KOMİSYON KONUŞMASI

YÜKSEL TAŞKIN (İzmir) - Değerli arkadaşlar, 3'üncü defa dinliyorum sizleri, her zaman olduğu gibi yararlanıyoruz, çok teşekkür ederim heyetinize.

Tabii, şimdi çok teorik tartışmalar da var, ben de uluslararası ilişkiler mezunuyum, oralara da çok girme hevesi duyuyorum. Hani, böyle yan yana bir sohbet imkânı olsa gibi içimden geçti ama "disorders" diyorlar ya, düzensizlikler, bunu verili ve artık bundan sonra hep böyle olacak diye bir tahayyülümüz varsa bu "algoris" bakışı bir yere oturtabiliriz ama bence çok sakıncalı. Bu, aslında zeminin hep kaygan olacağını düşünmek; böyle bir dünyada yaşamak istemem ve Türkiye'nin de böyle bir dünyada olmasını istemem. Dolayısıyla ben düzen oluşturmaya çalışan bir ülke olarak Türkiye'yi görüyorum, görmek isterim. Ben, bunun da açıkçası "evangelist" manyaklarla -yani biraz açık konuşuyorum, ben, öyle diplomatik bir dille konuşmam- Trump'la falan, böyle bir arayışın olamayacağını düşünüyorum. Yani Amerika'yla belli konularda elbette müzakere yapılır, belli konularda temas kurulur ama burada kalıcı olan yapı Avrupa Birliği, kendileri ne kadar farkında, ne kadar bu konuda cesurlar -yani Von der Leyen'i falan görüyorsunuz, bu duruş, titrek duruşlar falan- kendileri dahi potansiyellerinin farkında değil ama ben dünyanın bu düzensizlikler çağından çıkması için Avrupa Birliğinin hâlâ çok kıymetli bir düzen potansiyeli olduğunu ve Türkiye'nin de bunu ittirmesi gerektiğini düşünüyorum. En son biz bir toplantıya gitmiştik, nitelikli konuşuluyordu ve artık buralarına gelmiş Avrupa Birliğini yönetenlerin, çok lehimizeydi, destekledik.

"Genişleme." dediler, malum, Rusya vesaire üzerinden kıymete bindi Batı Balkanlar; bu da bizim için olumlu. Fakat şunu görüyorum ben: Cumhuriyet Halk Partisi olarak muasır medeniyet seviyesine ulaşmaktan bahsederiz, hepimiz Türkiye'de -ben kendime bir eleştiri yaptım ama iktidar mensupları da- "Avrupa Birliği bizim stratejik önceliğimiz." deriz her yerde ama hâlâ bunun gereği yapılmıyor. İlk başta, bence, biz, Avrupa'yı bir siyaset yapma sahası olarak görmüyoruz yani orası bir siyaset yapma sahası. Biz orada, böyle, işimize yaradığında, belli zamanlarda gidip bir şeyler yapma refleksinden kurtulup -burada çok sayıda vatandaşımız yani bizim ülkemizle bağı olan, kültürel bağı olan insanlar da var- bir türlü orayı tarımdan dış politikaya kadar siyaset yapma alanı olarak tahayyül edemiyoruz yani bizim siyasetçilerimizde de böyle bir sorun var.

Bir de yine AK PARTİ heyetleriyle gittiğimizde şöyle: Türkiye'nin savunma sanayisindeki gücü üzerinden bir ilişkiselliğe girmeye çalışıyorlar, bunlar da olabilir, "ticaret" diyorlar, "Biz vazgeçilmeziz." falan gibi bir kurgu üzerinden gidiyor arkadaşlarımız. Bu "Biz vazgeçilmeziz, bize mecbursunuz." dili sakat bence yani ben yadırgıyorum, biraz daha buralara da dikkat etmek lazım.

Buna bir de şeyi eklememiz gerekiyor, hani, düzen oluşturacaksak beraber demokratik değerleri, ifade özgürlüğünü ve Osmanlı'dan bugüne cumhuriyet... Orta Doğu'da bizim bir çeşitlilik barındırmamız, güçlü bir kültür barındırmamız üzerinden... Ben bunu demokratik cumhuriyet ve demokrasiye bağlıyorum yani böyle inanılmaz bir şeyimiz var. Bu çok geri plana atılıyor yani işte, savunma sanayimiz deniliyor, işte, ticaret, Avrupa, Gümrük Birliği ama demokratik değerler ve bir kadim devlet geleneğimizin olması, Dışişleri Bakanlığımızın tarihî ne kadar köklü vesaire. Buralar geriye düşüyor, buradan bir şey yapamıyoruz. Dolayısıyla ben isterim ki Türkiye bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminin kuvvetli adayını hapse atmak gibi bu milletin net bir şekilde seçme ve seçilme hakkına darbe olan şeylerden uzaklaşsın. Ben ülkem adına -ben ülkeme bunu hiç yakıştıramıyorum- inanılmaz üzülüyorum. Mesela, ruh hâlimi anlamanız için bir örnek vereyim ben hatta böyle konuşmaları böyle yüz yüze "off the record" basın olmadan yapmayı da isterim sizlerle. Şöyle: Gece üçte uyanıyorum, Ayşe Barım'ın yeniden tutuklandığını görüyorum ve ben sabaha kadar uyuyamıyorum. Kadıncağız zaten hasta, niye içeride olduğu belli değil, iddianamede hiç... Yani bunları açmamız gerekiyor. Bir de yani ulusal çıkar, millî menfaat; hadi buradan bakmaya çalışalım -benim çok kullandığım kavramlar değil, ben hak kavramını kullanırım menfaatten ziyade- şimdi, Osman Kavala'yı inatla içeri tutmanın, Demirtaş'ı 3 tane ihlal kararına rağmen çıkarmamanın -bakın, ben siyasete bağlamıyorum, CHP siyasetine bağlamıyorum- ülkemin menfaatlerine aykırı olduğunu düşünüyorum bir kere. Bu pürüzleri aşamıyorsunuz, irrasyonel bir şekilde direniyorsunuz, o zaman da en son KPK'da gelen Rum vekillere, Yunan vekillere -ki onların solcu veya sağcı olmaları fark etmiyor, inanılmaz bir sabit fikirle saldırıyorlar- malzeme vermiş oluyoruz. Buraları da aşmak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye'nin Orta Doğu'yla kuracağı ilişkinin yani refah, adalet ve demokrasi üzerinden de kuracağı ilişkinin Avrupa Birliği mevzunda da bizi düzen oluşturma bakımından çok avantajlı kılacağını... Yani ben bu iktidarın bu kadar enstrümanı ülkem adına niye kullanmadığını çok anlamıyorum.

Şikâyet mevzuyla ilgili de bir... Jale Hanım gelecek birazdan. Ben şikâyet kavramı diye bakmıyorum, bu yapıların mensubuyuz, üyesi olmaya çalışıyorsak orada bizim o yapıların eleştiri mekanizmalarında eleştiri yapma hakkımız var. Avrupa Konseyinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yönergelerinin, nizamnamelerinin yazılışında Türkiye'nin oynadığı rolü hepiniz biliyorsunuz dolayısıyla ben zaten mekân sahibi olarak söz hakkına sahibim. Bu şikâyet kavramına ben küçük bir şerh düşeyim. Bizi şikâyet etmekle itham etmeyin, çok popülist bir şey oluyor bu.

Tekrar teşekkür ediyorum, yararlandık.

Soru şeklinde formüle etmedim ama Parlamentoda bizi çok meşgul eden mevzuları, onun dışında da kuramsal bazı şeyleri paylaşmak istedim.

Teşekkür ederim.