| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 03 .12.2025 |
HAKAN ŞEREF OLGUN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar; hepinize hoş geldin diyor, saygılar sunuyorum.
Adalet Bakanı çıkıyor "On birinci yargı paketini tamamladık." diyor, ardından daha mürekkebi kurumadan "On ikinci paket de hazır." diye yeni bir açıklama geliyor ama asıl sorun şu: Her paket açıklandığında toplumsal bir beklenti yaratılıyor, başlıklar pompalanıyor, sözler veriliyor, sonra paket Meclise geliyor, kapağını açıyoruz ve yine aynı tabloyla karşılaşıyoruz; yaklaşık 30-35 maddelik bir torba, maddelerinin yarısı Anayasa Mahkemesi kararlarının iptallerinin zorunlu tamiri, diğer yarısı da kim olduğu belli olmayan birilerine özel küçük düzenlemeler. Vatandaşın yıllardır beklediği ne var? Uzun tutukluluk sorunu yok, bağımsız ve tarafsız yargı yok, HSK düzenlemesi yok, yargı pratiğini düzeltecek tek bir köklü adım bile yok. Yani Bakanın kameralar karşısında verdiği büyük sözlerin, toplumun "umut" diye tuttuğu başlıkların hiçbiri bu pakette yok ve en önemlisi bu paketler artık reform için değil, beklenti yönetmek için hazırlanıyor. Basına bir açıklama, birkaç gün umut, sonra hiçbir şey çıkmayınca yeni paket. Bu döngüde, vatandaşla muhatap olan biziz, vatandaşın yüzüne bakacak cümleyi bulmak imkânsız hâle geliyor. Bu paketlerin adı "reform" olabilir ama içeriği sadece gündem yönetimi. Bu paketin içinde yine hukuk mesleklerine giriş sınavına ilişkin tek bir düzenleme yok, oysa Adalet Bakanı çok açık bir ifade kullandı: "Hukuk mesleklerine giriş sınavını daha etkin hâle getirmek ve başarıyı daha net ölçen bir sisteme dönüştürmek için çalışmalar yapıyoruz." O zaman buradan soruyorum: Ne çalışması, nerede bu çalışma; kim yapıyor, hangi aşamada, takvimi ne, bunun cevabını verin. Ama biz çözümü ortaya koyduk, somut adım attık, hukuk mesleklerine giriş sınavı mağdurlarının staj yapabilmeleri ve barajı düşürerek hak kaybı yaşamamaları için hazırladığımız kanun teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunduk. Tabii, gündeme alınmadı, alınmasını da beklemiyorduk zaten; şimdi de bu konuda önerge veriyoruz, geçici bir maddeyle gençlerin staj yapabilmesini sağlayacak, 70 baraj sınırını 60'a çekecek düzenleme hazır; buyurun, çözüm burada; madem çalışıldığını söylüyorsunuz, gelin, o zaman gençlerin hayatını ertelemeyelim. Biz burada madde madde düzenleme tartışırken o gençler hayatlarının en kritik dönemini bekleyerek tükeniyor. Bu mesele bir sonraki pakete, bir sonraki Genel Kurula, bir sonraki seçim sonrasına ertelenemez. En azından geçiş döneminde bu karmaşık süreç netleşene kadar en azından gençlerin stajlarını yapabilmelerine imkân tanıyacak düzenlemeyi bu pakete ekleyelim. Bu ülkenin hukuk fakültesi mezunları bugün ne yapıyorlar biliyor musunuz? Kasiyerlik yapıyor, kargo kolisi taşıyor, motokurye olarak çalışıyor çünkü staj yapamıyorlar çünkü gereksiz ezberle doldurmuş HMGS sorularını geçemiyorlar. Geçen gün Plan ve Bütçe Komisyonunda da söyledim, bu sınavda öyle sorular var ki bu sorularla ne biz geçeriz ne bürokratlar. Sayın Bakanın geçerli puan alması ise zaten mümkün değil. Bu sorular hukukla değil, gereksiz bir ezber yarışmasıyla ilgilidir, gerçek hayatta hukuk pratiğiyle hiçbir bağı olmayan, sırf insan emeği için hazırlanmış sorular. Ve iddiamı buradan tekrarlıyorum: Gelin, hep birlikte girelim bu sınava, ben hazırım. Komisyondaki tüm arkadaşlara da çağrımdır; zaman kim haksız, kim haklı; hepimiz görürüz.
Sayın Başkan, covid infaz düzenlemesiyle ilgili de çok kritik bir noktaya gelmiş durumdayız ve bunun altını kalın bir şekilde çizmek zorundayız. Evet, düzenlemenin 27'nci maddesini, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılığı gidermeye yönelik bir düzenleme olması nedeniyle olumlu buluyoruz. Bu paketin mevcut hâli infazda geniş bir iyileştirme alanı bırakıyor ve bu durum kadına şiddet ve cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar bakımından çok ciddi bir toplumsal kaygı yaratmaktadır çünkü böyle kapsamlı bir infaz düzenlemesi yapılırken cinsel saldırı, çocuk istismarı, kadına şiddet ve benzeri suçların açıkça kapsam dışında bırakıldığını gösteren tek bir net hüküm yok. Bu suçlar toplumun en ağır suçlarıdır çünkü infaz düzenlemelerinde ilk bakılması gereken şey hükümlülerin değil, mağdurların haklarıdır. Kadına şiddet ve cinsel suçlar bu düzenlemenin kesin olarak kapsamı dışında bırakılmalıdır, burası bizim kırmızı çizgimiz olmalıdır.
