Komisyon Adı | : | ÇEVRE KOMİSYONU |
Konu | : | İstanbul Milletvekili Mustafa Demir ve Bursa Milletvekili Emel Gözükara Durmaz ile 99 Milletvekilinin İklim Kanunu Teklifi (2/2927) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 26 .02.2025 |
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Öncelikle, böyle bir kanun teklifini getiren milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz, en azından konuşulmasına vesile oldukları için.
Bugünün siyasetçileri yarının kurtarıcıları ya da katili olacaklardır. Tarih yapılanı ve verilen kararları sürekli taşır, bedenen yok olmak vicdanen insanların yargılanmasını sonlandırmaz. İklim değişikliğiyle oluşacak süreç daha çok kâr ve kazanca değil, daha iyi yaşama entegre edilmelidir. Kızılderilileri "Vatan yaratıyoruz." diye yok eden kafa "Dünyada demokrasi var." diye diye getirdiği uygulamalarla ne yazık ki dünyanın geleceğini sorunlu hâle taşımıştır.
Kapitalizmin acımasız uygulaması serbest piyasa ekonomisi -ki biraz evvel Sayın Bakan Yardımcısının da ifade ettiği gibi, 1980'lerden sonra yoğunlaşmıştır- süreci çevremizi, doğamızı katleden en önemli süreçtir. Bu sürecin sonunda geldiğimiz nokta, sorunların katlandığı bir sürecin varlığını yaratmıştır. İklim değişikliğinin başlıca nedeni, kapitalist sömürü düzeniyle oluşan açgözlü, doymak bilmeyen, kontrolsüz, kâr hırsıyla oluşan anlayışın yarattığı gerçeklerdir.
Küresel iklim değişikliği dünyanın geleceğini olumsuz etkileyecek boyutlarda değişimleri de beraberinde getirmektedir. Yüksek sıcaklıkların başta tarım olmak üzere çalışma yaşamı dâhil her kesimi doğrudan etkilemesi beklenmektedir. Bölgesel göçler de bunun bir parçası olacaktır. Daha fazla ısınma, öngörülmeyen bir küresel su döngüsü yaratılması, yıkıcı seller, aşırı deniz seviyesi olayları, orman yangınları, yoğun fırtınalar, kum fırtınaları, ani hava değişimleri yaşamı sorunlu kılacaktır. Dirençli ve yaşanabilir bir gelecek her olumsuzluğa rağmen yine de olasıdır.
İklim değişikliği bugünden gıda güvenliğini de etkilemektedir. Aşırı sıcakların beraberinde ölümleri getirmesi, ruh sağlığını bozması, yeni hastalıkların ortaya çıkmasının yanında su güvenliğinden başlayarak oluşabilecek sorunlara bugünden çözüm aranması dahi önemlidir. İnsan kaynaklı küresel ısınmanın sınırlandırılması için net sıfır karbon emisyonu gerekiyor. Arazimizi, ormanları ve ekosistemi korumak, iyileştirmek, su kaynaklarını doğru planlamak; kuraklığa, depreme, olası felaketlere, hortuma ve ani oluşumlara karşı duyarlı politikalar geliştirmekle olasıdır.
ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) küresel ısınma artışının tam zamanlı iş kaybına eş değer olacağını ve toplam çalışma saatlerinin yüzde 2,2'sini yüksek sıcaklık nedeniyle kaybedileceğini öngörüyor. Hiç şüphesiz sürecin doğru yönetilmesinde saydamlık, etkin yönetim, katılım, liyakat, hesap verebilirlik, adalet, hukuka uygunluk, insan haklarına saygı, yerinde yönetim, güçlü sivil toplum, adalet, iyi yönetişim ve sürdürülebilirlik önemli olacaktır.
İklim değişikliğiyle mücadele ederken uygulanan azaltım, uyum politikaları ve sürdürülebilir kalkınma eylemlerinin yanı sıra adaletin ve istihdamın sağlanması, insan mağduriyetini önlemek için alınan önlemler ve adil bir geçiş de önemlidir. Maden talancısı, orman yağmacısı, baca gazının verilen değerlerin üstünde olmamasının zorunlu kılmasına rağmen bunları görmezden gelenler, havayı kirletenler, atık suyu bertaraf etmek yerine sisteme verenler bu sürecin farklı failleridir.
