KOMİSYON KONUŞMASI

TURAN TAŞKIN ÖZER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar ve tabii ki çok değerli Barolar Birliği Başkanımız Sayın Erinç Sağkan hoş geldiniz.

Tabii, bugün burada Sayın Başkanım, konuşacağız, konuları anlatacağız "Hukuk ve adalet sistemini daha iyi hâle nasıl getirebiliriz?" diye önerilerimizi sunacağız diğer arkadaşlarımızın da yaptığı gibi, biz de görmüş olduğumuz eksiklikleri vesaireyi anlatacağız. Ancak yine şunu fark ediyorum: İktidar çoğunluk gücüne dayanarak tabii ki bütün önerilerimizi reddedecek, kabul etmeyecek. Bir kere, bunun vebali boynunuzdadır yani onu size söylemiş olayım. İleride -biraz önce bahsedildi, Nurettin Bey bahsetti, keşke burada olsa da yüzüne söylesem- bu tutanaklar açıldığında bunun vebalinin yani Anayasa'ya aykırı yasa yapmanın vebalinin üzerinizde olduğunu belirtmek isterim.

İkinci olarak şunu söyleyeyim: Israrla bir cümle kullanılıyor burada "Konuya odaklı konuşalım, kanun üzerinde konuşalım." vesaire. Bakın, bu konuların tamamı yargı reformu strateji belgelerinin üzerinden oluşturulan yargı paketleriyle önümüze geliyor. Yargı reformu da ne için yapılır? Adalet sistemi daha düzenli işlesin diye yapılır. Dolayısıyla, biz, adalet sistemi üzerinde gördüğümüz bütün eksiklikleri burada milletvekili olarak konuşur, anlatırız; bu da bizim üzerimize vebaldir, biz de bunun karşılığını veriyoruz.

Üçüncü olarak şunu söyleyeyim: Komisyon Sözcümüz Sayın Süleyman Bülbül burada bir konuşma yaptı ve öyle, beklenmedik bir biçimde, sanki ayırımcılık yapmakta olduğuna dair cümlelerle karşılaştı. Komisyon sözcümüz ayrımcılık yapmadı, ayırımcılık yapılmamasının gerekliliğine dikkat çekti; herhâlde arkadaşlarımız bunu anlayamadı ama madem öyle, madem bunu konuşuyorlar, madem bu konuda AK PARTİ'li milletvekilleri bu kadar samimiler o zaman, yargıda, millî eğitimde, kamuda işe alımlarda daha önce seçim vaadi olarak sundukları şu mülakatı bir kaldırsınlar. Sayın Başkan, madem bu kadar samimiler mülakatları bir kaldıralım, getirin kanun teklifini buraya, bütün kamu işe alımlarında mülakatları kaldıralım o zaman ama bunu söylemiyorlar. Bunu da ifade etmek istedim.

Şimdi, Sayın Başkan, bugün görüşmekte olduğumuz on birinci yargı paketi Türkiye'de adalet düzeninin nasıl çöktüğünün, nasıl çürütüldüğünün, hukukun iktidarın ihtiyaçlarına göre nasıl eğilip büküldüğünün, yargının siyasetin gölgesine nasıl girdiğinin, aynı zamanda, anayasal zeminin de nasıl terk edildiğinin açık göstergelerinden biri daha yani bir paket daha; paket paket konuşuyoruz, bir paket daha, benzer bir paket. Teklifteki birçok maddenin daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olması ve tekrar önümüze geliyor olması da işte, bu düzenin bir sonucu ve resmi. Geldiğimiz noktada da biz Meclis olarak mesaimizi iktidarın Anayasa'ya aykırı olarak yapmış olduğu yasaları düzeltmekle geçiriyoruz burada. Geldik burada, iktidar Anayasa'ya aykırı yasa yapıyor, Anayasa Mahkemesi onu düzeltiyor, biz de geliyoruz burada Adalet Komisyonunda bütün mesaimizi bununla ilgili geçiriyoruz, bunu düzeltmek için mesai harcıyoruz. Harcamamız da gerekir ama keşke iktidar Anayasa'ya aykırı bu yasaları yapmasa, önümüze getirmese.

