KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEP ODUNCU KUTEVİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve değerli Komisyon üyeleri; bugün burada görüşmekte olduğumuz teklif yalnızca bir kanun teklifi değişikliği değil bu ülkenin idari, kültürel, demokratik yapısını sessizce, yeniden inşa etme girişimidir. Kâğıt üzerinde teknik bir düzenleme gibi sunulan bu teklif gerçekte iktidarın merkezîleştirici, tekleştirici ve kontrol odaklı siyaset anlayışının bir yansımasıdır. Bu teklif kültürü, sanatı, vakıfları, yerel yönetimleri ve halkın ortak mirasını tek bir merkezin, tek bir iradenin idari vesayeti altına sokmaya çalışmaktadır.

Değerli arkadaşlar, iktidar her seferinde "düzenleme" "uyum" "verimlilik" gibi teknik kavramların arkasına saklanarak demokratik mekanizmaları budayan, yerelin idaresini yok sayan, halkın elinden söz hakkını alan adımlar atıyor. Bugün Vakıflar Kanunu Değişikliği adı altında önümüze getirilen metinde de bu zincirin yeni bir halkası, teklifin en kritik noktalarından biri geçmişte vakıf yoluyla meydana gelmiş ama bugün belediyelerin veya kamu kurumlarının mülkiyetinde olan kültürel taşınmazların yeniden mazbut vakıflara devredilmesini öngören düzenlemedir. Bu ne anlama geliyor? Vakıf yoluyla meydana gelmiş olup günümüzde kamu kurumlarının mülkiyetinde bulunan kültür vakıflarının yeniden mazbut vakıflara devredilmesini öngörüyor. Böylece geçmişte vakıf mülkiyetinde olup daha sonra belediyeler ve çeşitli kamu kurumlarının mülkiyetine geçen taşınmazlar artık tek bir elde yani merkezî yönetime devredilecek; bu, koruma bahanesiyle yerel demokrasinin tasfiyesi demektir. Evet "koruma" deniliyor ama biz bu kelimenin bu iktidarın dilinde ne anlama geldiğini artık çok iyi biliyoruz. Nitekim, daha birkaç yıl önce yerel yönetimlerin Gezi Parkı, Galata Kulesi gibi kültürel miraslar üzerindeki yetkisi de gasbedildi. Kültürel mirasın korunması iddiasıyla getirilen bu madde aslında yerel yönetimlerin mülkiyet haklarına saldırıdır; bu, belediyelerin halk adına yönettiği taşınmazlara devletin mülkü muamelesi yapmaktadır, bu, halkın malını sarayın malına dönüştürme sürecidir de diyebiliriz. Bu yaklaşım yalnızca mülkiyeti merkezîleştirmiyor, halkın iradesini de merkezîleştiriyor ve biz bu tabloyu seçim bölgem Batman'da defalarca yaşadık. Batman halkı sandığa gitti, kendi Belediye Başkanını seçti, iradesini ortaya koydu ama ne oldu? Bir sabah Belediye Başkanı görevden alındı, yerine kayyum atandı, halkın iradesi yok sayıldı, seçilmişler cezalandırıldı; atanmışlar ödüllendirildi. Bugün bu yasa teklifiyle yapılmak istenen şey tam da budur. Nasıl ki halkın oyuyla seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp yerine kayyum atadılar, şimdi de belediyelerin mallarına, kültürel miraslarına idari gerekçeyle el koymak istiyorlar. Bu yasa kayyum rejiminin taşınmaz versiyonudur diyebiliriz. Yani artık yalnızca seçilmiş başkanlar değil kültürel değerler de merkez tarafından yönetilecek. Bu anlayış demokrasinin özüyle, yerinden yönetim ilkesiyle asla bağdaşmıyor ama bu teklif halkı yönetimden dışlıyor, belediyeleri mülkiyetsizleştiriyor, yerel iradeyi yok sayıyor ve sadece tek bir kişi tarafından yönetilmesini öngörüyor.

Bir diğer vahim düzenleme ise Vakıflar Genel Müdürlüğünün yönettiği vakıflardan aldığı yönetim payının yüzde 20'den yüzde 40'a çıkarılmasıdır. Bu artışın gerekçesi artan iş yükü olarak açıklanıyor ama biz biliyoruz ki bu, iktidara yakın vakıfları güçlendirmek, diğerlerini ise mali olarak çökertmek anlamına geliyor. Yani bu düzenleme vakıf gelirlerinin özerkliğini yok eden, vakıf hukukunun temelini sarsan bir müdahaledir. Vakıf mal varlığı yüzyıllardır toplumsal faydaya, hayra, eğitime, kültüre sosyal dayanışmaya ayrılır ama bu iktidar o geleneği de maalesef gasbetti. Artık artan iş yükü bahanesiyle aslında vakıf gelirlerini siyasi vesayet konuyor. Küçük, bağımsız vakıflar yaşayamaz hâle gelecek, sadece iktidara yakın olanlar ayakta kalacak; bu, mali özerklik değil mali biat sistemidir. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye Kanunu'na eklenen "isim hakkı, destek ve sponsorluk gelirleri" ibaresi iktidarın kültüre bakışını da açıkça ele veriyor. Artık, müzeler, konser salonları, tiyatrolar, kültür merkezleri özel şirketlerin ismiyle anılacak yani kamusal alanın son kalesi olan kültür alanı da piyasanın denetimine teslim ediliyor. Kültürün özü özgürlüktür, sanatın varlık sebebi nedeni bağımsızlıktır ama bu düzenleme maalesef kültürü de ticarileştiriyor, sanatı metalaştırıyor, yaratıcılığı sponsorluk sözleşmelerine hapsediyor. Yani bir ülke düşünün ki kültürel miraslarını özel isimlerle gündeme getirmeye çalışıyor.

