KOMİSYON KONUŞMASI

HAKAN ŞEREF OLGUN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, kıymetli bürokratlar; on birinci yargı paketinin 27'nci maddesini yani Covid dönemindeki toplu sağlık risklerini önlemek için getirilen geçici infaz tedbirinin yeniden düzenlendiği maddeyi görüşüyoruz. O dönem bu tedbir gerekliydi. Bugün ise bu uygulamanın açık ve net bir hukuki çerçeveye kavuşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Yani düzenlemeyi olumlu buluyoruz ama kritik çekincelerimiz var çünkü kapsam genişlediğinde hangi suçların bu düzenlemeden etkilenebileceğine dair ilişkin doğabilecek belirsizlik hem kamuoyunda hem mağdur kesimlerde hem de bizlerde ciddi bir kaygı yaratmaktadır. Bazı suçlar bakımından sınırların çok net çizilmesi gerekiyor. Kadına karşı şiddet ve cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar artık siyaset tartışmanın konusu değildir. Bilimsel veriler, toplumsal gerçeklik ve uluslararası hukuk tarafından geri adım atılması mümkün olmayan mutlak bir yasak alanı olarak tanımlanmaktadır. Şimdi, önemli bir kesim "Onuncu yargı paketinde kesinleşmemiş dosyalar için eşitliği savundunuz. Şimdi, neden sınır koyuyorsunuz?" diye eleştiri getirebilirler. Açık konuşmalıyız. Evet, onuncu paket sırasında eşitliği savunduk ama o tartışmanın hiçbir aşamasında kadın ve çocuk suçlarının bu çerçeveye alınmasını desteklemedik çünkü eşitlik ilkesi, kadınların ve çocukların güvenliğini gözeten özel koruma hükümlerinin önünde bir engel değildir. Tam tersine, devletin bu güvenliği sağlama yükümlülüğünü güçlendiren anayasal temeldir. Şimdi, neden kadın ve çocuk suçlarında bu kadar net bir kırmızı çizgi koymamız gerektiğini anlatırken elimizde çok önemli bir uluslararası çalışma var, önce onu kısaca açıklamak isterim: Wave Ağı, Avrupa'da, 46 ülkede faaliyet gösteren kadın ve çocuklara yönelik şiddetle mücadele konusunda en kapsamlı veri toplayan sivil toplum platformudur. Her yıl ülkeler arasındaki farkları, devletlerin uygulamalarını, koruma mekanizmalarını ve şiddetin yaygınlık oranlarını karşılaştıran ayrıntılı raporlar yayımlar. Bu raporlar yalnızca akademik bir çalışma değildir. Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler ve birçok ülke tarafından politika oluştururken referans alınan belgelerdir. Türkiye, Kadına yönelik şiddetin hem yaygınlığı hem de yıkıcılığı bakımından açık ara en kötü tabloya sahip ülkedir. Raporun ortaya koyduğu veriler son derece sarsıcı. Türkiye'de her 10 kadından 3'ten fazlası yani yüzde 36'sı hayatında en az bir kez eşinden ya da partnerinden fiziksel şiddet görüyor. Psikolojik şiddet oranı yüzde 44, İtalya ve İspanya'dan açık şekilde daha yüksek. Koruyucu, önleyici mekanizmaların erişilebilirliği, etkinliği ve uygulanması ise 3 ülke arasında en zayıfı. Bütün tabloyu üst üste koyduğunuzda karşınıza çıkan sonuç şudur: Türkiye'de şiddetin yoğunluğu Avrupa ortalamasının neredeyse 2 katı. Peki, bu ne demek? Bu şu anlama geliyor: Bu ülkede cezasızlık ortaya çıktığı anda bir kadının ölme ihtimali Avrupa'daki benzer ülkelerin neredeyse 2 katı kadar artıyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Bizim hata yapma lüksümüz yok. Bizim cezasızlık oluştuğu anda kadınların ölme ihtimali Avrupa'nın 2 katı. Raporun ortaya koyduğu iyi örnekler içinde özellikle İspanya modeli dikkat çekiyor. İspanya'da kadına yönelik şiddet sadece bir adli vaka değil, toplumsal cinsiyete dayalı bir şiddet türü olarak tanımlanıyor. Bu tanım tüm kurumları ortak bir politika etrafına topluyor. Uzlaştırma ve ara buluculuk kesin olarak yasak çünkü bu suçlarda taraflar eşit güç konumunda değil. Failler için erken tahliye son derece sınırlı. Sistem önce mağdurun güvenliği ilkesini esas alıyor. Koruma tedbirleri hızlı, erişilebilir ve güçlü. Ülke çapında uzmanlaşmış mahkemeler, danışma hatları ve sığınak ağı bulunuyor ve en önemlisi, bu bütüncül politika devreye girdikten sonra İspanya'da kadın cinayetleri kayda değer biçimde azalmaya başlıyor. Yani doğru model, doğru uygulama hayat kurtarıyor. İtalya da benzer bir çizgide ilerliyor. Israrlı takip, çocuğun tanık olduğu şiddet, mağdura yönelik sistematik baskı gibi eylemler de cezaları ağırlaştıracak, etkin bir koruma alanı oluşturuyor. Şimdi, Türkiye'ye bakalım: Bu ülkede öldürülen kadınların çoğu öldürülmeden önce defalarca devlete başvuruyor, defalarca şikâyet ediyor, defalarca koruma istiyor ama ya kimse duymuyor ya geç kalınıyor ya da hiç harekete geçilmiyor. Kadınlar öldürülmeden hemen önce kapı kapı dolaşarak "Beni koruyun." demek zorunda kalıyor. Dünyada buna ölüm öncesi başvuru zinciri deniyor. Türkiye'deyse acı bir rutine, sıradan bir trajediye dönüşüyor. Bu, şu anlama: geliyor: "Biz, kadınları koruyamıyoruz, çocukları koruyamıyoruz." Bu suçlarda mağdur ile fail arasında güç eşitsizliği var. Tekerrür riski yüksektir. Bir de ülkemizde koruma mekanizmaları yetersiz, zayıf. Fail, dışarı çıktığında mağdurun korunacağına dair garanti yok. Bu nedenlerle kadın ve çocuk suçları kırmızı çizgidir, dün de öyleydi, bugün de öyle, yarın da öyle.

Bu düşünceyle, işbu 27'nci maddeden, kadına karşı işlenen suçlar ile cinsel suçların kapsam dışı bırakılmasına dair bir önerge vermişsek de yine aynı mahiyette olan Sayın Emine Yavuz Gözgeç ,Şengül Karslı, Bülent Tüfekçi ve Sayın Saffet Bozkurt'un önergeleri mevcut olup önergemizin onlarla birleştirilmesini veyahut da bu önergeye bizim de imza sahibi olmanızı talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.