Şimdi, Başkanım, size de şunu söylemek isterim: Biraz önce Komisyon sözcümüz konuşurken Anayasa’nın 10'uncu maddesindeki eşitlik ilkesini hatırlattınız. Madem bunu hatırlatıyorsunuz ben sizden tarafsız bir Başkan olarak şunu da beklerdim: Anayasa’nın 153'üncü maddesini de hatırlatmanızı isterdim çünkü bu ülkede Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor ve siz, Anayasa’nın 10'uncu maddesini eşitlik ilkesine dayalı olarak hatırlatırken Anayasa’nın 153'üncü maddesini burada hatırlatmıyorsunuz, onu da hatırlatmanız lazım. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmamasını ve uygulanmaması sebebiyle şu an cezaevlerinde yatan insanlar olduğunu, Tayfun Kahraman gibi insanlar olduğunu, Can Atalay gibi insanlar olduğunu burada tarafsız, bağımsız bir Komisyon Başkanı olarak hatırlatmanız gerekirdi.

Kamuoyunda Covid mağdurları olarak bilinen vatandaşları aylarca oyaladık "Şu pakette gelecek, bu pakette gelecek." diye. Oyaladınız, getirmediniz, şimdi getirdiniz, aylarca mağdur ettiniz. "Eşitsizlikleri de gidereceğiz." dediniz ama daha teklife bakar bakmaz görüyoruz ki iktidar bu eşitsizlikleri gideremez; aksine, her düzenlemede yeni bir eşitsizlik doğuyor ve yeni eşitsizlik karşımıza geliyor. Aynı tarihte tek bir eylem nedeniyle birden fazla ceza verilmişse yani cezalar içtima edilmişse kişi Covid düzenlemesinden de yararlanamıyor, salt teknik bir içtima işlemi nedeniyle de kapsam dışı kalıyor. Bu durum Anayasa’nın eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır ve yeni mağduriyetlerin doğması da kaçınılmazdır. Aslında, sözün özü şu: Tekrar bu konuyu da bir daha getireceğiz, burada görüşeceğiz gibi görünüyor. Ayrıca, depremde ailelerini kaybedenleri de burada atlamayalım, bizleri de yüzlerce insan aradı. Bu depremde o canları yitirmemize sebep olan kişilerin de bu yasadan yararlanacak olduğunu tekrar hatırlatıyorum.

Bakın, bizler Mart 2024'te sekizinci paketi konuştuk, Kasım 2024'te dokuzuncu paketi konuştuk, Haziran ayında onuncu paketi konuştuk, 2025 yılı bitmeden on birinci paketi konuşuyoruz, daha, on birinci paketi konuşurken Adalet Bakanının "On İkinci de yolda." cümlesini duyduk, demek ki on ikiyi de konuşacağız. Şimdi, bu paketler suç işleme oranını azaltacağı, caydırıcılığı artıracağı iddiasıyla her sene ortalama 2, 3 yargı paketi olarak önümüze geliyor ama ben size birkaç adli sicil istatistiği vermek isterim: 2024 yılında ceza dava sayısı bir önceki yıla göre -hazır, Adalet Bakanlığı temsilcimiz de buradayken- yüzde 49,6'lık artış oranıyla 2 milyon 619 bin 651'den 3 milyon 919 bin 685'e çıkmış. 2023 yılında dolandırıcılıktan 119 bin dosya açılmışken 2024'te dosya sayısı yüzde 41 artışla 169 bin dosyaya çıkmış. Uyuşturucu kullanımı suçu yüzde 33, uyuşturucu ticareti yüzde 21 artmış. Toplam 2 milyon 186 bin 437 ceza dosyasının 991 bin 455 tanesi için mahkûmiyet kararı verilmiş. 2023 yılında 1 milyon 498 bin 837 olan sanık sayısı 2024'te 3 milyon 733 bin 834'e çıkmış. Şimdi, bunları niye söyledim? Şunun için: Başkanım, Sayın Adalet Bakanlığı Temsilcimiz, Bakan Yardımcımız; suç işleme oranlarının artması cezaların hafifliğinden değil kanunların gereği gibi uygulanmamasından kaynaklanıyor. Defaatle burada söyledik; evet, kanunlarımız var ama uygulamada büyük sorunlar var. Bu kanunlar gereği gibi uygulanmazsa biz bu sorunları yaşamaya da devam edeceğiz.

