Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
Konu | : | Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3147) münasebetiyle |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 31 .05.2025 |
HAKAN ŞEREF OLGUN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, kıymetli üyeler; bugün burada sadece bir infaz düzenlemesini değil, aslında bir adalet tiyatrosunun sahnelenmesini izliyoruz; perde açılıyor, sahneye yine süslü başlıklar, yine süslü kelimeler, yine umut tacirliği çıkıyor ama sahnenin arkasında ne var? Koca bir boşluk. Bu teklif, bir reform değil, eski yanlışların yeni kılıflarla, yeni vaatlerle cilalanmasından başka bir şey değil. Bu 30 maddeyi tartışmak için milletin temsilcilerine ne kadar süre tanıyorsunuz? Sadece iki gün. 30 maddeyi, sayfalarca gerekçelerini, ilgili kanunlarla bağlantılarını, toplumsal etkilerini, uygulamada yaratacağı sonuçları konuşmadan, tartışmadan, oldubittiyle yasalaştırmak istiyorsunuz. Bu bir Meclis çalışması değil, bu bir dayatmadır. Siz, burada halkın vekillerini sadece bir el kaldıran makineye indirgediniz. Bir kez daha görüyoruz ki Adalet Bakanlığı halkın adalet beklentisine sırtını dönmüş durumda. Hukukun temel ilkelerini, hakkaniyeti, eşitlik ilkesini bir kenara bırakmış, bir infaz düzenlemesini "reform" diye pazarlıyor. Covid mağdurlarına dair umutları pompalayan bizzat iktidar mensuplarının kendisiydi. 2023 yılından itibaren Adalet Bakanlığı yetkilileri ve iktidar sözcüleri "Kamuoyunda yeni bir infaz paketi hazırlanıyor, bu düzenleme, geçmiş dönemde yaşanan adaletsizlikleri, özellikle de Covid mağdurlarını da kapsayacak şekilde iyileştirmeler içerecek." diyerek insanlara umut verdi; Grup Başkan Vekilleri bu beklentiyi Meclis kürsüsünden dillendirdi, Adalet Bakanlığı bürokratları çeşitli toplantılarda ve basına verdikleri demeçlerde "Eksik kalan düzenlemeleri tamamlayacak yeni bir paket üzerinde çalışıyoruz." ifadelerini kullandı, hatta Sayın Cumhurbaşkanı dahi bazı konuşmalarında "Adalet herkes içindir, mağduriyetleri gidermek için çalışıyoruz." diyerek dolaylı bir şekilde beklentiyi besleyen söylemlerde bulundu. Tüm bu açıklamalarla binlerce insanın umutları yeşertildi. Ancak sonuçta bu insanlar bir kez daha hayal kırıklığına uğratıldı.
Özetle, umut pompalayan bizzat iktidarın kendisi oldu ama o umutlar gerçekçi bir program ve kararlılıkla desteklenmeyince insanların umutlarıyla oynayan bir oyuna dönüştü. Bakın, size net bir tablo çizeyim; 2020'de çıkartılan infaz yasasıyla pandemi döneminde cezaevlerinden 90 bin kişi tahliye edildi ama ne hikmetse, aynı suçu aynı dönemde işleyenler arasında dosya tarihi, suç tarihi ve mahkeme kararına göre insanlar farklı muamele gördü. 31 Temmuz öncesi tahliye edilenler çıktı, sonrası olanlar içeride kaldı. Bir düzenleme, bir yasa nasıl olur da aynı durumda olan insanlar için bu kadar eşitsizlik yaratır? İşte, bu Covid yasasının en büyük günahıdır. Ve şimdi soruyorum: Bu onuncu yargı paketiyle neyi düzeltiyorsunuz? Hangi mağduriyeti gideriyorsunuz? Covid dönemindeki infaz eşitsizliğini mi düzeltiyorsunuz? Hayır. Denetimli serbestlik sistemindeki keyfîlikleri mi ortadan kaldırıyorsunuz? Hayır. 31 Temmuz mağdurlarının sorunlarını mı çözüyorsunuz? Hayır. Sadece "Yeni bir paket daha hazırlıyoruz." diyerek günü kurtarmaya çalışıyorsunuz. Hukuk tektir, aynı suçu işleyene farklı muamele yapılamaz. Ama siz ne yaptınız? Bakın, bir fiili işleyenin cezası erken kesinleşmişse o kişiye "Çık." dediniz ama aynı fiili işleyenin davası geç kesinleşmişse o kişiye "Bekle." dediniz. Hukuk böyle bir ayrımcılığı kaldıramaz. Bu, hukukun tabutuna çakılan bir çividir. İnfaz sistemi cezanın amaçlarına hizmet etmelidir yani mağduru da sanığı da toplumu da korumalıdır ama siz düzenlemelerini af paketlerine, popülist söylemlere, siyasi manevralara alet ettiniz; her yıl bir paket, her yıl bir af beklentisi.