Dünya Bankasının 2018 tarihli "İklime Hazırlanmak" adlı raporunda 2050 yılına kadar iklim değişikliğine bağlı olarak Sahra Altı Afrika'da 143 milyon insanın göç edeceği yer almaktadır. Bunun da Türkiye'ye etkileri mutlak surette olacaktır. Göç bölgesi kapsamında olan ülkemizde aynı zamanda iklim değişimleri ülke içinde de göçlerin tetiklenmesine yol açacaktır. Mevcut işlerin sürekli hâle getirilmesi, güvenli ve güvenceli geleceğe giden tek yol bu bağlamda, işçi haklarının güçlendirilmesi ve bu anlamda da çevre bozulmasının, yoksul kesimlerin olumsuz etkilenmesinin önüne geçilmesidir. İklim değişikliği geçim kaynaklarında kayıplara ve sosyal düzensizliklere de neden olacaktır. Zorla yerinden edilme ve göçler artacak, sanayinin gelişmesi ucuz işçi görülen kırsal çiftçinin tamamen toprağından koparılmasına yol açacaktır. Yoksul ve sosyal güvenceden yoksun kesimler çevre felaketlerinden en çok etkilenecek kesimlerdir. Aynı zamanda afet yardımlarından da nispeten faydalanabilen bu kesimler iklim değişikliğinin yaratacağı sorunlarda en acı süreci yaşayacak olanlardır.
İklim değişikliğinin kadınlar üzerinde de olumsuz etkisi olacağını ifade etmek gerekir. Adil geçiş, sürdürülebilirliğin ekonomik, çevresel ve sosyal boyutlarıyla bağlantılı çok sayıda politik alanın birlikte değerlendirilmesi ihtiyaçtır. ILO, 9 politika alanının mutlaka inceleme ihtiyacını vurguluyor; makroekonomik büyüme politikaları, endüstriyel ve sektörel politikalar, kurumsal politikalar, beceri geliştirme ihtiyacı, iş güvenliği ve sağlığı, sosyal koruma politikaları, aktif iş gücü anayasası politikaları, insan hakları ve tabii en önemlisi de sosyal diyalog. İklim değişikliği, hava sıcaklıklarında ve yağışlarda artışlar, çeşitli sağlık sorunları, biyolojik çeşitliliğin bozulması, seller, yangınlar, göçler, habitat ve ekonomik kayıplar yaşamı tehdit etmektedir.
Bilim insanlarının araştırmalarına göre 1 ve 2 derecelik bir ısı artışı öngörülüyor. Bu ısı artışı, daha çok canlı türünün yok olacağının, buzulların daha hızlı eriyeceğinin, okyanus seviyesinin daha fazla yükseleceğinin ve yerleşim alanlarının sorunlu hâle geleceğinin işaretidir. Kritik eşik 2 dereceyi aşarsa gıda, su ve barınma ihtiyacı ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. Zenginler daha fazla kirletiyor, yoksullar da bunun bedelini daha ağır ödüyor.
Kısa vadeli ve güvencesiz sözleşmeler kısıtlanmalı, insana yaraşır ücret ve iş eğitimi güvence altına alınmalı, toplu pazarlık kapsamı alanları genişletilmeli, örgütlü toplumun önündeki engeller kaldırılmalı.
Organik tarım iklim değişikliğinin olumsuz etkileri ve çiftçilerimizi korumak için geliştirilmelidir. Ülkemizde organik tarımla ilgili yapılan çalışmalarda 78 bine kadar çıkan çiftçi sayısı daha sonraki süreçte 52 bine hatta 42 bine kadar -bakanların yanıtlarında- düşmüş bulunmaktadır.
Verimliliği artıran ve atık yönetimine katkıda bulunan döngüsel ekonominin tesisi için bütüncül yaklaşımlar önemlidir. 2023-2025 yıllarına ilişkin Orta Vadeli Program'da yer alan 21 madde "Yeşil Dönüşüm" başlığı altında tanımlandı. Alışılagelmiş iş yapış şekilleri, zararlı arazi yönetimi, fosil yakıt, maden çıkarma, kömür, petrol ve doğal gaz altyapısının sürekli genişlemesi iyi planlanmadığı takdirde Türkiye'nin geleceği açısından da sorunların derinleşeceğini gösteriyor. Özellikle madenlerle ilgili orman kesimi bu süreçte en önemli dayanak noktası olan alanların yok edilmesini beraberinde getiriyor. Her ne kadar Türkiye'de orman alanlarının arttığı belirtilse de kayıp ormanların "drone"larla tespitinden öte Türkiye'de orman alanı doğru dürüst artmadığı gibi azalması da devam ediyor.
