GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 6/10/2020 tarihli ve 1263 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2021 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1696) münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:8
Tarih:19.10.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tezkere konuşmama geçmeden önce Anayasa'nın 90'ıncı maddesini okumak istiyorum. Anayasa'nın 90'ıncı maddesine göre "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır."

Değerli arkadaşlar, Anayasa'nın 90'ıncı maddesinin bu fıkrasıyla, esasen, Türkiye Cumhuriyeti devleti egemenlik haklarından bir kısmını Avrupa Birliğine devretmiştir. Şimdi, burada hamaset yapıp "bağımsızlık" nutku atan arkadaşlar bu değişikliği Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmiş ama Avrupa Birliği bir devlet ve millet politikası olduğu için hepimiz desteklemiştik. O nedenle bugün söyledikleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisine getirerek yaptırdıkları Anayasa değişikliği arasında her zaman olduğu gibi derin bir çelişki ve ikiyüzlülük vardır.

Değerli arkadaşlar, Birleşmiş Milletler misyonu çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Mali'ye ve Orta Afrika'ya asker göndermesi konusundaki tezkereye olumlu oy vereceğiz. Bununla birlikte, bu tezkeredeki bazı ibareler konusunda itirazımız var çünkü biz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilgili Misyon bağlamında Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde bulunmasının hududunun, şümulünün, miktarının ve zamanının sadece Cumhurbaşkanı tarafından takdir ve tespit edilmesini sorunlu görüyoruz. Ancak biliyoruz ki bu tür ibareler, özellikle bu ucube rejimin savunucuları tarafından yürürlükteki sistemin bir gereği olarak takdim edilecektir. Yine biliyoruz ki bunlar, esasen ülkemizin tüm cumhuriyet tarihi boyunca karşı karşıya kaldığı en muazzam sorun olan mutlak güçler birliğinin hayatımıza bir yansımasından başka hiçbir şey değildir. Bu sorun o kadar büyük, o kadar derin, o kadar şiddetlidir ki önümüzdeki kışı milletimiz için şimdiden tam bir kâbusa dönüştürmüştür. İnsanlarımız, bu kışı nasıl atlatacağını, âdeta nasıl ayakta ve hayatta kalabileceğini kara kara düşünmeye başlamış, derin bir umutsuzluk ve çaresizlik psikolojisi içinde sürüklenmenin eşiğine gelmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, Sayın Genel Başkanımızın ülkemizin dört bir tarafındaki ziyaretleri, insanımızın bu çok üzücü ruh hâlini bütün çıplaklığıyla ortaya koymak bakımından son derece önemlidir ama bu ziyaretleri daha da anlamlı ve önemli kılan iki etken daha vardır: Bunlardan ilki, başta Genel Başkanımız olmak üzere Millet İttifakı'nın mevcut ve muhtemel tüm paydaşlarının halkımızla bir araya gelmeleri, tek adam yönetiminin tüm ülkeye hâkim kıldığı karamsarlık ikliminde hayati bir ihtiyaç hâline gelmiş dayanışma ruhunu, bu ruhtan neşet eden umut ve iyilik duygularını beslemesidir. Bu, aslında, acımasız bir iktidara karşı tüm insanlarımızı birleştirecek bir vicdan kardeşliği ve onun ortaya çıkardığı bir vicdani direnişi ateşlemiştir. Bu kardeşlik ve direniş ruhu, her geçen gün biraz daha büyüyerek toplumumuzda dalga dalga yayılacak bir kader ortaklığı duygusudur. Kader ortaklığı duygusu; kaybettiğimiz demokrasimiz, özgürlüklerimiz ve ekmeğimiz için doğmuş, kendisini toplumumuzun tamamını sarıp sarmalayacak çok güçlü bir vatandaşlık bilinci şeklinde göstermektedir. Bu, esasen, kutuplaşmış ve ayrışmış bir topluluklar yığını olmaktan çıkıp sadece farklılıklarını değil muazzam benzerliklerini esas alarak kabullenmiş, onları çatışma meselesi olmaktan çıkarmış, geçmiş değil gelecek odaklı bir millet olmak demektir. "Gelecek odaklı millet" -bu kavramın altını çiziyorum- geçmişe takılmayıp kalıcı olarak gelecek odaklı bir millet olduğumuz anda, yirmi yılda adım adım milletin tüm varlıklarına Düyun-ı Umumiye muamelesi yapan, âdeta otokratik tek insan yönetimine dönüşen rejimin bize sistematik şekilde kaybettirdiklerini geri kazanmak demektir. Bu nedenle tarihimiz boyunca olmadığı kadar önemli ve varoluşsal bir ilk seçimde, Türkiye, vereceği oylarla bir dönüm noktası oluşturacaktır.