Sayın Başkan, değerli üyeler; kanun teklifiyle 10 farklı kanunda değişiklik ve yeni düzenleme öngörülmekte olup bir yürütme ve bir de yürürlük maddesiyle toplam 30 maddeden oluşmaktadır. Kanun teklifinin içeriğine geçmeden önce teklifin yöntemi üzerinde durmak gerekiyor. AKP iktidarı bu teklifle de Türk yasama tarihinin neredeyse çeyrek yüzyılına damgasını vuran kötü, hastalıklı ve antidemokratik yöntem olan torba kanun teklifini benimsemiş ve birbiriyle konu, içerik ve kapsam yönünden ilgisi olmayan ve çok fazla sayıda başka kanunda ek ve değişiklikler yapan hükümlerin doğru dürüst tartışılmadan yasalaşmasını sağlamak istemektedir. Önemle ifade edelim ki; bu sistem, hukuk kurallarının açık, belirli, anlaşılır ve öngörülebilir olmasını engellediğinden, demokratik bir hukuk devletinde asla kabul görmemektedir. İçeriğine gelince, kamuoyunda cezasızlık algısı olarak nitelenen durumun ortadan kaldırılması adına bir taraftan, ikinci kez mükerrer suçluların şartla tahliyesinin mümkün hâle getirilmesi yanında alternatif ceza infaz usulleri genişletilirken; diğer taraftan, cezalarda artırıma gidilmesi ve 5275 sayılı Kanun'un 105/a maddesinde yapılan değişiklikle, hükümlülerin denetimli serbestlikten faydalanabilmesi için cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar Ceza İnfaz Kurumunda geçirilmesi gereken sürenin en az 1/10'unu beş günden az olmamak üzere mutlaka Ceza İnfaz Kurumunda geçirmeleri tutarsızdır. Neredeyse bütün çağdaş hukuk sistemlerinde benimsendiği üzere, cezanın işlevini yerine getirebilmesi için ağır ve acımasız olması değil, suçun işlenmesinden hemen sonra hızlı bir şekilde verilmesi, uygulanmasından kaçınma ihtimali dahilinde olmaması gerekir. AKP iktidarı ceza ve infaz sistemini bilimsel bir temele dayandırmadan günübirlik ve siyasi kaygılarla sürekli değiştirdiği için ceza kanunlarında yazılı olan ağır hapis cezaları gerçek hayatta "Üç beş yıl yatar, çıkarım." anlayışına dönüşmüştür, bu da cezanın caydırıcılığını ve adaletin sağlanmasını engellemiş, hukukun temel ilkelerinden biri olan cezaların uygulanabilirliği ve eşitliği ilkesini ihlal etmiştir. Toplumda cezasızlık algısının asıl nedeni de işte bu keyfî ve tutarsız uygulamalardır. Kısa süreli hapis cezalarının 1/10'unun mutlaka cezaevinde çekilmesi gerektiği yönündeki düzenlemenin ne bilimsel ne hukuki bir dayanağı yoktur. Bu düzenleme, ceza ve infaz sisteminin temel ilkeleriyle de çelişmektedir çünkü Türk Ceza Kanunu'nun 50'nci maddesinin gerekçesinde de açıkça belirtildiği gibi, kişinin eğitim durumu, sosyal çevresi ve ahlaki eğilimleri dikkate alındığında birçok kişi tesadüfi suçlu olabilir yani bir hata sonucu suça sürüklenmiş, aslında topluma yeniden kazandırılabilecek kişilerdir. Bu insanları illaki cezaevine koymak ne toplum barışı açısından zorunludur ne de cezanın asıl amaç ve işlevlerine uygundur, dolayısıyla özellikle böyle durumlar için alternatif infaz yöntemlerinin uygulanması gerekir. Türkiye'de 450 bine yakın hükümlü ve tutuklu bulunduğu, bunların son derece olumsuz fiziki ve psikolojik koşullara maruz kaldıkları bilinmektedir, âdeta bir suç