KOMİSYON KONUŞMASI

ZUHAL KARAKOÇ (Kahramanmaraş) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakanım, kıymetli bürokratlar; 2026 yılı Dışişleri Bakanlığı bütçesini konuşurken yalnızca diplomatik planlamayı değil, uluslararası düzenin sarsıldığı güç dağılımının yeniden yazıldığı bir dönemde Türkiye Cumhuriyeti'nin nerede durduğunu da konuşuyoruz. Küresel düzen çökerken ayakta kalan devletler başkalarının gölgesine sığınan değil, kendi jeopolitik reflekslerini inşa edebilen devletlerdir. Türkiye tam da burada yalnızca bölgesel değil, çok katmanlı küresel bir güç merkezi olarak yükselmektedir. Avrupa Komisyonunun 2025 Türkiye Raporu bu yeni gerçekliğin âdeta diplomatik bir itirafıdır. Raporun dili uyum dili değildir, siyasi vesayet arayışının güncellenmiş hâlidir âdeta. Türkiye ne zaman gür sesle konuşsa Avrupa'nın eleştirilerinin artması da tesadüf değil galiba çünkü Türkiye Avrupa'nın güvenliğini, enerji arzını, göç yönetimini ve sınır bütünlüğünü tutan bir düğümdür ve bu düğüm çözülmeden Avrupa ayakta kalamayacaktır. Raporda Türkiye "kilit ortak" tanımlanmakta, aynı cümlede yargı ve özgürlükler üzerinden klişeleşmiş eleştiriler tekrarlanmakta. Ekonomik açıdan Türkiye'ye bağımlılık artarken siyasi açıdan Türkiye karşısında öz güven azalmakta. Bu eleştiriler artık teknik bir değerlendirme değil, Batı'nın normatif üstünlük maskesi altında yürüttüğü jeopolitik bir denetim arzusudur. Avrupa bugün kendi içinde demokrasi krizini aşamazken aşırı sağdan koruyamadığı şehirlerini Türk demokrasisinin ölçüsü hâline getirmeye kalkmakta âdeta. Bu nedenle soruyoruz; kendi göçmenini entegre edemeyen, kendi gençliğini koruyamayan, Kur'an yakmayı, başörtüsüne katlanamamayı, camilerin kapısına kilit vurmayı ifade özgürlüğü sayan bir yapı Türkiye'ye nasıl demokrasi dersi verebilir? Cevabı basit; bu ders demokrasi değil, jeopolitik denetim arzusudur. Oysa aynı raporun en samimi cümlesi şudur: "Türkiye giderek artan etkinlikte ve çok katmanlı bir dış politika yürütüyor." Bu cümle AB'nin diplomatik dille ifade ettiği jeopolitik korkudur esasında çünkü çok katmanlı dış politika devlet olmanın üst seviyesidir. Bu, Ankara'nın sadece komşularıyla değil, Avrupa Birliğiyle, Rusya'yla, Çin'le, Orta Asya'yla, Afrika'yla, Körfez'le, Kafkasya'yla aynı anda konuşabildiği, aynı anda çatışmayı da, uzlaşıyı da yönetebildiği bir güç kapasitesinin de tezahürüdür. Raporda kimi Balkan ülkelerine övgüler dizilirken Türkiye'nin AB'ye giriş sürecinde durağan ilan edilmesi ise Avrupa genişleme stratejisinin artık liyakat değil, siyasi uygunluk temelinde yürüdüğünü de gösteriyor. Karadağ ve Arnavutluk hangi askerî, ekonomik veya üretim kapasitesiyle Türkiye'yle kıyaslanıyor, nasıl kıyaslanabilir? Komisyonun bu yaklaşımı artık bir ciddiyet sorunudur Sayın Bakanım.

Kıbrıs konusunda Avrupa'nın söz söyleme hakkı da yok. Rum yönetimini hukuka aykırı biçimde üyeliğe kabul ederek adadaki dengeyi bozan bizzat AB'nin kendisidir. Bugün Kıbrıs'ta egemen eşitliğe dayalı iki devlet modeli tarihî bir zorunluluktur ve Türkiye garantörlük sorumluluğundan da geri adım atmayacak. Kıbrıs Türk'tür ve bu, bir tartışma konusu değildir.

Doğu Akdeniz'de enerji denkleminin Türkiye olmadan kurulamayacağı artık raporların dipnotlarında değil, saha gerçekliğinde yazıyor. Göç konusunda 18 Mart Mutabakatı'nı "başarılı" diyerek ülkemizde 2,7 milyon -resmî kayıtlara göre- Suriyeliye ev sahipliği yaptığımız ve Avrupa'nın göçmen yükünü hafiflettiğimiz için bizi âdeta şükranla öven AB'nin sorumluluk paylaşımından kaçtığını da gözden kaçırmamalıyız. Mülteci konusunu kendi topraklarının dışındayken gayet insani söylemlerle kullanan ve ifade eden barışçıl politikalardan dem vuran Avrupa, göç eğer kendi sınırlarının kapısını çalmaya başlıyorsa birdenbire güvenlikçi politikalara yönelmeye başlıyor, bu söylemlere sığınıyor üstelik bir de dünyadaki her 5 Suriyeli sığınmacıdan 3'üne tek başına ev sahipliği yapan Türkiye'ye teşekkür etmek için dahi olsa âdeta karne notu verir gibi değerlendirme yapmaya kalkıyor. Hatırlatmalıyız ki Türkiye Cumhuriyeti devleti 18 Mart Mutabakatı'nın imzalanmasını müteakip hemen ertesi gün itibarıyla kendi yükümlülüklerini ve sözlerini yerine getirmeye başladı ancak AB tarafı geri kabul anlaşmasında kendini bağlayan tek madde olan vize serbestisi konusundaki yükümlülüğünü aradan geçen dokuz yıla rağmen uygulamaya koymamıştır ve aradan geçen dokuz yıla rağmen neden sözleşmenin tek taraflı, 18 Mart Mutabakatı'nın tek taraflı feshi gündemimizde değil ya da neden bunu düşünmüyoruz; ben bunu sormak istiyorum Sayın Bakanım. Bu gerekçelerle AB'yle ilişkilerde teknik başlıkların siyasallaştırılmasına karşı Türkiye'nin egemenlik odaklı ama çok taraflı diplomatik angajmanın artırılması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin uluslararası görünürlüğünü yükseltecek ikili temasları çoğaltmak ve Türk Devletleri Teşkilatı içinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)