Kanunu, Anayasa'yı uygulamamanın sistematik hâle geldiği, kanunu uygulayanın ise -hasbelkader bir hâkim, savcı kanunu uyguluyor ise- yaptırımla karşılaştığı bir düzen bu ülkede yaratıldı. Nasıl yaratıldı? Ben hemen onu da anlatayım. Şimdi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve partimizin 15,5 milyon oy alarak Cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu'nun diploma iptal davasında üniversiteden "Nedir bu açık hata?" diye soran heyetin tamamı dağıtıldı. Akın Gürlek dosyasına bakan mahkeme heyetinde Ekrem İmamoğlu'nun beraat etmesi gerektiği konusunda muhalefet şerhi yazan hâkim İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki görevinden alınarak sürgün edildi. Diploma için açılan ceza dosyasının ilk duruşmasında avukat Mehmet Pehlivan'ı SEGBİS'le duruşmaya bağlayan, buna karar veren hâkim... Cumhurbaşkanı danışmanı üslupsuz bir çağrıda bulunmuştu hatırlarsanız "Böyle iş olur mu?" diye; anlaşılan o çağrı yerine ulaşmış olacak ki anılan hâkim Kahramanmaraş 13. Asliye Ceza Mahkemesine gönderildi. Vallahi hiçbir şeyi şansa bırakmıyorlar. Sayın hakimin suçu -parantez içinde- bununla da sınırlı değil, aynı hâkim Şişli Belediye Başkanı Sayın Resul Emrah Şahan'ın yargılandığı davada itiraz dilekçelerinin, tutukluluğa ilişkin itiraz dilekçelerinin sulh ceza hakimliklerinde bekletilmesi, yasal süre olan üç gün içerisinde sulh ceza hakimliklerine gönderilmemesi gibi hak ihlallerini dile getirdiği için, bu şerhi düştüğü için görevinden alınarak Kahramanmaraş'a gönderildi. Şimdi, İstanbul Başsavcısı İBB operasyonun nasıl bilindiğini tespit etme çabası içerisinde; bunu kamuoyuna açıklıyor, röportaj veriyor, gidiyor gazetelerde boy boy röportaj veriyor, bakın, yasak olmasına rağmen. AKP'liler Cumhuriyet Halk Partisi belediyelerine yönelik operasyon olacağına dair imalarda bulunuyorlar. Kendisine "gazeteci" diyen birtakım şahıslar televizyonlarda çıkıyorlar "Böyle bir operasyon yapılacak, şöyle bir operasyon yapılacak. Operasyonun ilk adımları, operasyon dalga dalga geliyor." diye bangır bangır bağırıyorlar, yazıp çiziyorlar iktidar medyası olarak. 19 Marttan, operasyondan önce de insanların mal varlıklarına, hesaplarına tedbir konuluyor, mal varlıklarına el konuluyor ama hâlâ operasyonun nasıl önceden bilindiği üzerine bir kurgu çabası var. Kurgu yapıyorlar "Vay, şöyle köstebek var, vay bilmem ne renkli savcı var, vay bundan öğrendim." diye. Bakın, bunun tek sebebi var: Kendi operasyonlarını kendi yandaşlarına sızdırmış olmaları ve bu sebeple, tedbir alamamış olamamalarının sorumlusunu arıyorlar bir şekilde. "Bu bizim suçumuz değil; vay işte, köstebek şu sızdırdı. Bu bizim suçumuz değil; vay bu buna söyledi de öyle sızdı." Bunun tedbirini almaya çalışıyorlar, kendi beceriksizliklerini örtmeye çalışıyorlar.

Yine, teklifin gerekçesinde Dördüncü Yargı Reformu Strateji Belgesi'ne atıf yapıp "Hukuki güvenliği güçlendireceğiz, öngörülebilir bir adalet sistemi kuracağız, onarıcı adaleti yaygınlaştıracağız." diyorsunuz. Oysa yargıdaki tablo bu belgelerdeki hedefleri fiilen hükümsüz kılmış durumda. Gazeteci Fatih Altaylı'nın bir yorumundan Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı çıkarıp sırf ceza beş yılın altına düşmesin diye TCK 310'a iliştirip "Hüküm kesinleşmeden kaçma şüphesi var." diyorsunuz. Ya bunu diyen bir hâkim var, bunu iddia eden, ortaya koyan bir savcı var ve tutukluluğun devamına karar veriyorsunuz; olacak iş değil. Buna karşılık, bakın, buna karşılık bir tarafta zorla yaratılan bir suç, üretilen bir suç âdeta ama diğer tarafta eski Kızılay Başkanı Kerem Kınık'ın kızı Fatma Zehra Kınık bir gencin ölümüne bakın, ölümüne yol açtığı davada sadece bir gece gözaltında kalıyor, tutuksuz bir biçimde yargılanıyor. Şimdi, bunun neresi adalet sormak isterim. Hollandalı uyuşturucu baronunun Türkiye faaliyetlerini yöneten kişi tahliye ediliyor. Savcılık itiraz ediyor o arada ama sanıklar bu arada firar ediyor. Üstelik tahliye kararını rüşvetle verdiği iddia edilen mahkeme heyetinin iki üyesi de görevlerine iade ediliyor. Şimdi, bunun neresi adalet? Nasıl inanalım, nasıl peşinden yürüyelim? Mümkün değil.

