KOMİSYON KONUŞMASI

MURAT ÇAN (Samsun) - Teşekkür ediyorum.

Öncelikle, Komisyonla ilgili faaliyetlerimize geçmeden önce, dün YÖK ve İstanbul Üniversitesi eliyle diploma araçsallaştırılarak, bugün yargı araçsallaştırılarak kurala değil krala göre hareket eden kurumlar 21'inci yüzyılın, cumhuriyetimizin 2'nci yüzyılının en ağır darbesini yaşattılar ülkemize ve toplumumuza. Sayın İmamoğlu üzerine bu darbeyi kurdular. Sayın İmamoğlu kimdir? 4 kez demokratik yollarla seçim kazanmış, son 3 seçimini 16 milyonluk İstanbul Büyükşehir Belediyesini kazanarak gerçekleştirmiş bir kimlik, toplumda tanıyan tanımayan, izleyen herkesin gönlünü kazanmış, her gönle girebilme yeteneği olmuş birisidir. Aynı zamanda İmamoğlu kimdir? İstanbul'da bu zamana kadar faaliyete geçmemiş dayanışmayı, yoksulluğu gidermeyi, özellikle çocuklara ve kadınlara dönük desteğiyle toplumda gönüllere girmiş birisi. Böyle bir kişiye hem de yanındaki çevresiyle birlikte bu tür darbeyi yaşatarak topluma gözdağı verilmekte. Bakın, eğer düzene, nizama uymazsanız gereği, başınıza neler gelecek şekilde bir gözdağı veriliyor. Dolayısıyla, bu toplumda -toplumda değil tabii ki- kamuda, kamuyu yürütmede, denetimde meydana gelen çürümenin en bariz örneği.

Yine, sağlıkla ilgili, millî eğitimle ilgili, yargıyla ilgili ortaya çıkan çürüme, cumhuriyet rejiminin tek kişilik keyfî kararlarının artık içtihada dönüştüğünün de bir göstergesi. Yani bundan sonra otuz beş yıllık diplomanın, otuz beş yıl geriye gidilerek yok sayılması, açığa düşürülmesi burada hepimizi etkiliyor. Yani otuz beş yıldır yaptığımız ameliyatlar, otuz beş yıldır attığımız imzalar artık geçerli sayılmayabilir. Bu nedenle, bu Komisyonun ya da burada sizin huzurunuzda yapılacak tartışmaların da bir parçasıdır, oradan ayrı düşünülemeyecek bir durumdur, o nedenle buraya getiriyorum. Yenidoğan çetesi olayı, sonrasında Bolu Kartalkaya yangını hadisesi bu çürümenin maalesef sebebi değil, sonucudur yani yenidoğan çetesinin nasıl ortaya çıktığını bu Komisyon çok detaylı bir şekilde belki işleyemedi, birazdan onlara gireceğiz ama şeffaflıktan uzaklaşma, denetimden kopuş, yürütmenin görevini kamu eliyle yerine getirebileceği organellerin yetersiz çalışması bu çürümenin artık bir sonuç olduğunu hepimize gösteriyor.

Değerli Başkanım, çok kıymetli Komisyon üyelerimiz, saygıdeğer hocalarım, değerli uzmanlarımız; bugün size bu dört aylık süreçte verdiğimiz emeklere teşekkür etmek için başlamayı çok isterdim, yine de bu teşekkürü, bu Komisyon çalışmalarına verdiğiniz katkıları teşekkürle karşıladığımı belirtmek istiyorum. Ama maalesef gündem gereği -biz çünkü halkın seçtiği vekilleriz, her yerde, her zaman bu görevimizi hatırlayarak faaliyetimizi yapmalıyız- bu girişle başlamayı kendimize mecbur gördük.

