KOMİSYON KONUŞMASI

AYHAN BARUT (Adana) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, kıymetli milletvekili arkadaşlarımız, saygıdeğer katılımcılar, sevgili konuklar; hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Bugün burada bir araya gelmek, bir arada bulunmak, yaşamın ve doğanın sessiz çığlıklarını duymak ve tüm bu sorunlara karşı bir ortak akılda buluşup çözüm üretmek aslında çok kıymetli. Tabii ki böyle olmasını canıgönülden isterdik ancak yine ne yazık ki iktidar ortakları "Ben bilirim, ben yaparım, kimse karışamaz." edasıyla önümüze her kanun teklifinde olduğu gibi yine alelacele bir teklif getirdi. Konudan kamuoyuyla birlikte biz de geçen cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulunca haberdar olduk. Böylesine önemli bir konuda yasal düzenleme yapılırken hazırlık sürecinde aslında odalardan, birliklerden, akademiden, kitle örgütlerinden ya da bu alanda uzmanlığı bulunan kişi ve kurumlardan herhangi bir şey istenmediğini tespit ettik çünkü sorduk yani birçok sivil toplum kuruluşuna. Yaşam bizim, ülke bizim, doğa bizim; bu hayatı birlikte yaşıyoruz ama ne hikmetse kimse işinin muhataplarına ya da ilgililerine, uzmanlarına akıl danışmayı, öneri sormayı aklına bile getirmiyor veya düşünmüyor. Bu nedenle bu tavrı, anlayışı da anlamak mümkün değil. Hâl böyle olunca sistem gereği de tek adam yönetiminin dayatmasına rağmen ülkemizin, doğamızın, yaşamın ormanından toprağına, ağacından suyuna, kuşundan böceğine her şeyini savunan bizler de burada fikrimizi ifade etmek ve yanlışa dur demek zorundayız. Doğayı ve canlıyı aslında korumak gibi bir görevimiz var, bu mücadelede de kararlıyız.

Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri; aslında kanun teklifine baktığımızda genelde üç aşamadan oluşmakta; turizm, koruma alanları ve av yasağı gibi bölümlerden oluşmaktadır. Bu teklifle millî parkların turizm teşvik alanı içerisine alındığını görüyoruz. Yine, millî parkların Tarım Bakanlığından alınıp genel müdürlüğe verilmesi neyin ne kadar daha rahat yapılacağına bakıldığını ve önündeki engellerin kaldırıldığını görüyoruz. Önümüze konulan ve âdeta dayatılan bu yasa teklifiyle de uluslararası sözleşmeler, yasalar ve koruma kurulları kararlarıyla korunan doğal alanların, millî parkların ve bütünüyle doğa ve yaşamın talanına açılma girişimine de

karşı çıkıyoruz. Bu teklifin özü, her ne kadar masumane gerekçelerle iyi ve yararlı gibi sunulsa da talan, yağma ve yok etme niyetini de aslında saklayamıyor.