okulu niteliğinde olan cezaevlerinin tüm olumsuzlukları bir tarafa, cezaevlerinin koşulları ne kadar iyi olursa olsun, özellikle tesadüfi suçlular bakımından cezaevinin psikolojik etkisi hükümlülerin ıslahında olumsuz etki gösterdiğinden cezaevine girmeden topluma uyum sağlayabilmesi, toplum içinde sosyalleştirilebilmesi, tedavi edilmesi, eğitilmesi, iyileştirilmesi için seçenek infaz yöntemlerine başvurulabilmelidir. Kısa süreli hapis cezalarında kişilerin en az beş gün olmak üzere cezalarının 1/10'unu mutlaka cezaevinde geçirmeleri şartı cezadan beklenen hiçbir faydayı sağlamaz çünkü bir hapis cezasının caydırıcı ve eğitici bir etkisi olabilmesi için hükümlünün belli bir süre yani nispeten uzun bir süre cezaevinde kalması ve bu süre boyunca da ıslah programlarında tutulması gerekir. Ancak kısa süreli cezalar bu amaca hizmet edemez, aksine kısa süreli hapis cezaları ne kişiyi korkutup uslandırır ne de onun topluma yeniden uyum sağlamasına yardımcı olacak bir iyileştirme programının uygulanmasına olanak tanır. Üstelik bu cezalar cezaevlerinde zaten var olan kalabalığı artırır, kaynakların yetersizleşmesine neden olur. Yatacak yer, sağlık hizmetleri, çalışma ve eğitim imkânları zaten sınırlıyken kısa süren cezalar bu sorunları daha da büyütür. Daha da önemlisi, cezaevlerinde suçluları işledikleri suç türüne göre tamamen ayrı tutmak neredeyse imkânsızdır. Bu yüzden, ilk kez küçük bir suç işleyen tesadüfi suçlular, cezaevini daha tehlikeli ve alışkanlık hâline getirmiş suçlularla aynı ortama girmek zorunda kalır, bu durum, hafif bir suçtan cezaevine giren kişiyi ağır suç işlemiş kişilerin kötü etkisine açık hâle getirir. Sonuç olarak; cezaevine acemi bir suçlu olarak giren kişi oradan kalfa veya usta bir suçlu olarak çıkar, bu yüzden kısa süreli hapis cezaları amacına ulaşmaz ve suçu ve suçluluğu artırır.
Diğer taraftan, bu düzenlemelerin yanında, taslakta görülen diğer maddelerle ilgili de sorularımızı sunuyoruz, bunların da konuluş amacını anlayabilmiş değiliz. Mesela 16 ve 17'nci maddelerle ilgili olarak çocuk kapalı ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerine ilişkin değişikliklere hangi gerekçelerle ihtiyaç duyulduğu madde gerekçelerinde yeterli şekilde açıklanmamıştır. 16 ve 17'nci maddelerde yapılan değişikliklere hangi gerekçelerle ihtiyaç duyulmuştur? 20'nci maddeyle ilgili olarak infaz usullerinde değişiklik yapılması öngörülmektedir. Teklifle, 80 yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları altı yıl veya daha az süreli hapis cezalarının konutta çektirilebilmesine imkân tanınmaktadır; bu şarta uyan kaç mahkûm bulunmaktadır?
Maddeyle, kişilik haklarının ihlali durumunda içeriğinin çıkarılması ve erişimin engellenmesi durumları düzenlenmektedir. Maddenin on birinci fıkrasında 10 milyondan fazla Türkiye'den günlük erişimi bulunan yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcılarına ilişkin özel bir düzenleme bulunmaktadır. Bu fıkraya neden ihtiyaç duyulmuştur? "10 milyon" sayısı hangi gerekçeyle belirlenmiştir? Bu sorularımın da teklif sahipleri tarafından cevaplandırılmasını istiyorum.
Saygılarımla.