Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3119) münasebetiyle |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 22 .05.2025 |
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, torba yasa yapma tekniğiyle ilgili arkadaşlar fazlasıyla eleştiri sundular, ben burada o noktada tekrara düşmeyi düşünmüyorum ama YÖK ve üniversitelerle ilgili birkaç hususa değinmekte fayda olduğunu görüyorum. Yanlış değilsem Millî Eğitimden bürokrat arkadaşlar vardı ama YÖK'ü temsilen kimse var mı, bilmiyorum. Siz varsınız, hoş geldiniz.
Şimdi, YÖK'ün serencamını aslında hepimiz biliyoruz, şahidiz ama birkaç şeyi ifade edeceğim ben. Şimdi, Avrupa'da kökleri ta Orta Çağ'a uzanan üniversite, bugün Türkiye'de hem fikir hem de kurum olarak birçoğu neoliberal kapitalizm failleri olan piyasa güçlerinden ve siyasi iktidardan gelen sayısız meydan okumayla maalesef karşı karşıya.
Yine, üniversite, siyasal iktidarın getirdiği son noktada entelektüel çoraklaşmanın da giderek yoğunlaştığı bir kurum hâline geldi maalesef ve üniversitenin âdeta bir sorun yumağı biçiminde tarif edilmesi ve mutlaka dönüştürülmesi gerekliliği de hayli yaygın bir kanıya dönüşmüş durumda. Her ile bir üniversite projesi, biliyorsunuz, 2006 yılında hayata geçirildi. Ardından üniversiteler siyasi iktidarın sadece kadrolaşma seferberliğinin etkisinde kalmayıp yoğun bir biçimde otoriter, piyasacı, cinsiyetçi, ırkçı politikaların da odağına yerleşti maalesef. Bu temelde âdeta iktidarın sopası işlevi gören Yükseköğretim Kurulu üniversitelerin özerk ve demokratik yapısının ortadan kaldırılarak yeni liberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılmasında önemli bir işlev gördü ve bu işlevi görmeye de devam ediyor.
Sizler de biliyorsunuz, YÖK, 12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından 6 Kasım 1981 tarihinde 2547 sayılı Yasa'nın Resmi Gazete'de yayımlanmasıyla kuruldu. Söz konusu düzenlemeyle, YÖK'ün muhalif bilim insanlarını tasfiye etmek, eleştirel ve özgür düşünceyi ortadan kaldırmak, üniversitelerin iktidar ilişkilerini merkezîleştirerek yeni bir akademisyen, yeni bir öğrenci profili yaratmak ve son kertede de makbul akademiyi inşa etmek gibi önemli bir misyon üstlendiğini son kırk dört yıllık süreç içerisinde çok net bir şekilde gördük. O günden bugüne izlenen politikalar aracılığıyla da bilimsel özgürlükleri ve üniversitelerin kurumsal özerkliğini giderek daha kırılgan hâle getirerek istihdam politikaları, iktidar ilişkileri üniversite yaşamının maalesef bir parçası hâline geldi günümüzde.
Yine kırk dört yıllık bu süreçte değişmeyen en önemli amaç da iktidarı ellerinde tutanlar tarafından makbul görülmeyen her ne varsa bunların kontrol altına alınması, yasaklanması ya da toplumda karşılık bulmasının engellenmesi şeklinde karşımıza çıkıyor. Ayrıca bu güç sayesinde yükseköğretim hizmeti de hızla alınır satılır bir meta hâline getirildi. Toplumun değil, patronların ihtiyaçlarına göre de ona endekslenen bir sistem inşa edilmeye çalışıldı. Tüm bu nedenlerden dolayı, böylesi muazzam bir kudreti ellerinde tutanlar, YÖK'ü kaldırma vaatlerinden de her daim maalesef çark etmiş durumdalar. YÖK'ün kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarına hizmet etmesinden istifade etmekte de maalesef bunlar bir beis görmediler bugüne kadar.
