi, Akbelen gibi, Şırnak'taki ormanların kesilmesi gibi -özellikle, CHP vekilimin söylediği- korkunç bir orman kesimi var ama siz bu yasa içerisinde orman dikmeyi teşvik etmeye çalışıyorsunuz ve teşvik ettiğiniz ormanları ayrıca devlet parasıyla yapmaya çalışıyorsunuz ve sonra da o ormanlardan sübvanse etmek istiyorsunuz; ya, böyle korkunç bir paradoks olabilir mi?

Şunu anlatmak istiyoruz: Bu yasanın toplamı, aslına bakarsanız, iklim meselesinin çözülmesi konusunda bir toplumsal müzakereyi, uzlaşmayı, ortaklaşmayı ve Türkiye'nin üzerine düşen -sadece bizim Türkiye'yle kurtulacak bir durum değil iklim krizi- görevi yerine getirmeye uygun değil, bu yöntemle olması mümkün değil. Şu anda sermaye sadece kendi önüne takılmış olan yasal düzenleme karşısında bir çözüm üretmeye çalışıyor. "Avrupa Birliğinin dayattığı..." dediniz, Avrupa Birliğinin ve özellikle o ülkelerde yapılan bu yasanın nasıl düzenlendiğine dair araştırma yaptık. Ya, hiç olmazsa İngiltere gibi değil, Almanya gibi değil, Fransa gibi değil ama darbeler ülkesi Şili kadar olamadık mı? Şili'de ne yapılmış biliyor musunuz? Bütün yerel yönetimlerle, bütün katılımcılarla bu yasa tartışılmış ve bir iklim yasası çıkarılmış durumda ama bizim ülkemizde öyle bir hayat yok. Ya, Şili'den daha kötü bir demokrasi mi var bu ülkede? Böyle bir şey olabilir mi, bunu yapabilir misiniz? Bu, aklınıza, vicdanınıza ve uygulanabilirliğe sığıyor mu? Yok. Ama siz her zaman olduğu gibi "Biz yaptık, oldu." mantığıyla bu işleri yürütmeye çalışıyorsunuz.

Mevcut durum açısından son olarak şunu söyleyeyim: "Ekokırım yasası" diye bu Meclise 28.600 küsur insanın imzasının olduğu bir ekokırım yasası getirildi. Eğer bu ülkede gerçek anlamda ekolojik bir perspektiften ve birlikte yaşamaktan... Bu ülkeyi; havasıyla, suyuyla, toprağıyla, hep beraber yaşadığımız bu ortamı kurtarmak istiyorsanız ekokırım yasası için getirilmiş önergeyi kabul edelim, Mecliste bu mesele görüşülsün. Bu ekokırım yasasının genel perspektifi, çerçevesi içerisinde herkesin yapacağı suça aynı zamanda bir yasal düzenlemeyle tedbir alınması var. Aksi takdirde, şu anda sizin bu teklifle getirdiğiniz paraları bu sermaye grubu zaten güle oynaya verecek ve aynı zamanda kirletmeye devam edecek çünkü kirliliklerin satın alma konusunda kararlılar, çünkü yaptıkları işlerden daha fazla para kazanıyorlar, bu kirlenme bedelini ödemekte de hiçbir beis görmüyorlar. Dolayısıyla, fiilen şunu demek istiyorum ben: Gelin, ekokırım yasasını çıkaralım, dünyada bunun birçok örnekleri var, Avrupa Birliği bunu kabul etti. Eğer Avrupa standardında bir ülke olmak istiyorsak, sanayimizi Avrupa standartlarına getirmek istiyorsak, gelin, Avrupa Birliği standartlarındaki iklim yasasını ve ekokırım yasasını bu Meclisten geçirelim diyorum.

Teşekkür ediyorum.