Komisyon olarak peki neler yaptık; biraz da ona değinelim. Bu elim sağlık skandalında toplumun vicdanına hitap edebilecek bir Komisyon raporu ortaya çıkacak mı? Böyle bir soruyla başlayayım, kendi adıma da cevap vereyim; maalesef hayır çünkü ilk toplantıda görev dağılımı yapıldıktan sonra -belki ilk toplantı ya da ikinci toplantıda- birtakım taleplerde bulunduk Komisyondan, Komisyon Divanından; mevcut Sağlık Bakanı bu Komisyona gelip konuşmalı dedik, bir önceki dönemin Sağlık Bakanı gelip konuşmalı dedik, mevcut Sağlık Bakanının bu olayların yaşandığı bölge İstanbul'la ilgili -o dönemde sağlık müdürü olması nedeniyle- ayrı bir sorumluluğu, ayrı bir duyarlılığı olması gerekir dedik, sağlıkta dönüşümün ilk uygulayıcısı Bakanın gelip bu Komisyona bilgi vermesinin gerekliliğini söyledik, hepsinden önemlisi, hem Sağlık Bakanlığı yapıp hem Çalışma Bakanlığı yapıp şimdi de bir sağlık işletmecisi olan, sağlık ticaretçisi olan bir geçmiş dönem Bakanının gelip ilave olarak mevcut Çalışma Bakanının gelip bu Komisyona bilgi vermesini istedik, son toplantıya kadar bu umudumuzu taşıdık ama maalesef bu bilgilendirmeden bu Komisyon mahrum bırakıldı, muaf tutuldu; bunu takdirlerinize bırakıyorum. Bu isimlerin yerine kimler geldi buraya? Kamu adına, yürütme adına denetim görevini görmesi gerekenler adına Sağlık Bakanlığından, Adalet Bakanlığından, Çalışma Bakanlığından çok sayıda konuklarımız, bürokratlarımız, bakan yardımcılarımız oldu. Sadece bize yaptıkları sunumda verdikleri ya da benim aldığım "Biz görevimizi layıkıyla yaptık, dosya üzerinde her şey mükemmel, denetimlerimizi yapıyoruz, hiçbir eksiğimiz yok, bunlar münferit hadiselerdir." anlamına gelen çıktılar bize ilettiler. Dolayısıyla yine söylüyorum "Buradan bir çözüm üretebilir miyiz, bir daha böylesi olaylar olmasını engelleyebilir miyiz?" anlamında bir çıktı oluşturacak karine bizde maalesef geliştirmedi. Ancak çok müteşekkir olarak söylemeliyim ki meslek örgütleri, uzmanlık dernekleri, özellikle Yenidoğan Uzmanları Derneği, Yoğun Bakım Uzmanları Derneği başta olmak üzere, özverili çalışmalarını burada bize aktaran akademisyenlerimize, uzmanlarımıza çok çok teşekkür ediyorum. Bu toplantılarda onların bize yaptıkları sunumlardan şunu öğrendik: 2017 yılından itibaren kendi dernekleri vasıtasıyla Sağlık Bakanlığının kendilerinden isteklerine cevaben yaptıkları denetimleri, değerlendirmeleri raporlaştırmışlar ve potansiyel riskleri kendilerine ifade etmişler. Buna rağmen 10 çocuğumuzun ve daha sonra birçok sağlık skandalının -öncesi de var- olması engellenmemiş. Burada da kamu adına yürütme ve denetim görevini görenlerin bu görevi yapmaktaki çürümüşlüğünü bir kez daha takdirinize bırakıyorum. Mesela, bundan yaklaşık bir yıl kadar önce, mayıs ayıydı yanılmıyorsam 2004 yılı, Burdur'da bir kamu sağlık merkezinde, kamu hastanesinde diyaliz ünitesinde antifriz solüsyonu diyaliz ünitesine zerk edildi, karıştırıldı ve hastaların dolaşımında gezdi; 30 vatandaşımız yoğun bakımda takip edildi, 3 insanımız da bu skandal sonucunda vefat etti. Duyarlılık sahibi bir bürokrat, Sağlık Bakanı, Sağlık Bakanlığı görevlisi çıkıp da "Bu, şundan oldu, şunlar hakkında, şu işlemler yapıldı, gereği yapılıyor." diye toplum vicdanını tatmin edecek hiçbir açıklama yapmadı. Anlatmaya çalıştığım tam da bu; biz bu dört ayda şunu gördük: Bu iktidara hiçbir şey yapışmıyor, hiçbir şeyden sorumlu değiller, hiçbir şeyi eksik yapmamışlar ama daha bundan birkaç ay önce, iki üç ay önce, Bolu'da 78 canımız maalesef hayatını kaybetti. Ya, bu bile bugünün, teknolojinin bu döneminde bizlere birçok şeyi anlatıyor.

Bir başka şey, Komisyon toplantılarının hemen hemen ortalarında dedik ki: "Bu hadisenin, yenidoğan çetesi skandalının iki şüpheli ölümü var -sanıkları ve şüphelileri üzerinde- bunlara dönük biz tabii ki birtakım tahkikat yapmayalım, bir takibat yapmayalım ama yapılan tahkikat ve takibatlardan bu Komisyon bir şekilde bilgilendirilsin ki bu gerçekten bir çete faaliyetiyse bunun uzandığı yerler, bu şüpheli ölümlerin etkin bir şekilde soruşturulması, araştırılması ve Komisyonun da bilgilendirilmesi üzerinden Komisyonun hazırlayacağı rapora ciddi anlamda karine oluşturacak. Bununla ilgili bir şey yaşadık mı? Maalesef yaşamadık. Peki, nereye gidiyoruz yani Komisyon raporunda biz kamu adına işlem yapanların, bize sunum yapanların sunumlarını alıp raporlaştıracak mıyız, hikâyemiz o mu olacak? Gözümüze batan bu kadar hadise varken bir iktidar partisi milletvekili, değerli hocalarım çıktı, hepimizi yaralayan bir şekliyle "Ben devletim, ne gerekiyorsa yaptım, bu saatten sonra hizmet alamıyorsanız, gidin, sağlık hizmeti verenin gırtlağını sıkın." dedi. Özür dilediği için hakkında hiçbir işlem yapılmasına gerek olmadığı konusunda burada maalesef yorumlar yapıldı.