Şimdi, AKP'li yıllarda YÖK'e biraz bakalım. Şimdi 2002 yılında vesayet kurumlarıyla mücadele edeceği vaadiyle oy toplayan AKP gelinen noktada tüm vesayet kurumları gibi YÖK'e de dört elle sarılmış durumda. Bırakalım YÖK'ün kaldırılmasını, bırakalım yetkilerinin azaltılmasını, bilakis AKP bu kurumu fazlasıyla güçlendirmekte ve yetkilerini daha da artırmakta YÖK'ün. Bugün, YÖK, üniversitelerde hangi bölümlerin açılıp kapatılacağına, bölümlerin kontenjanına, okutulacak derslere, derslerin içeriğine, kadro ilanlarına, bilimsel araştırma süreçlerine, projelere, teşvik ve desteklere kadar her alanda müdahale etmekte ve her alanı kendi kontrolü altına almakta, kontrol etmekte. Madde üzerinde zaten buna biraz daha detaylı değineceğim.
Şimdi, Türkiye'de son yıllarda biz üniversite sayılarında ciddi bir artış yaşandığını biliyoruz. 2002 yılında 76 olan üniversite sayısı günümüzde 208'e ulaştı ve bunların 75'i vakıf üniversitesi, 4'ü de vakıf meslek yüksek okulu olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi, bu vakıf üniversitelerinin toplam üniversite sayısı içerisindeki oranı ise yüzde 38 olarak kaydedilmiş. Ayrıca devlet üniversiteleri bütün bölgelere dağılmışken vakıf öğretim kurumları sadece belli illerde faaliyet gösteriyor; bu da dikkat çekici bir durum. Türkiye'de kitlesel yükseköğretim hizmetinin ana omurgasını hâlâ devlet üniversiteleri oluşturmakta ancak vakıf yükseköğretim kurumları sistemde gittikçe daha büyük bir yer almakta. Şu şekilde ifade edeyim bunu: Çünkü bu bağlamda 2002 yılında 25 olan vakıf üniversitesi sayısı bugün yüzde 316 artışla 179'a yükselmiş durumda. Bu, ciddi bir rakam. Türkiye'de yine üniversitelerin tamamen piyasa alanına açılmaya çalışıldığına da bu şekilde işaret ediyor. Bunu da ifade etmekte fayda var.
Şimdi, üniversiteler bu süreçte kesinlikle ticarethaneye de dönüştürüldü. Özellikle vakıf üniversitelerinde yapılan faaliyetler üniversite yönetimleri tarafından ne kamu hizmeti olarak görülmekte ne de eğitim hakkı çerçevesinde değerlendirilmekte. Bunun bir sonucu olarak da vakıf üniversitelerinin eğitim ve öğretim yeri olmaktan ziyade âdeta bir ticarethane gibi yönetilmesi ve öğrencilere de müşteri gözüyle bakılması açığa çıkmakta. Vakıf üniversitelerinin 2024 ve 2025 akademik yılı için öğrencilerden talep edeceği dönemlik ya da yıllık harç ücretleri fakültelere ve tercih edilen bölümlere göre farklılık gösterse de çoğu vakıf üniversitesi geçen seneye oranla harçlara yüzde 100'ün üzerinde bir zam yapmış durumda. Yine 2024-2025 akademik yılı ücretini yeni girişli tüm lisans programları ve hazırlık dil eğitimi için Sabancı Üniversitesi 1,1 milyon lira, Bilkent Üniversitesi 620 bin TL, Koç Üniversitesinin Tıp Fakültesi dışındaki programlar için 1 milyon 75 TL, yabancı dil hazırlık programı ve tüm bölümler için 1 milyon 75 bin TL olurken Fenerbahçe Üniversitesi yüzde 228'lik bir artış yaptı. Fenerbahçe Üniversitesi yaptığı zam karşısında her şeyin yasal olduğuna dair de bir açıklama yaptı. Ama şunu da belirtmek gerekiyor: Bir şeyin yasal olması kamu vicdanında da meşru olduğu anlamına gelmiyor. Ayrıca, vakıf üniversitelerinde çalışan bilim emekçilerinin de neredeyse tamamı emek sömürüsüne maruz kalmakta. Çok düşük ücretler alıyorlar ve keyfî uygulamalarla işsiz kalabiliyorlar. 15 Nisan 2020 tarihinde 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda değişikliğe gidilerek "Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret verilemez." maddesi eklendi. Ancak akademisyenlere göre birçok üniversite bu değişikliği hâlâ uygulamamakta. Yine, vakıf üniversiteleri, proje bazında kısa süreli sözleşmelerle akademisyenleri işe alma yolunu tercih etmekte. Akademisyenin ücreti projeden karşılandığı için proje bittiğinde hâliyle orada sorumluluk üstlenen akademisyen de işsiz kalmakta. Yine, bu durum akademik özgürlüğe ve bilimsel çalışmalara da ket vurma anlamına geliyor. Parası olan şirketler, kurumlar sadece birtakım projeleri de desteklediği için vakıf üniversitelerinde çalışan bu bilim emekçileri de bu projelerde çalışmak zorunda bırakılmakta. Yine, bir akademisyenin sermayeyi destekleyen bir konuda yazmak istemediğini de biliyoruz. Bu durum böyle açığa çıktığında da maddi olarak desteklenmiyor bu akademisyenler ve araştırma yapamıyorlar maalesef. Bu anlayış, yapılan çalışmaların aslında bilimsel yeterliliğini ve niteliğini de fazlasıyla tartışmalı bir hâle getirmekte.