Aşırı sıcaklar yüzünden oluşabilecek süreçte balıkçılık türlerinin yüzde 10'unun kaybedileceğini, nesli tükenmiş türlerin yüzde 20'ye ereceğini; yağış rejimi öngörülen değişim ve hava sıcaklığı nedeniyle toprak erozyonlarının artacağını ve Akdeniz Bölgesi'nde tarım alanlarının yüzde 30'unun tehdit altında olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu yüzde 30'luk tehdit alanının Türkiye'nin önemli ölçüde sebzesini, meyvesini ve üretimini sağlayan bir bölge olduğu unutulmamalı. Türkiye'nin yapacakları düzenlemede bu yönde bu sürece de doğru bakması gerekir.
Değerli arkadaşlar, son günlerde oluşan don olayı da Türkiye'nin bu anlamda ne kadar eksik noktada olduğunun göstergesi çünkü işlenmiş gıdayı, dondurulmuş gıdayı, katma değerli ürünü ya da iyi depolamayla elde edilen ürünleri daha fazla zincir kopmadan kullanabilme olanağı varken bunlardan mahrum olmanın ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar gıdayı da problemli kılmakta, arz güvenliği sorunu yaratmakta. Bu işin ileriki aşamasında da problemlerin daha da derinleşeceği görülüyor. Bu anlamda, iklim değişikliğinin uluslararası tedarik zincirinde de problem yaratacağı net. Yurt dışından ithal edilen ürünlerin bu anlamda arz güvenliği açısından problem yaratacağının da görülmesi ve bu ithalatçı kafadan vazgeçilerek Türkiye'nin kendi kendine yetebilir noktaya getirilmesi ve olası sorun olan bölgelerin dışında en azından iklim değişikliğiyle ortaya çıkabilecek olumsuzluklar karşısında yapılanmasını daha iyi gerçekleştirmesi şarttır. İthal ürünün gelişi, ihraç ürünün gidişi soruna dönüşebilir. Türkiye'nin ihracatta sağladığı özellikle gıdayla ilgili gelirin de bu süreç doğru yönetilmediğinde düşeceğini unutmamak gerekir. Şunu görmekte fayda var: Bugün don gerçekleşen Akdeniz Bölgesi, narenciye üretiminin olduğu önemli bir bölge; muz dâhil, farklı ürünlerin bu bölgeden yurt dışına gittiği görüldüğünde, yapılmış bağlantıların dahi bu süreçten olumsuz etkileneceğini de bugünden saptamak yararlı olacaktır.
Kaynakların verimli kullanımı, doğa dostu üretim ve sağlıklı doğal gıdanın sürdürülebilir biçimde geliştirilmesinin önü açılmalı, biyolojik çeşitlilik ve sağlık üzerine korunma çalışmalarına ağırlık verilmeli. Artan sıcaklığın gıda üretimini etkilemeye devam edeceği, özellikle tahıl fiyatlarının dünyada da yükseleceği bugünden görülerek -hatta son yıllarda da bu sorunu yaşıyoruz- önlemler alınmalıdır. Tarım sistemlerinin iklim değişikliğine uyumlu hâle getirilmesi için çalışmalar ihtiyaçtır. Üretimin artırılması ve ekosistemin korunması bu anlamda şarttır.