Bu oldubittiyle dayatılan Millî Parklar Kanununun ve Bazı Kanunlar ile 375 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, bir, doğal yaşamı ve koruma alanlarını yok etmeyi amaçlıyor. İki, şirketlere sağlanan avantajlara ve koruma kalkanı kaldırılarak, esnetilerek talanın önü açılıyor. Üç, imtiyaz ve ayrıcalıklarla denetim ve gözetimle ilgili yetki sadece iktidara bırakılıyor. Dört, Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle süreçlerin yürütülmesi tek kişiye kalıyor ve keyfiyet maalesef meşrulaştırılıyor. Her ne kadar sunulan teklif için "Ekolojik dengeyi azami ölçüde koruyacağız." denilse de biliyoruz ki ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz, bu olayları, bugüne kadar yapılanları görüyoruz, yapacaklarının da garantisi olduğunu düşünüyoruz çünkü doğaya, tarıma, sularımıza, ormanlarımıza, hayvanlarımıza, zeytinliklerimize nasıl kastedildiğini maalesef yaşayarak gördük. Talan ve rant hırsıyla madenlerden tarım topraklarına nasıl saldırıldığını, karşı çıkan ve itiraz eden yurttaşlarımızın, köylülerimizin de nelere maruz bırakıldığını acı biçimde yaşadık, gördük. Yaşamı ve doğayı koruyacaklarını ileri sürenler, ancak teklifle millî parklarda turistik amaçlı bina ve tesis kurulmasına Bakanlık görüşüyle izin verilmesi hedeflenirken kırk dokuz yıllığına tahsis de sağlanıyor. Turizmle alakalı düzenlemelerle beraber koruma alanlarında kırk dokuz yıl boyunca faaliyet gösterenlerin başarılı bulunmasıyla bu süre doksan dokuz yıla kadar uzatılabiliyor. Hani burada nerede kamu yararı, bunu sormak istiyorum. Teklifle, millî parklar ile bunların dışındaki korunan alanlara enerji iletim hattı, ulaşım, altyapı tesislerinin yapılmasının da maalesef önü açılıyor. Böylece böyle sunulunca kimsenin itiraz etmeyeceğini, kamuoyu tepkisini çekmeyeceklerini sananlar, gerekçe olarak da kamu yararı gösterilince her şeyin süt liman olacağını varsayıyorsunuz. Kamu yararı gerekçesiyle zeytinlikleri hedef alanların, ormanlarımızı, sularımızı, tarım topraklarımızı, meralarımızı, madenlerimizi talana açanların niyetini de hedefini de aslında biz gayet iyi biliyoruz, halkımız da biliyor. Madem kamu yararı gözetiliyor öyleyse millî parklar içindeki tesislerin işlettirilmesi yetkisi neden genişletiliyor, kamuya ait alanlar neden özel şirketlere devredilmek isteniyor? Çünkü burada amaç, kamu yararı değil, rant ve talandır. Böyle olmasa Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğüne döner sermayeli işletme yetkisi verilmezdi, mali açıdan işletme kurma ve Cumhurbaşkanına sermayesini 5 katına çıkarma yetkisi verilmezdi, mali açıdan denetim ise saraya bırakılmazdı. Bu teklifle koruma kurulları, Bakanlık denetimi, yasalar, yönetmelikler ve uluslararası sözleşmelerle korunan doğa, millî park ve tarihî alanların denetimi sadece Cumhurbaşkanı kararına göre ayarlanıyor. Bunlar kamu yararı gözetse tarihî, millî ve doğa koruma alanlarıyla ilgili yetki sadece saraya bağlanmazdı. Sakıncalarla dolu bu teklifin aslında derhâl geri çekilmesi gerekiyor.

Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri, değerli katılımcılar; dünyamız milyonlarca yıldır insan, bitki ve canlı yaşamına ev sahipliği yapıyor ancak ne yazık ki bu doğal düzen son yüzyılda büyük bir tehdit altına girdi, nedeni de insanlar, hükûmetler ve iş bilmez yönetim anlayışıdır. Habitat kayıpları, iklim değişikliği, kaçak yıkım, kesim, talan, rant, avcılık ve kontrolsüz kentleşme gibi etkenler bütünüyle yaşamı tehdit ediyor. İşte, bu noktada millî parklar ve korunan alanlar yalnızca doğal güzelliklerin değil ağacıyla, kuşuyla, suyuyla, toprağıyla, insan ve tüm canlılarla bütünüyle yaşamın kendisinin korunması adına büyük bir görev üstleniyor. Doğa, sadece bir manzara değildir, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz gıdadır. Bütünlüklü bu ekosistemin tümüyle korunması, yaşatılması ve gelecek nesillere sağlıklı aktarılması şarttır.