Yine, vakıf üniversitelerinde görev yapan bilim emekçilerine yasal hakları olan ücretlerin altında ücret ödeyen ve maaşlarına gerekli zamları yansıtmayan vakıf üniversiteleri akademisyenleri proje bazlı çalıştırıyor. Bu üniversitelerde çalışan bilim emekçilerinin yaşadığı mobbing ve işten çıkarılma durumları da her geçen gün maalesef artış gösteriyor.
Yine son dönemlerde üniversiteler bilim üreten mekânlardan ziyade öğrenci turizmi için sezonluk merkezler işlevi görmeye başladı. Özellikle taşrada hızla yaygınlaşan ve yeterli imkânlara sahip olmayan üniversiteler bilimsel faaliyetler üretmekten ziyade bulundukları şehrin ekonomisini canlandırmaktan öteye gidemediler. Yine, bu dönemde pek çok üniversite, üniversite açmak için gerekli kriterlerin yerine getirilmesi şartına bağlı olarak değil kısa dönemli kazanç hedefleyen popülist politikalara kurban gitti.
Üniversitelerin fiziki alanlarına da baktığımızda bazılarının yalnızca binadan ibaret olduğu, üniversite öğrencilerinin de eğitim, kültür, iletişim, beslenme ve barınma gibi sorunlarının da her geçen gün büyüdüğünü net bir şekilde görebiliyoruz. Türkiye üniversiteleri, akademisyen cübbeleri, polis postallarıyla ezilen, kapılarına kelepçe vurulan, bütün bileşenleriyle siyasi iktidar karşısında el pençe durmaya zorlanan, emekçileri de güvencesiz çalışmaya mahkûm edilen, öğrencileri gözaltına alınan yerlere dönüştürülmüş durumda maalesef son süreçte. Üniversiteler o yüzden bu süreçte tarihin en kötü dönemini yaşıyorlar diyebiliriz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Sayyiğit, bir dakika ekledim.
Buyurun lütfen.
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim.
Yine, Türkiye'de üniversitelerin akademik özgürlüğün, demokrasinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün mekânları olarak insan, toplum ve doğa yararına faaliyet gösteren kurumlar hâline gelmesi önündeki engellerin kaldırılması ve bu bağlamda gerekli planlamanın vakit kaybedilmeksizin yapılması oldukça zaruri bir hâl almış durumda.
YÖK'ün bir an önce amasız fakatsız kaldırılması, onun bugüne kadar yerleştirdiği bu düzenin köklerinden sökülüp atılması gerekmekte. YÖK'le ilgili Anayasa'daki ilgili hükümler, 2547 sayılı Yasa ve bağlı mevzuatlar tümden kaldırılmalı; insan, toplum ve doğa yararına faaliyet gösterecek üniversite bileşenlerinin karar verici olacağı, bilimsel özgürlüklere ve demokratik öz yönetime dayalı kurucu bir çerçevede yeni bir üniversite modeli oluşturulmalıdır.
Siz herhâlde soru soracağımı beklediniz, kalemi hızlı bir şekilde elinize aldınız; soru sormayacağım. YÖK'ün işlevi böyle. Bu konuda umarım gerekli çevrelerden en kısa süre içerisinde daha olumlu adımlar atılır.
Teşekkür ederim.
Sağ olun.