Diğer mesele şu: TCK 158 uygulamasında sadece hesabını kullandırdığı için yargılanan ve dolandırıcılık kastı bulunmayan kişiler ile gerçek faillerin aynı ceza tehdidine tabi tutulması büyük bir adaletsizliktir. Bu nedenle, kast ve fail ayrımını netleştiren orantılı bir düzenleme yapılması zorunludur. Kasti olmayan, haksız menfaat elde etmeyen, sadece hesabını kullandırdığı için ağır cezalara mahkûm edilen insanlar gerçek faillerle aynı şeyi şekilde cezalandırılmamalıdır. Bu nedenle, teklif metnindeki bu eksikliğin de giderilmesini istiyoruz.
Sözlerime son verirken birkaç şey daha ifade etmek istiyorum: Biz yıllardır "yargı reformu" başlığı altında paket üzerine paket konuşuyoruz ama herkes biliyor ki bu paket de bir reformun sonucu değil, gerçek reformun yapılmadığının itirafıdır. Eğer bu ülkede adalet işleseydi biz bugün 11'inci paketi değil, hâlâ ilk pakette çözülemeyen sorunların tekrarlanan versiyonlarını tartışıyor olmazdık. Bugüne kadar çıkarılan 10 pakette hangi büyük sorun çözüldü, hangi adalet yarası kapandı? İşte, bunun en çarpıcı göstergesi tutuklama pratiğidir. Bir ülkede tutuklama nasıl uygulanıyorsa hukuk devletinin seviyesi de oradadır. Tam da bu yüzden ana meseleye yani Türkiye'nin en can yakıcı yargı sorununa geliyorum. Bütün bu paketlerin ortak noktası şu: Asıl acıyan yere hiç dokunmuyorlar, Türkiye'de adaletin en çok kanadığı yeri, tutuklama uygulamalarını bilerek, isteyerek, ısrarla paketin dışında bırakıyorlar.
Şimdi, gelin, en büyük yaraya bakalım. Kanun açık, tutuksuz yargılama esastır ama pratikte ne görüyoruz? Tutukluluk artık bir tedbir değil, cezanın peşin infazı. Basın özgürlüğü Anayasa’nın 28'inci maddesiyle güvence altında, haber yapmak, eleştirmek zaten suç değil ama bugün gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler hâlâ cezaevinde. Neden? Çünkü sorun hukukta değil, hukuku uygulamakla görevli olanların hükmü ya uygulamaması ya da genişletilmiş yorumla cezaya dönüştürmesi. Bugün Türkiye'de tablo şu: Tutuksuz yargılama istisna, tutuklama kural hâline gelmiş durumda. Uzun tutukluluk bir ceza dönemi gibi yaşanıyor. Üstelik yıllarca tutulan insanlar beraat ederse "Bu kadar süre niye içeride tuttunuz?" sorusuna yanıt verilemeyeceği için, bu kez tutuklu kaldığı süreyle denk gelecek cezalar veriliyor, hukukun kendi çelişkisini kapatmak için verilen cezalar. Yüksek mahkemelerde de durum farklı değil. İstinaf, Yargıtay bazen dosyayı esastan incelemeye geçmeden kişinin tahliye talebine bakmıyor. Böyle olunca da şu skandal ortaya çıkıyor. Kişi mahkemenin verdiği cezanın gerektirdiği süreden daha uzun süre cezaevinde kalabiliyor, ceza bitiyor ama kişi içeride çünkü dosya esastan alınmamış, hukuken hiçbir izahı yok. Fatih Altaylı örneğinde de bunu gördük, gerekçeli karar yazılıyor, tebliğ ediliyor, istinafa gidiliyor ama istinaf birkaç ay esastan incelemeye geçmezse, cezaevinde geçirilecek süre kanunda yazılandan fazla olabiliyor. Niye tahliye edilmedi Sayın Altaylı? Neymiş? "Kaçma şüphesi." Kim nereye kaçıyor? Fatih Altaylı'nın avukatları çok net bir tablo ortaya koydu. Tutuklamaya itiraz ettiklerinde "Deliller henüz toplanmadı." denilmiş, şimdi ise hükümle birlikte tutukluluğun devamını gerekçelendirmek için bu kez kaçma şüphesi ileri sürülüyor. Bir dosyada iki zıt gerekçenin bu kadar rahat kullanılabilmesi hukuki tutarlılık açısından değil ancak keyfîlik açısından izah edilebiliyor. Bu gerekçe hukuk tarihine absürtlük olarak geçecek niteliktedir. Kaçma şüphesi bahanesi sadece Altaylı için değil, yazdığı, konuştuğu, eleştirdiği için hedefe konulan bütün gazeteciler ve muhalifler için hazırlanmış bir torba gerekçedir. Türk yargısında eşik tam burada aşılmıştır. Soruyorum: Bu ülkede rasyonel bir insan böyle bir hukuk ikliminde kendisini güvende hissedebilir mi? Kim "Evet, ben bu sistemde adil yargılanıyorum." diyebilir? Bizim görevimiz de bu adaletsizlikleri burada, bu kürsüde söylemek ve çözüm için mücadele etmektir diyor, saygılar sunuyorum.