Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
Konu | : | Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3147) münasebetiyle |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 31 .05.2025 |
NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Şimdi, madde ihdasımız... Aslında Türkiye'deki en az Covid mağdurları kadar hasta mahpuslar da sesini duyurmayı ve eşitlikçi bir infaz düzenlemesi bekliyor. Değişiklik istediğimiz, ihdas istediğimiz İnfaz Kanunu 16'ncı madde, hapis cezasının hastalık nedeniyle ertelenmesini, infazın ertelenmesini öngörüyor ve oradaki "kesinlik" ibaresi Adli Tıp Kurumunun "Cezaevinde kalabilir." ya da "Kalamaz." raporlarının mahiyetini doğrudan etkileyen bir nitelik hâlini alıyor. Nasıl diyeceksiniz; birkaç örnekle anlatıp biraz Adli Tıbbın yapısına değinmek istiyorum. Örneğin, Önder Poyraz şu an Elâzığ R Tipi Kapalı Hapishanesinde, hasta bakıcılar tarafından kendisine bakılabiliyor, sol kol ve sağ ayağında felç var, birden fazla ameliyat geçirdi, boynunda tutukluluk, felç başlangıcı var ve gün geçtikçe felç durumunun ilerlediğini biliyoruz ama Adli Tıp Kurumu "kesinlik" ibaresi, "Kesin cezaevinde kalamaz." ibaresi nedeniyle Adli Tıp Kurumu kendisiyle ilgili "Cezaevinde kalabilir." raporu verdi ama aynı hapishanede bulunan, onunla aynı durumda bulunan başka bir mahkûma her iki kolu tutmadığı ve her iki bacağı tutmadığı için yani felcin ilerleme düzeyi itibarıyla "Kalabilir." raporu verdi. Hâlbuki, Önder Poyraz'ın da her geçen gün felcinin yayılması ve felç ihtimalini arttıran bir mesele... Bu noktada, Adli Tıp Kurumunun kriterlerindeki belirsizlik ve şeffaflık meselesi de aynen o şekilde etkili.
Ya da Fırat Nebioğlu Diyarbakır 1 no.lu yüksek güvenliklide, ailede kronik böbrek yetmezliği var, kardeşlerinde var, amcalarında var, görme ve işitme kaybından dolayı yüzde 92 engelli raporu var; Adli Tıp Kurumuna gitmiş, evet, sağlık kurulu raporu "Cezaevinde kalamaz." demiş, raporun onaylanması için Adli Tıp Kurumuna gönderilmiş, Adli Tıp Kurumu "Eğer ameliyat olsaydı bu kişi -çünkü donörü var, nakil talebi var, ameliyat olmak istiyor- ameliyat olması hâlinde ben bu kişiye 'Adli Tıp Kurumunda kalamaz.' raporu verebilirim ama henüz ameliyat gerçekleşmediği için kişinin cezaevinde kalabilir meselesini sürdürebilirim." demiş. Fırat Nebioğlu da avukatları üzerinden tekrar başvuru yaptı, dedi ki: "Biz zaten cezaevi koşulunun bu nakil için yetersiz olduğundan bahisle bu infaz erteleme istiyoruz hem enfeksiyon riski hem de yaşanabilecek diğer sağlık gerekçeleri için."
Yine, Fatma Tokmak, tutukluyken 2006'da Adli Tıp Kurumundan infaz erteleme almış, ileri derecede kalp yetmezliği var, şeker ve astım hastası ama 2010'da Yargıtay tarafından hükümlü olduktan sonra defalarca Adli Tıp Kurumuna gitmiş ve Adli Tıp Kurumu kendisiyle ilgili "Cezaevinde kalabilir." raporu vermiş. Bakın, Adli Tıp Kurumu raporlarında "Cezaevinde kalabilir." deyip de yaşamını yitiren Şakir Turan örneği var hepimizin aklında. 10 Ağustosta Adli Tıp Kurumu "Cezaevinde kalabilir." dedi, 30 Ağustosta hastalıktan Şakir Turan'ı kaybettik. Ya da "Cezaevinde kalamaz." dediği ve tahliye olduktan sonra Abdulhalim Kırtay 50'nci günde yaşamını yitirdi, İsmet Çardak tahliyesinin 10'uncu gününde yaşamını yitirdi. Bu bize şunu gösteriyor: Adli Tıp Kurumunun vermiş olduğu raporlarla ilgili bir sorun, sıkıntı var. Bunu sadece biz söylemiyoruz. CPT'nin özellikle 2019'da, 2025'te psikiyatri merkezlerine yapmış olduğu özel ziyaretlerdeki değerlendirmelerinde bağımsız tıbbi kurul olmamasından kaynaklı olarak Adli Tıp Kurumunu eleştiren bir durumu var çünkü Adli Tıp Kurumunun yapısı Adalet Bakanlığına bağlı. Evet, bir bilirkişi kurulu, sadece cezaevinde kalabilir, kalamaz raporu değil, söz konusu birçok alanda uzmanlık, bilirkişilik işlemini yapıyor, birçok alanı var. Özellikle hatırlarsanız 2010'da 3'üncü İhtisas Dairesi çok fazla gündem olmuştu çünkü politik mahpuslara "Kalamaz." diğer mahpuslara "Kalabilir." verir diye artık herkesin bildiği bir daire hâlini almıştı. Şimdi de benzer değerlendirmeler var ve biz defalarca şunu söyledik: Adli Tıp Kurumu tek yasal merci olmak zorunda değil, olmaması gerektiğini defalarca söyledik. Niye diyeceksiniz? Birincisi, CPT'nin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin 2022 raporunda değindiği gibi Adalet Bakanlığına bağlı, yürütme erkine bağlı, tarafsız, bağımsız bir kurul değil; bu, öncelikli bir mesele.
