| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 17 .11.2014 |
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım, güvenlik bürokrasimizin değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; hepinizi selamlıyorum.
İçişleri Bakanlığının bütçesini konuşurken, tabii ki, rakamlara endeksli bir konuşma yapmamız beklenemez. Yani Türkiye'nin hem güvenlik politikalarını hem de Türkiye demokrasisinin içinde bulunduğu durumu konuşmamıza vesile olacak bir bütçeyi değerlendiriyoruz. Dolayısıyla ben de sadece rakamları değil biraz da günümüz Türkiye'sinin kısmen fotoğrafına bakacağım, kısmen de geçmişe bakarak bir değerlendirme yapma arzusu içerisindeyim.
Sayın Bakan, İçişleri Bakanlığının bütçesini konuşurken elbette ki hem dönem itibarıyla hem de Türkiye'nin geçmişte yaşadığı sıkıntılar itibarıyla bir fotoğraf çekmeye çalıştığımız zaman, önümüze koyduğumuz zaman, maalesef, yaralı bir bellekle karşı karşıyayız. Yani bizim ülke olarak yaralı bir belleğimiz vardır. Örneğin, cumartesi günü Diyarbakır'da bir anma ve bir kutlama vardı. Anma, Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamıyla ilgiliydi; kutlama, Atatürk'ün Diyarbakır'ı ziyaretiyle ilgilidir. Aynı gün. Bir gün önce yani 15 Kasım 1937'de Seyit Rıza Elâzığ'da idam ediliyor ve Atatürk oradan sonra da Diyarbakır'a ziyarette bulunuyor. İşte, toplumsal bellek yaralanması dediğimiz şey bu. Ülkenin bir kesimi olayları bir zafer olarak okuyor bir kesimi bir yenilgi olarak pekâlâ okuyabiliyor ve biz bütünlüklü olarak resme bakmadığımız sürece de sağlıklı sonuçlar elde edemiyoruz.
Ben bunların siyasi hamasetten kurtarılarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne olmuştu 1937'de? Yani şimdi, biz, 1937 Türkiye'sini değerlendirirken, 1938'i değerlendirirken Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan imtina mı etmiş oluruz? Hayır, tersine daha sağlam duygularla bir aidiyet bağının oluşabilmesi için geçmişte yapılan yanlışların aklıselim bir şekilde değerlendirilmesi ve sonuç çıkarılması taraftarıyız. Böyle yapılmadığı sürece de siz hiçbir olaydan sağlıklı sonuç çıkarma şansına sahip değilsiniz. Yoksa, birbirimize şunun izahını hiçbir zaman yapamayız: Seyit Rıza yaşı büyük olduğu için o günün yasalarına göre idam edilemiyordu, oğlu da yaşı küçük olduğu için idam edilemiyordu. Bir günlük bir kararla oğlunun yaşı büyütüldü, kendisinin yaşı küçültüldü ve idam edildi. Seyit Rıza idam sehpasına giderken ne söylemişti? Yani herkes idama giderken son sözünü söyler ya, son sözü babında: "Cebimde kalmış üç beş kuruş para ile saatimi oğluma verin." diye vasiyette bulunmuştu. Oğlunun da idam edileceğini duyunca "Beni oğlumdan önce asın." demişti. Bu vasiyetlerin hiçbiri yerine getirilmedi. 15 yaşındaki oğlu yaşı büyütülerek babasının gözleri önünde idam edildi, sonra kendisi idam edildi.
Şimdi, Türkiye'nin yaralı belleği, bu olayı, bu vakayı unutamaz. Yüzleşmeden unutamayız. Biz bu yüzleşmeden söz ederken hiç kimseyi itham altında bırakmıyoruz. Evet, bakın, önümde dönemin kararları var, altında...
BAŞKAN - Sayın Zozani, müsaade eder misiniz...
Bakın, ben hiçbir şey göremiyorum. Ne konuşmacıyı görebiliyorum ne bir şey görebiliyorum.
İZZET ÇETİN (Ankara) - Koskoca saray yaptırdınız, büyük bir salon yaptıramadınız.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Zozani.
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Sayın Bilgiç, evet, biz sizinle birbirimizi çok gördük. Bu ara bu on dakika görmesek de olur Sayın Başkan.
BAŞKAN - Duyamıyorum sizi. Görmeyince duyamıyorum ben.