Yine, teklifte biraz önce arkadaşlarımız da bahsetti Sayın Ekrem İmamoğlu'na -artık nasıl bir çekince ve korkuysa- yönelik özel düzenlemeler mevcut. Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret iddiasıyla yargılandığı dava dokuzuncu yargı paketinde hakaret suçlarının bir kısmının ön ödeme kapsamına alınmasıyla düşmüştü. On birinci pakete geldik, hakaret suçlarının tamamını ön ödeme kapsamına alıyoruz ama kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret kapsam dışı bırakılıyor. Niye? Çünkü Ekrem İmamoğlu'nun öyle bir suç işlediği iddia ediliyor, artık nasıl bir çekinmeyse bu. Çekinmeyin ya! O sandık gelecek, önümüze gelecek yani. Kaldı ki bu maddenin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine dair Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yıllardır Türkiye aleyhine karar veriyor, Türkiye'yi uyarıyor ama dikkate almıyorsunuz. Siz de yargı reform belgelerinde, eylem planlarında yıllardır "Bunları düzelteceğiz." "Evet, bu meseleyi ele alacağız, düzelteceğiz." dediniz ama yapmıyorsunuz. On birinci paket geldi burada yine bir aradayız, dokunmuyorsunuz.

Avukatlarımızın disiplin işlemlerine ilişkin -Barolar Birliği Başkanımız da burada- bir çalışma yapıldı tabii ki disiplinel maddelere ilişkin ama övündüğünüz o reform belgelerinde avukatlık müessesesinin ve savunmanın güçlendirileceği kamu avukatlarının -burada biraz önce kalktılar, bakın, kamu avukatları, bütün kurumların avukatları tek tek ayağa kalkarak kendilerini tanıttılar- çalışma esaslarının düzeltileceği, avukatların bilgi ve temin etmelerine ilişkin yasal yetkilerinin genişletileceği o reform belgelerinizde yazıyordu, dilerseniz çıkarırız, birlikte okuruz ama bakıyoruz on birinci pakette de bir arpa boyu yol alınmadı bu konularda bakın, bir arpa boyu yol alınmadı.

Teklifte yargı bağımsızlığı, suçla etkin mücadele, savunmanın güçlendirilmesi yok ama mülkiyet hakkına müdahale; bunları görüyoruz. Nitelikli hırsızlık, nitelikli dolandırıcılık ve banka kredi kartı suçlarında sadece bir memurun kanaatiyle bakın, bir memurun kanaatiyle ilgili mali kurumlarca hesapların kırk sekiz saate kadar askıya alınmasının önü açılmış; yani yarı yargı. Yargı denetimi yok, hâkim kararı zorunlu değil, TCK 128'in koruması devre dışı bırakılmış. Dahası bankalara, ödeme kuruluşlarına ve kripto hizmet sağlayıcılarına âdeta -biraz önce söyledim- yarı yargısal yetkiler veriyorsunuz.

Bir geniş yetki de sulh ceza hâkimliklerine verilmiş bakın bu teklifte. İlk bakışta ihlal gibi tamamen yoruma açık bir kriterle sulh ceza hakimliklerine ayrıntılı bir inceleme yapmadan yirmi dört saat içinde içerik kaldırma ve erişim engelleme kararı verme yetkisi tanınıyor. Şimdi tam bu noktada bir konudan bahsetmek isterim, BTK Başkanımız da hazır burada, gelmişler. Şimdi, Yaman Akdeniz Hocamız var, Sayın BTK Başkanım, internet ve insan hakları konularında akademisyen ve hukukçu. Şimdi, iki mesele, birincisi şu: 19 Mart sabahı başlayan ve İstanbul'un genelini etkileyen bant genişliği daraltılması tam kırk sekiz saat sürmüş ve bu uygulamaya ilişkin BTK'den birtakım kararlar talep edilmiş Hoca tarafından. Bilgi edinme hakkı başvurusu sizin tarafınızdan reddedildiği için idari yargıda dava açmış ve kazanmış. BTK'ye karşı bant genişliği daraltması uygulamasıyla kazandığı da ilk dava değil bakın, üçüncü daha olmuş. Daha önce Kahramanmaraş depremleriyle ilgili talep etmiş, TUSAŞ saldırısı sonrası bant daraltma uygulama kararlarını alabilmek için talep etmiş, vermemişsiniz, o davaları da açmış, o davaları da kazanmış ve vermemişsiniz. Bu son karar da dâhil olmak üzere idari yargı tarafından üç kararda da oy birliğiyle karar alınmış. Ne demiş idari yargı burada? "Sen bu belgeleri savunmanda hizmete özel millî gizlilik derecesi taşıdığı gerekçesiyle paylaşmıyorsun ama gerekçesiz gizlilik olmaz." demiş. Mahkeme, idarenin bir belgeye soyut olarak "hizmete özel" demesinin yeterli olmadığını, talep edilen bilgi ve belgelerin hangi gerekçeyle gizli olduğunun ve neden hizmete özel gizlilik derecesine sahip olduğunun somut sebeplerle açıklanmasının zorunlu olduğu söylemiş. Mahkeme, burada hukuka aykırılık tespit ederek bu belgelerin, bu kararların talep edene verilmesini istemiş. Sayın BTK Başkanı, niye vermiyorsunuz? Hani şeffaflık? Hani hukuk devleti? Hani, Adalet Bakanı her gün çıkıp "Yargı bağımsızdır." diyordu; nerede şeffaflık? Niye vermiyorsunuz? Neden vermiyorsunuz? Bunun cevabını bugün burada bize vermek zorundasınız. Ha, bu arada, hasbelkader de olsa mahkemeler arada bir böyle doğru kararlar veriyor, işte orada da siz mızıkçılık yapıyorsunuz Sayın Başkan, mızıkçılık yapmayın. Bakın, idare mahkemesi kararları verildiği tarihte uygulanır; uygulayın, bu talepleri yerine getirin.

