KOMİSYON KONUŞMASI

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli üye arkadaşlarım, sivil toplum örgütlerinin ve kurumların değerli temsilcileri; ben de sizleri saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii ki bilirkişi müessesesi rehabilite edilmesi gereken bir müessese ve Türk hukukunun önemli sorun odaklarından biri. Bu sorunların belki bir nebze olsun giderilmesi amaçlanan bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Temelde bu yasal düzenlemeyle bilirkişilik müessesesini tamamıyla rehabilite etmek mümkün değil, bu ortada olan bir gerçek. Çünkü iş dönüp dolaşıyor, insan faktöründe düğümleniyor ya da hukukun üstünlüğüne inançta; ettiği yeminin karşılığını verip vermemeyle, göreve sadakat, bağlılık duygusuyla, hakkaniyet, vicdan duygusuyla; her şeyiyle bir arada düşünülmesi gereken bir müessese ama bu düzenlemede belli başlı konular var. Bir tanesi "Hukukçu bilirkişi olabilir mi?" konusu. Bence olur. Elbette ki Cahit Bey'in dediğine katılıyorum, çok sudan yere, basit bir maddi hesaplamayı bile bilirkişiye tevdi eden çok hukukçu vardır, hâkim, savcı vardır ama bunlarla ilgili HSYK müfettişleri bir denetim yapıyor, Yargıtaya gidiyor; bu da bir denetim mekanizmasıdır. Bunlar en azından orada bir nokta hâlinde belirtilebilir. Eğer hukuki bilirkişi olamaz dersek bu takdirde, evet, hemen başka bir üniversite mezunu olup aynı zamanda avukat titriyle yine bilirkişiliğe soyunacak yeni bir yapı oluştururuz. Bu anlamda çok kayıtlamak doğru değil.

İkinci bir nokta, tüzel kişiliğin bilirkişiliği konusu. Evet, bu yeni bir pazar açacaktır Türkiye'de, üzerinde çok dikkatli durulmalı. Madem tüzel kişilik bünyesinde olsa bile bir kişi görevlendirilecekse bilirkişilikle ilgili olarak bu takdirde bunu çok yaymanın doğru olmadığını düşünüyorum şahsen.

Bir diğer nokta, özel davalarda hukukçu... Şimdi, Yargıtayın bile kabul ettiği bir mütalaa sistemi vardır, Sayın Başkan bunun çok sayıda örneğini vermiş biridir. Hukukçusunuzdur ama hukuki konularda daha da aydınlatılmaya gereksiniminiz vardır ve Yargıtay böyle bir şeyi hiçbir zaman reddetmemiştir. Pekâlâ özel mütalaa sistemini benimsemiş, hatta kararlarında da bu görüşlere yer vermiştir dayanak oluşturma anlamında.

Şimdi, burada bir diğer konu, daire başkanlığı konusu. Bilirkişilik müessesesi bir anlamda denetlenmek, gözden geçirilmek ya da belli bir kontrol noktasında bulundurulmak amacıyla Bakanlığa bağlanmaktadır. Ben bunu doğru bulmuyorum. Bir kere bu mümkün olduğunca özerk olmalıdır.

Bunun ötesinde, belki üzerinde teorik olarak tartışılması gereken şeylerden bir tanesiyse bilirkişilik müessesesinin yargısal bir müessese mi olduğu, yoksa idari bir yapı mı olduğu konusudur. Bu, şu açıdan önemli: Eğer siz buna yargı müessesesi diyorsanız, yargının bir parçası diyorsanız o zaman bunu denetleyecek mekanizmanın da özerk ve bağımsız olmasında fayda vardır.

Bir noktaya daha değinmek lazım bundan yola çıkarak: 7'nci maddedeki Bilirkişilik Bölge Kurulları. Sayın Hocam bir konuya değindi. Bu, bir adliyedeki yargıç ve savcılardan oluşacak bir kuruldur ama denetimini Adalet Bakanlığına bağlı adalet müfettişleri yapacaktır. Bu, doğru değildir. Mutlaka ve mutlaka HSYK müfettişlerince denetlenmelidir. Bu, bir anlamda o bölge kurullarında görev alacak hâkim, savcıların dolaylı olarak Adalet Bakanlığının denetimine girmesi anlamına gelir. Buna izin verilmemelidir.

Önemli gördüğüm bir nokta, madem bilirkişilik sorunlu, bu sorunu yaratan etmenlerden bir tanesi de yargıçlardır. O zaman öyle bir şey yapalım ki yargıçları kınama cezasıyla cezalandıracak bir tehdit unsurunu ortaya koyalım, 38'inci madde. Şimdi, bilmeyenler için söyleyeyim: Kınama cezası birinci sınıfa ayrılmaya engel bir cezadır. Kınama cezası alan bir yargıç Yargıtaya üye seçilemez, belki de maaşında en azından 3-4 bin liralık bir azalma anlamına gelir bu da bir tehdit mekanizmasıyla. Şimdi, bunun kriterini nasıl tayin edeceğiz? O hâkim birini bilirkişi olarak atadı. Bu, kanunlarda belirtilen hususlara aykırı atama yaparsa... Yani müphem, subjektif, her türlü farklı değerlendirmeye müsait bir şey. Yani bir yargıca "Bilirkişiyi kurallara uygun atadın, atamadın." diye "Seni birinci sınıfa ayırtmam." tehdidiyle bir yasal düzenleme yapmayı yakışıksız buluyorum her şeyden öte ve bu anlamda da ve mutlaka ve mutlaka... Belki "Uyarı." diyebilirsiniz, kaldı ki şöyle bir şey var: O bilirkişiyle ilgili olarak adliyeye gelen müfettişler zaten dosyaları tek tek inceliyor, HSYK müfettişleri. Bakıyorlar, gerçekten lüzumsuz mu olmuş, mesela mesken masuniyetini ihlal, konut dokunulmazlığını bozmak. Gideceksiniz, kapısı, penceresi, duvarı var mı o bahçenin, onu hâkim görüyor. Siz gidip polis memurundan bilirkişi tayin ederseniz, onun raporunu esas alırsanız tabii ki tuhaf bir durumdur. Zaten müfettiş o durumu gözetir ve o yargıçla ilgili teftiş raporuna bir şeyleri yazar. Bu anlamda ben böyle bir tehdidin çok doğru olmadığını düşünüyorum. Bu, aksine bilirkişi tayin konusunda aşırı derecede hâkimleri çekingen yapacaktır. Her türlü tereddüt oluşacak. Örnek veriyorum: Şırnak'taki bir hâkim dosyayı gönderecek Ankara'ya. Ankara'daki yargıç tayin edecek o bilirkişiyi. Hangi koşullara göre tayin edecek? Baştan savmaya kalkmaya başlar, bu bir.

Diğer yandan, iş yükünün bu kadar yoğun olduğu bir ortamda pek çok şeyi daha yargıçlara yüklemenin de doğru olmadığını düşünüyorum. Son olarak söyleyeceğim şey şu: Hazırlanan rapor sayısı... Sayın Bakanın belirttiği şey çok dramatik yani şöyle basit bir hesaplama yaptım, bu tip bilirkişilerin aylığı 30 bin liraya falan geliyor yani bu bir sektör olmuş. Yani en azından üst baremde bir sınırlama yapmakta gerçekten fayda var ve yazı işleri müdürleri ile bilirkişiler arasındaki o malum ilişkiyi de hepimiz, çoğumuz biliyoruz.

Bu noktada bir kayıtta da fayda gördüğümü belirtiyorum ve teşekkür ediyorum.