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Bakınız değerli arkadaşlar, bu döneme ilişkin 1933'ten 1938'e kadar çoğunda Atatürk'ün de müdahil olduğu o Dersim katliamının kararlarına dâhil tutanaklar var; dilerseniz açayım, hiç gerek yok ama bu, arşivimizde var. Bu arşiv birilerimizin belleğini yaraladı, birilerimizin bu ülkeyle aidiyet duygularının zayıflamasına sebebiyet verdi. Bunu oturup düşünmek lazım. Düşünüp sonuç çıkarmamız gerekir.
Günümüze gelince, bakın, geçen gün böyle... Komisyonumuzda bulunan kadın arkadaşlarımızdan özür dileyerek, bir yerle bağlantılandıracağım, bugünle bağlantılandıracağım. Bir ses dinleteceğim şimdi. O günün Türkiye'si ile bugünün Türkiye'si arasında ne fark olmuş, onu sizin dinlemeniz için. Dinleyeceğiniz ses Hakkâri Yüksekova'dan, 8 Kasım 2014'te...
(Anlaşılamayan bir ses kaydı dinletildi)
Bugünün sesiydi. Biri 1937, biri 2014. Aynı coğrafya. Başka ülkede olsa kıyamet kopar bunun için, herkes buna itiraz eder. Ben sadece iktidar partisine serzenişim değildi bu. Bir polisin zırhlı araçla halka, çok affedersiniz, her türlü küfrü ettiğini duyan muhalefet parti milletvekillerinin de kıyamet koparması gerekirdi. Biz o zaman bir olurduk. "Hayır, sen bu halka küfredemezsin." demeliydi. Duymadım bugüne kadar, bir itiraz duymadık bu konuda. Şimdi, biz, herkes kendi cenahından olaylara müdahil olup herkes kendi cenahından resmi okumaya başlarsa maalesef doğru sonuç çıkaramayız.
8 Kasım gündüz, öğleden sonra -hiç iftira atmıyorum, vali ve kaymakamın kabul ettiği, evet- polis zırhlı araçtan halka küfretmiştir, raporlaştırmıştır bunu, kabul etmiştir. Bir Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili arkadaşım çıkıp buna itiraz ederse bugün burada ben anlamlı bulurum bu itirazı. Bir Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşım buna itiraz ederse ben anlamlı bulurum. Bir duygudaşlık gelişmiş olur bizim içimizde.
Bakıyorum, bakın, 2002'den 2014'e aynı bölgede toplumsal olaylarda yaşamını yitiren insan sayısı, sokakta gösteride bulunan insan sayısı... 80 insan yaşamını yitirmiş toplumsal olaylarda. Bunların hangisini mazur görebiliriz? Özellikle merak ettim, Sayın Bakanın da yakından bildiği bir olay olduğu için söylüyorum. 28 Mart 2006 Diyarbakır olayları yaşanırken -ki 13 kişi yaşamını yitirmiş o olaylarda- Meclis o gün ne görüşmüş merak ettim, baktım. Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Sayın Muharrem İnce'nin "TRT'de niye daha fazla türküye ver verilmiyor?" önergesi tartışılmış. Ama ülkenin bir bölümünde bir günde, iki günde 10 vatandaş ki içlerinde Enes Ata var 8 yaşında, kameraların önünde son nefesini verdi. Bu olayların olduğu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi "TRT'de niye fazla Türkü çalınmıyor?" tartışması yapmış. O dönem iki parti var Parlamentoda ve muhalefetin Türkiye gündemine taşıdığı konu bu. Muhalefet böyle yaklaştıktan sonra iktidar da zaten hiç olayların görünmesini arzu etmemiştir.
Bugüne geliyorum. Yine bugün üzerinden değerlendirme yapıyorum. 6-7-8 Ekim olaylarında. Bakın, bu konuda biz ne söylediysek herkes kulak ardı etti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - HDP'ye yönelik linç kampanyası kime ne kazandıracak, doğrusu merak ediyorum. Ama hiç kimse de eğilip şuna bakmadı, demedi ki: "HDP 6-7-8 Ekim Kobani eylemlerinin topyekûn araştırılması için Meclis Genel Kuruluna 3 tane araştırma önergesi getirdi." Hodri meydan, araştıralım diyoruz. 3 askerin Yüksekova sokağında gündüz, silahsız ve sivil vaziyette öldürülmesini, katledilmesini araştıralım dedik. Kim yapmış bunu? Getirin, birlikte araştıralım, birlikte de lanetleyelim. Aynı şekilde bir astsubayın ailesiyle birlikte Diyarbakır'da dolaşırken ensesine sıkılan kurşunla yaşamını yitirmesini araştıralım, açığa çıkaralım, kimse birlikte lanetleyelim dedik. Bununla da yetinmedik, Bingöl olayını araştıralım dedik. Hükûmetin kolayına geldi. Otomatik olarak PKK'nin üzerine atmak Hükûmetin kolayına geldi ama başta Hükûmet için Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından bu olayların aydınlatılması namus borcudur. Hep birlikte araştırıp ortaya çıkarmamız gerekiyor, bu failleri ortaya çıkarmamız gerekiyor.