İkincisi, tıbbi, etik ve insan hakları bağlamında ağır hastalığı olmasına rağmen Adli Tıp Kurumunun "Kalabilir." dediği ve sonra yaşamını yitiren hastalar örnek verildiğinde bir skala yok. Mesela, normal hayatımızda kanser hastaları bizim için ağırdır ya da işte felç yaşayanlar, demans hastalığı olanlar ya da organ nakli, özellikle kalp, böbrek gibi -mesela, örnek veriyorum, Fırat Nebioğlu haftada üç gün diyalize gidiyor, hapishaneden hastaneye üç gün götürülüp getiriliyor- bunlarda bile Adli Tıp Kurumu "Kalabilir." deyimini neye göre diyor? Aynı kişilerin başka hastanelerden almış olduğu "Kalamaz." raporları var ama bu "Kalamaz." raporları da Adli Tıp Kurumundan onaylanmadığı sürece yine bu şekilde geçerli kabul edilmiyor ve Adli Tıp Kurumuna gitmek, süreç çok zor, ağır ilerliyor, aylar sürebiliyor; bazı mahpuslar için kısa sürebiliyorken bazıları için tam bir işkenceye dönüşüyor. Özellikle hasta mahpus İstanbul'a gitmesi lazım, Şırnak'tan, Diyarbakır'dan oraya götürülüp getirilene kadar tam bir eziyet. Yani bu meselenin kendisi başlı başına bir sorun ve biz, birinci mesele "kesin" tabirini... Bir kişi hastaysa, örnek olarak kanser hastasıysa bunun dördüncü evre seviyesine gelmesine gerek yok, ölüm döşeğinde olmasına gerek yok; son nefesini ailesinin yanında vermek isteyip o vicdani, ahlaki, etik seviyesinde bizi zorlayacak düzeye gelmesine gerek yok. Ağır hastaysa bunun tespitinin kendisi yeterli olmalı, istediğimiz değişiklik bu. Yine, tabii ki Adli Tıp Kurumuyla ilgili tek merci olmasından kaynaklı olarak yaratılan tartışmaların özellikle -20'nci maddeyi konuşacağız birazdan- 20'nci maddeyle ilişkili bir biçimde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Biz biraz önce cezaevlerinde 1.026'lık sayıyı verdik beş yüz on beş günlük bir sürede ama bunun içerisinde tahliye edilip de yaşamını yitirenler yok. Vermiş olduğum örnekler ve buna benzer birçok örnek var. O nedenle, Adli Tıp Kurumu raporları nedeniyle ki bunun sebebi yasama olduğu için bizler, uygulayıcı olduğu için cezaevi idareleri, raporu veren doktorlar, infaz hâkimliği, Bakanlığın hepsi aslında iştirak hâlinde tutsakların yaşamıyla ilgili karar verici olarak ölümleriyle ilgili meselede iştirak ve ortakçı durumundayız. Biz bu kamusal vicdani, ahlaki meseleyi ne bir siyasi sürecin bir pazarlık malzemesi ne toplumsal barışı zedeleyen bir provokasyon meselesi ne de hukuki ayırım gözetilerek belli suç tipleri için "verilebilir" denilip belli suç tipleri için devre dışı bırakılmayacak bir düzeye getirilmesini ve o "kesin" ibarenin... Sadece biz değil, bağımsız adli tıp kurumları da ve TTB de bunu söylüyor. Bu konudaki değişikliğin yapılmasını ve bu ayırımcı hasta mahpusları ölüme terk eden bu sistemin değişmesini talep ediyoruz.