Ülkemiz üç biyocoğrafik bölgenin kesişiminde yer alması nedeniyle dünyadaki en zengin biyoçeşitliliğe sahip ülkelerden biridir. Yaklaşık 12 bin bitki türünün yüzde 30'u yalnızca, sadece Türkiye'ye özgüdür. Çiçeğiyle, kurduyla, ağacıyla, suyuyla, ceylanıyla, tavşanıyla, kekliğiyle tüm bu zenginlik doğru korunmadığı takdirde hızla yok olma riskiyle karşı karşıyadır. Doğa koruma alanları, millî parklarda koruma, kalkınma ve sürdürülebilirlik dengesi kurulmak zorundadır. Millî parklarımız ve tarihî alanlarımız sadece doğal yaşamı değil kültürel mirasımızı, aslımızı ve geleceğimizi de korur. Korumak ve geliştirmek yetmez, yaşam da süreğendir, bu nedenle bu alanları sürdürülebilir biçimde geliştirmek zorundayız. Doğayı tahrip etmeden, ranta ve talana geçit vermeden topluma fayda sağlayan ekosistem temelli bir yaklaşımla kalkınmayı planlamak mecburiyetindeyiz. Bu nedenle, bir, millî parklarda taşıma kapasitesi belirlenmeli, ziyaretçi baskısı kontrol altına alınmalıdır. İki, yerel halk koruma süreçlerine aktif olarak dâhil edilmelidir. Üç, koruma sağlanırken ekoturizm gibi doğa dostu ekonomik modeller desteklenmelidir. Dört, bilim temelli yönetim planları uygulanmalıdır. Beş, koruma faaliyetlerini etkinleştirmek için teknolojiden daha fazla yararlanmalıyız.

Değerli arkadaşlar, ayrıca, Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğünün daha etkin çalışabilmesi için stratejik, teknolojik mevzuat ve toplumsal alanlarda çok yönlü iyileştirmeye ihtiyaç vardır. Alanında uzman biyolog, ekolog, ormancı, veteriner, ziraat mühendisi, hukukçu gibi personel sayısı artırılmalı, mevcut personele ek eğitimler verilmelidir. Bölge müdürlüklerinin yetkileri artırılarak yerinden yönetim güçlendirilmelidir. Yaban hayatı izleme, kaçak avcılık tespiti ve orman yangını erken uyarı sistemlerinde yapay zekâ destekli kameralar, "drone"lar ve sensörler kullanılmalı, dijital altyapı yatırımlarına ağırlık verilmelidir. Tüm korunan alanlar, türler, müdahaleler gibi bilgileri içeren entegre bir bilgi sistemi geliştirilmelidir. Yurttaşlar için bilgilendirme, tedbir, ikaz ve ihbar yapılabilecek uygulamalar geliştirilmelidir. Kaçak avcılık, habitat tahribatı gibi suçlara yönelik caydırıcı cezalar artırılmalı ve etkin biçimde uygulanmalıdır. Korunan alanlar dışında da biyolojik çeşitliliği koruyacak yeni yasalar, yasal düzenlemeler mutlaka yapılmalıdır. Korunan alanlarda yaşayan veya sınırında bulunan yurttaşlara gelir getirici ama doğaya zarar vermeden ekoturizm, organik tarım gibi projeler uygulanmalıdır. Biyoçeşitlilik, iklim değişikliği, toprak, su ve orman yönetimi için ulusal ve uluslararası kuruluşlardan proje bazlı destek sağlanmalıdır. Komşu ülkelerle birlikte yapılan sınır ötesi millî park veya göç yolları koruma projeleri gibi adımlar mutlaka teşvik edilmelidir. Maalesef, Türkiye'de korunan alan yüzdesi dünya ortalamasının çok altındadır, bu oranın artırılması derken başka bir yanlışa da geçit verilmemelidir. Korunan her alan için güncel, uygulanabilir, izlenebilir bir yönetim planı hazırlanmalıdır.

Bu önerileri sıralamak, uzatmak mümkün ama sözün özü, şunu söyleyebiliriz: Bugün vereceğimiz kararlar yarınlarımızı belirleyecektir. Bizden sonra gelen kuşaklara sadece bilgi değil yaşanabilir bir dünya bırakmakla yükümlüyüz. Doğa ve yaşam bize muhtaç değil ama biz ona muhtacız. Koruma ve yaşatma bir seçenek değil, zorunluluktur ve bunu ancak hep birlikte başarabiliriz diyorum.

Kanun teklifinin inşallah hayırlı olmasını diliyorum.