Değerli milletvekilleri, düzenlemenin 1'inci maddesi deprem bölgelerindeki bazı illerde seyahat acentelerinin borçlarının silinmesi öngörülüyor. İlk bakışta iyi niyetli görünebiliyor ama bu düzenlemede bir adaletsizlik var çünkü aynı felaketten etkilenen Antep, Urfa, Adana, Osmaniye, Kilis, Elâzığ ve Diyarbakır kapsam dışı bırakılıyor. Deprem bir bölgeyi değil bir halkı vurdu. Bu ayırımcılık iktidarın destek politikasında bile siyasi hesapla hareket etmesini öngörüyor. Yani biz buradaki adaletsizliğin gerçekten ortadan kaldırılmasını istiyoruz.

Öte yandan, düzenlemenin 2'nci ve 3'üncü maddeleri marina ve kıyı işletmelerine kimlik bildirme zorunluluğu getiriyor. Yine, millî güvenlik bahanesiyle vatandaşın kişisel verileri toplanmak isteniyor; bu, güvenlik değil gözetim yasasıdır. Türkiye'de her güvenlik düzenlemesi kısa sürede vatandaşın özgürlüğünü kısıtlayan bir denetim mekanizmasına dönüşmüştür. İktidar sadece kıyıları değil hayatı da denetlemek istiyor. Bu gözlemci anlayış demokratik toplumla bağdaşmıyor.

Yeni düzenlemenin 4'üncü maddesinde de konaklama tesislerine anlık veri iletimi zorunluluğu düzenleniyor. Görünürde "asayiş" deniliyor ama aslında küçük işletmelere bir ceza mekanizması kuruluyor. "Teknik arıza mı oldu, sistem mi çöktü? Fark etmez, ruhsat gider." diyor. Yani iktidar, denetim bahanesiyle cezayı, asayiş bahanesiyle de baskıyı meşrulaştırıyor. Yani burada, maalesef, küçük olan alanlar yok olmaya, kapatılmaya mahkûm bir hâle getiriliyor diyebiliriz.

Değerli komisyon üyeleri, bu teklifin hazırlanış biçimi de içeriği kadar sorunludur. Yine, bir torba yasayla karşı karşıyayız. Bir torbanın içine 10 farklı alan sıkıştırılmış durumda. Marinalardan Uludağ'a, vakıflardan kimlik bildirimine kadar her şey aynı metinde; bu, bilinçli bir tercihtir, yasa yapma tekniğindeki bir hata değil yasama iradesini karartma yöntemidir. Biz daha ilk bu toplantıyı aldığımızda sizden rica etmiştik Başkan, demiştik ki "Gerçekten çok önemli bir Komisyonda yer alıyoruz yani imar, bayındırlık, bunlarla ilgili ama, maalesef, iki yılda sanırım ya 3 kere, 4 kere bir araya geldik ve bütün kanunlar da torba kanun olarak Meclise geliyor." Yani Komisyon bir nevi işlevsiz hâle geliyor ve biz burada tek bir söz bile söyleyemiyoruz, bizim bilgimiz dışında torba kanunlarla maalesef gidiyor. Biz bunun da doğru olmadığını bir daha buradan dile getirmek istiyoruz.

KHK'lerle -bunu bir daha dile getirelim- Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle fiilî durum yaratılıyor, daha sonra da bu fiilî durumlar yasayla meşrulaştırılmak isteniyor. Bir iktidar yargı kararlarını yok sayıyorsa, Meclisi devre dışı bırakıyorsa artık yasa yapmıyordur, güç kullanılıyordur. Bu Meclis yürütmenin noter masası değildir arkadaşlar. Yasama yetkisi halkın iradesinin en doğru temsilidir ve biz bu yetkinin kararnamelerle, torba yasalarla, fiilî durumlarla gasbedilmesine sessiz kalmak istemiyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu teklifin ruhu otoritedir, bu teklif kültürü merkezîleştirir, yereli susturur, halkı dışlar. Bu teklif geçerse kültürel miras devletin değil iktidarın mülkü hâline gelecek, yerel yönetimler tabela olacak, belediyeler işlevsiz olacak ki maalesef, kayyumlarla bu işlevsiz hâle geldiğini görebiliyoruz, halkın iradesi tamamen yok olacak.

Biz DEM PARTİ olarak bu ülkenin kültürel mirasının tek merkezden yönetilmeyecek kadar zengin ve çoğulcu olduğunu söylüyoruz. Gerçek reform kültürü ticarileştiren değil kamulaştıran, yereli dışlayan değil yerelden güç alan, fiilî durumlar yaratan değil hukuka dayanan bir anlayış mümkündür. Kültür, iktidarın ideolojik aracı değildir; kültür, halkın ortak hafızasıdır. O hafızayı korumanın yolu halkı dışlamak değil halkla birlikte yönetmektir. O yüzden, biz bu teklif karşısında gerekli eleştirilerimizi zaten dile getiriyoruz, aykırılık maddemizde maalesef kabul edilmedi ama demek istediğimiz, gerçekten, sadece torba kanunlarla tek elden yürütülmesi söz konusu olamaz. Bu konularla ilgili gerekli çalışmaların çoğulcu bir anlayışla yapılmasını bir daha dile getirmek istiyoruz.

Teşekkür ediyorum.