Bizler şimdi, bu toplantımızda rapora katkılarımızı toplantıdan sonra da devam ettireceğiz. Hakikaten, gerçekten bu dört ay sürecinde bize yapılan sunumlarda, yaptığımız ziyaretlerde edindiğimiz bilgiler üzerinden sağlık hekimlerimizin özlük haklarına, sağlık emekçilerimizin özlük haklarına, çalışma koşullarına ilişkin katkılarımızı aktaracağız, çeteye ilişkin edindiğimiz kanaati buraya bildireceğiz, sağlıkta şiddete ilişkin burada az önceki açıkladığım o skandal açıklamaya rağmen önerilerimizi hayata geçirmek için buraya katkı sunacağız ama muhtemelen bizim sunduğumuz katkılar yerine, suya sabuna dokunmayan bir sunuş raporu açıklanacak, biz de hâliyle muhalefet olarak muhalefet şerhlerimizi sunacağız.

Ben sözlerimi tamamlamaya yakın birkaç vurguyu burada dile getirmek istiyorum: Özellikle iki üç gün önce doğu, güneydoğu illerimizdeki sağlık durumu ve özellikle yenidoğan bebek ölümleriyle ilgili yaptığımız çalıştayda şunu gördüm: O bölge üniversiteleri başta olmak üzere, Türkiye'de bütün üniversiteler son yirmi üç yıldaki sözde sağlık reformu üzerinden itibarsızlaştırılmış, niteliksizleştirilmiş. Bugün Kahramanmaraş Üniversitesinde perinatoloji uzmanı yok.

İRFAN KARATUTLU (Kahramanmaraş) - İlde yok.

MURAT ÇAN (Samsun) - İlde yokmuş; düzeltiyor sayın vekilim beni, bölge milletvekili. Gaziantep Üniversitesinde neonatoloji uzmanı yok. Yani bu bölgeler deprem yaşamış, deprem sonrası, devletin "Ben devletim." diyeceği yer tam da orası. Bu bölge, aynı zamanda on küsur yıldır düzensiz göç ithali kabul eden bölge. Dolayısıyla, burası devletin "Ben buradayım." diyeceği, en önemli vurguyu yapabileceği yerken personel dağılım cetvelinin neredeyse yarısı boş. Bir soru sordum orada, personel dağılım cetveli bu yaşanan hadiselerle ilişkili artırıldı mı ya da buraya dönük özendirici birtakım çalışma yapıldı mı? Hayır, olduğu gibi devam etmiş 2010'dan beri. Dolayısıyla, üniversitelerde, sağlık ekibinde, hemşiresinden personeline, hekimine, uzmanına, yan dal uzmanına kadar hiçbir artış olmamış. O bölgenin bürokratlarına sorduğumuzda "Biz oradaki eksiği, efendim, şehir hastaneleriyle gidermeye çalışıyoruz." gibi hakikaten evrensel sağlık hizmeti savına, akademik dünyaya hitap etmeyen cümlelerle karşılaştık. Yani özel sağlık sistemi sektörü ya da kamudaki ticarileşmiş şehir hastaneleri sistemi, hekim, uzman hekim yetiştirmeye kendini adamış üniversitelerin yerini doldurabilir mi? Bunu uzmanlarımızın ve Komisyonun takdirine bırakıyorum.

Değerli Komisyon üyeleri, ben konuşmamın sonunda, burada, onurlu mesleğimiz açısından bizi bir araya getiren bu Komisyonun oluşması açısından bir mutluluğumu ifade etmek için sizlerle konuşmak istiyorum. Hakikaten çok değerli akademisyenlerle bir araya geldik, özverili çalışmaları var hem kamu eğitim araştırma hastanelerinde kamu akademisyenleri hem üniversite akademisyenleri yenidoğan bebek ölümlerini sadece son, işte, iki üç aylık mesele olarak görmemişler, yıllardır bebek ölümlerini önemsemişler, yoğun bakım sorunlarını önemsemişler. Bu nedenle, başta sizlere, burada bulunan yasama uzmanlarına, değerli Komisyon üyesi milletvekillerimize, basınımıza ve danışman arkadaşlarımıza çok çok teşekkür ediyorum. Bir çıkış yolu var, yeni bir sağlık sistemi mutlaka gereklidir, önerilmelidir. Bunun için bir değişikliğe ihtiyaç olduğunu söylüyor ve hemen ve derhâl seçim diyor, bu ceberut davranışların artık tarih olmasını diliyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.