İklim krizi, yalnızca seli, yangını, aşırı iklim olaylarının oluşumunu yaratmıyor; bunun yanı sıra, belirttiğim gibi hem göçleri hem gıdadaki arz sorununu yaratıyor. Bugün dünyada bu yolla bazı düzenlemeleri de gündeme alanlar, var olan sistemde kendilerinin sömürü anlayışını ortadan kaldıracak uygulamaları geliştirmiyorlar. Örneğin, hayvancılık konusunda -bu konu çok tartışıldığı için belirteyim- bizim gibi ülkelere bu konularda yaptırımcı olmaya çalışıyorlar ama dünyada baktığınız zaman tarımda en önde olan, dünyaya ürün veren Hindistan, Çin, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya gibi ülkeler de bu konularda Türkiye'ye veyahut Türkiye gibi ülkelere verilen aklı yerine getirmiyorlar. Çünkü burada bir yapay etin, Birleşmiş Milletlerin öngörüsüne göre, FAO'nun öngörüsüne göre de 2030 yılında yüzde 10'u bulacağı belirtiliyor. Yani ticaretleşen tarımla ortaya çıkarılan tablo bu kesimleri tümden yok ederek kazançlarından daha fazla kazanmaya yönelik sömürü anlayışını beraberinde tetikliyor. Zaten dünyada ilaç gibi ya da gübre gibi belli ürünlerde belli aile gruplarının kontrolünde olduğu ve onların verdikleriyle dünya tarımının şekillendiği bir süreç olduğu dikkate alındığında birileri daha çok kazanmayı ama birilerini sömürürken de onların kendi alanlarındaki varlıklarını daraltalım istiyorlar; buna karşı da dikkatli olmak gerekiyor. Bazen bakıyorsunuz, farklı ülkelerin dünyadaki yaşanan bu felaketleri ve olumsuzlukları tanımladıkları süreçte bizim gibi ülkeler yaptırımcı, onlar da bu işin kaymağını yiyici duruma geliyorlar. Sistemi bu yönüyle de iyi takip etmek gerekiyor.
Gıda zincirinde her halkanın iklim değişikliği, kuraklık ve ekonomik krizler tarafından daha fazla tehdit edildiğini görmek gerekiyor. Bu kanun da bu konuda çok bir düzenleme içermiyor ama satır arasında, örneğin cezalandırmalarda yarın salınımı arttı diye gidip hayvancılık yapanın birisine ceza kesilmeyeceğinin garantisi de yok. Burada bir tanımlama yer almadığı için buna benzer uygulamaların da yaşanabileceğini belirtmek gerekir.
Ayrıca şunu da söylemekte yarar var arkadaşlar: Örneğin, bir şeker pancarı kendinden sonra ekilen ürüne yüzde 20 oranında verim artışı sağlarken aynı zamanda salınım olarak da en faydalı ürünlerden biri; fotosentez sonucu havaya verdiği oksijen miktarı 6 kişinin bir yıllık ihtiyacını karşılayabiliyor. Bize akıl verenler "Siz bu şeker pancarını üretmekten vazgeçin de bunun yerine nişasta bazlı şurup..." diyor. Nişasta bazlı şurupla elde edilen ürünlerin dünya üzerindeki değerlerine baktığınız zaman şeker pancarından çok çok fazla çevresel olumsuz etkisi olan ürünler olduğunu görüyorsunuz. Bu bize dayatılan, aslında onların kendi kazançlarını daha artıran modellerden oluşuyor.
Bu süreçte gençlerin bu işe katkısı ve katılımını artırmak da ihtiyaç çünkü geleceğin o gençlerin de düşünsel yapılarıyla kurulacağı unutulmamalı.
Sanayi devrimi biliyorsunuz, Endüstri 3.5'dayız Türkiye olarak daha 4.0'e geçemedik. Yapay zekâ kullanımının yanı sıra robotların var olduğu sisteme döngü işsizliği de tetikleyecek. Bu işte çözümü yaratacak en önemli süreç, tarımın değer bulması, katma değerli ürüne dönüştürülecek altyapının kurulması olduğunu sıkça belirtiyorum.
Bununla ilgili, maddelerde de farklı konularda düşüncelerimi paylaşmak ve tarihe not düşmek için bir yerde de bunları anlatıyorum çünkü karar alıcılar ve yapıcıların bu konuda çok da bizlerin fikirlerini ve düşüncelerini değerlendirdiğini düşünmüyorum.
Bir mutluluğumu ifade ediyorum, son altı aydır herhâlde Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği maddelerin olmadığı bir kanunu ilk defa temel kanun olarak görüşüyoruz çünkü farklı komisyonlardan buraya getirilen tekliflerin en az 7-8 maddesi Anayasa’nın iptal ettiği kararname ve kanunlardan oluşuyordu. Nihayet bir temel kanun görüşmesinde olduğum için mutlu olduğumu belirtiyor, teşekkür ediyorum Başkanım.