Hakeza yine -Sayın Adalet Bakan Yardımcımız burada- Yaman Akdeniz'e ait bu taleplerden hariç olarak biz de Cumhurbaşkanına hakaret davaları yani TCK 299 ve TCK 301'e dayalı Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devlet kurum ve organlarını aşağılama maddeleri kapsamında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalara ilişkin yine Yaman Akdeniz Hocanın kazanmış olduğu davaları, hatta Anayasa Mahkemesi kararını da ekine dercederek size bir soru önergesi verdik. Bu soru önergesinde de yıllara göre ayrı ayrı belirtmek üzere 2002-2025 yılları arasında açılan soruşturma ve kovuşturma sayılarını sorduk. Cumhurbaşkanına hakaret suçundan verilen mahkûmiyet, beraat, kovuşturmaya yer olmadığı, takipsizlik ve düşme kararlarının sayılarını sorduk. Aynı dönemde TCK 125/3 (a) suçu kapsamında açılan -hani o kapsam dışı tuttuğunuz- kamu görevlisine görevinden dolayı hakaretten soruşturma ve kovuşturma sayılarını sorduk; bunların cevaplarını da sizden acilen bekliyoruz. Kayıtlara geçsin, cevaplarını bekliyoruz, vermezseniz yine vebali boynunuzadır.

Şimdi, iktidar, örgütlü suçlarda da derinleşen sorunları görmezden gelip yine ceza miktarını yükselterek çözüm ürettiğini bu teklifle iddia etmektedir. Oysa Türkiye'de mafyatik yapılar siyasilerle verilen pozlarla kendilerine bir zırh oluştururken -gidiyorlar, iki fotoğraf çektiriyorlar, zırhlarını oluşturuyorlar, gayet güzel- ve devlet içindeki koruma haklarıyla güçlenirken ceza artırımı manasız bir hâl alıyor. Çocukları bu yapılara sürükleyen cezaların hafifliği değil yoksulluk, eğitimsizlik ve sahipsizliktir. Sorunun kaynağına inmeden çözümü sosyal devlet politikalarında değil de cezaları artırmakta aramak ise -kusura bakmayın yani bakın, kaçıncı paket oldu, sorunun çözümünü burada aramak- acziyettir.

Adalet baskıyla, denetimsizlikle, talimatla değil özgürlüklerin genişlediği, hukukun üstünlüğünün korunduğu -gerçekten korunduğu- yargı bağımsızlığının güvence altına alındığı, sosyal ve hukuk devletinin varlığını sürdürdüğü bir düzende gerçekleşir, bu uygulamalarla gerçekleşmez. "Paket paket yargı reformu yapıyoruz." deyip Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği kararları -gerçi, onu da düzeltmiyorsunuz ama- düzeltmeye çabalayarak geçmez. Bu ülkenin ihtiyacı cezaları artırmak değil adaleti, özgürlüğü, demokrasiyi ve bağımsız yargıyı güçlendirmektir; Türkiye'yi karanlıktan çıkaracak olan da işte bu iradedir ama maalesef bu özgün iradeyi sizlerde göremiyoruz; sizlerde gördüğümüz, tek kişinin iradesine teslim olmak. Umarım bu esaretten bir an evvel kurtulursunuz diyorum.

Teşekkür ediyorum.