Sayın Bakan, mutlaka siz de izlemişsinizdir, Van'da vatandaşın sivil aracını TOMA'yla ateşin içine sürükleyen polisi siz görmüşsünüzdür, o TOMA görüntüsünü siz izlediniz. Evet, orta yerde bir Vandalizm vardı, bu olaya bakarak doğru tarifi yapmışsınız, evet, Vandalizm bu işte.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Zozani, lütfen toparlayın.
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Devletin zırhlı aracıyla vatandaşın aracını ateşe sürükleyip olayları büyütmek, olayları provoke etmek, evet, Vandalizm'dir. Tarifse budur, Vandalizm olarak tarif edilecek bir şey varsa, Vandallık olarak görülecek bir şey varsa budur, bunun ötesi yok. Kibir eninde sonunda insanı ele verir. Devlet, kullandığı enstrümanlar vasıtasıyla Kürt halkına karşı uyguladığı politikalarda kibre düşmüştür ve kibir devleti suçüstü yakalatmıştır Van'da. Bu bir suçüstü hâlidir.
Diyarbakır'da olay yoktu, Varto'da insanlar ölürken Diyarbakır'da daha eylem bile başlamamıştı. Kurtalan'da, Dargeçit'te insanlar polis, asker kurşunuyla ölmüş. Hem de bir iki değil, bakın burada, arkadaşlarımız rapor hazırlamışlar, isim isim sizinle paylaşabiliriz, hepsi burada duruyor, şurada duruyor, isim isim sizinle paylaşabiliriz. Faili meçhul 7 olay dışında diğerlerinin hepsinin faili belli. Polis kurşunuyla, jandarma kurşunuyla insanlar yaşamını yitirdi; kaç soruşturma başlattınız? Bu olayla ilgili nasıl bir değerlendirme içerisindeyiz? Çok açık, net ifade ediyorum: Suçluyu erken buldunuz ama bulduğunuz suçlu, suçlu değildi. Devletin suçüstü hâlini gizlemek için suçu hemen başkalarına yüklediniz ama eninde sonunda... Bir hafta, iki hafta, on gün, yirmi gün, bir ay, iki ay bunu gizlediniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Zozani, lütfen toparlayın.
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Gizleyebildiniz buraya kadar, e, bundan sonrası, ses kaydına ne diyeceksiniz? Van sokağındaki görüntüye ne diyeceksiniz? E, o zaman, oturup bir yüzleşmek gerekiyor, kendimizle yüzleşelim.
Sayın Bakan, bu devlet sizin olduğu kadar benim de devletimdir. Bu devlet Milliyetçi Hareket Partisinin olduğu kadar benim de devletimdir, Cumhuriyet Halk Partisinin olduğu kadar benim de devletimdir. Biz hatta hepsini aşan bir uhde bu ülkenin önüne koyuyoruz, demokratik çözüm ve barış süreci devletin mevcut uhdesini aşan bir fırsatı Türkiye'nin önüne koyuyor; küçülmeyi değil, büyümeyi fırsat koyuyor. Bu büyümeyi biz konuşurken elbette ki görüşlerimizle birlikte görüşeceğiz, konuşacağız. E, kusura bakmayın, biz Türkiye'nin geleceğini konuşursak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Zozani, lütfen toparlayın.
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Bitiriyorum Sayın Başkan, son cümlem.
E, kusura bakmayın, biz Türkiye'nin büyümesini konuşurken kimse bizi farklı bir şekilde ne göstermeye kalkışsın ne de itham etmeye çalışsın. Ben pek çok kişiden, bu ülkede işi gücü hamaset olan pek çok kişiden daha sağlam bağlarla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Evet, ben Türkiye'nin geleceğini konuşuyorum. Geçmiş yaraları daha da deşip fazla kanatma taraftarı değilim ama geçmişi bileceğiz, geleceği birlikte kuracağız.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Zozani.
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum Sayın Bakan.
Teşekkür ediyorum.