Ancak burada aynı önem ve anlamı taşıyan ikinci bir faktör daha söz konusudur. Sayın Meral Akşener'in iktidarın pahalılık ve pandemi sürecinden büyük zararlar gören insanlarımızla buluşmasının, onların dertlerini içten bir samimiyetle dinlemesinin; eskilerin deyimiyle halkımızla hemhâl, yenilerin deyimiyle frekansları tutturmasının gittikçe artan etkisi ortaya çıkmaya başlamıştır. İnsanımızın dikkatini rejim ve onun daha da derinleştirdiği ekonomik, sosyal buhrana çevirmiştir. Milletimiz, artık, içine düşürüldüğü sefalet çukurunun Sayın Erdoğan'da vücut bulan tek adam rejiminden de kaynaklandığını çok iyi idrak etmektedir; 5 milyon Suriyelinin, oluk oluk gelen Afgan milislerin başta metropollerimiz olmak üzere, ülkemizin dört bir tarafına yayılmış olmasının kendisini nasıl fakirleştirdiğini, refah ve zenginliğinin önünü nasıl kestiğini artık hiç olmadığı kadar fark etmiştir. Milletimiz, yargının tek adam rejiminin bir uzantısı hâline dönüşmesinin, adaletin âdeta yok olmasının kendi hayatındaki vahim etkilerini tüm çıplaklığıyla görmektedir; S-400'ler üzerinden Putin'le, Patriotlar vasıtasıyla Biden'la "değerli dostum" edebiyatındaki gerçek dışılığı ve utanç verici dost kabul edilme teşebbüslerini yerin dibine geçmiş gibi izlemektedir.

Değerli milletvekilleri, vatandaşlarımızın siyasi bir mahiyete ve derinliğe bürünen duyguları bu kadarla sınırlı değildir. Sade insanlarımız, Allah tarafından doğuştan kendisine verilen ırk, sosyal, kültürel kimlik unsurlarının sinsice yöntemlerle birbirlerine düşmanlaştırılmak için kullanıldığının da farkına varmaktadır. Burada yürütülen iktidar mekanizmasının, bölücülük mekanizmasının işleyişini de gayet iyi kavramıştır. Bu konudaki gözlem ve tecrübelerini, başta sosyal medya olmak üzere, henüz nispi bir özgürlüğün hüküm sürdüğü iletişim platformları üzerinden toplumun bütün kesimleriyle paylaşmaktadır. Artık milletimiz, kendi iktidarının bekası için âdeta her türlü manipülasyonu göze almış bir rejimden duyulan korkuyu paylaşarak ve birleşerek aşmayı öğrenmiştir.

Değerli milletvekilleri, bu, milletçe, gönülden gönüle anlaşarak, vicdan kardeşliğini tesis ederek korkuyla baş etmenin millî bir stratejisidir. Kendi iktidarlarını devletin veya milletin bekasıyla özdeşleştirerek kutuplaşmaları ve kamplaşmaları teşvik eden bir rejimin, mesela, SADAT gibi birtakım çok karanlık paramiliter aparatların provokasyonlarına ve tedhiş eylemlerine karşı soğukkanlılıkla fırsat vermeme bilincindedir.

Kısaca, değerli arkadaşlarım, her kesimden vatandaşlarımız, doların 9,32 lira olması ile Merkez Bankası bağımsızlığının çiğnenmesi arasındaki ilişkiyi artık fark etmiştir. Yeni köprülerin ve otoyolların dövize endekslenmiş geçiş garantilerini karşılamak için iktidarın onları rızkından ettiklerini, pahalılık nedeniyle artan gıda giderlerini düşürmek için üniversitelilere yaptıkları "Porsiyonu küçült." veya "Öğün atlat." tavsiyelerindeki nobran vicdansızlık arasındaki çelişkinin milletimiz farkındadır.

Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; Türkiye'de, rahmetli Turgut Özal'ın "orta direk" diye tabir ettiği orta sınıflar büyük bir erime sürecine girmişlerdir. Bu, iktidarın bilinçli olarak izlediği ekonomik politikaların doğrudan bir sonucudur. Yoksulluk, AKP tarafından âdeta bir iktidarda kalma stratejisi hâline getirilmiştir. Üretimin geri plana itilmesi ve bunun sonucunda işsizlik dramatik olarak artmıştır. Bütün bunlar milleti yoksullaştırma stratejilerinin bir parçasıdır. İlgili stratejinin çok önemli bir boyutu KÖİ modelinin yani dövize endeksli geçiş garantili köprü, otoyol ve tünellerin saray tercihli müteahhitlere muazzam bir servet transferine dönüşmüş olmasıdır.

Bir diğer boyutu da özellikle otomobil ve ihtiyaç, tüketim kredisi üzerinden cumhuriyet tarihimizin en büyük dolaylı vergileriyle, olması gerekenin 3 misli fazlasıyla borçlandırılarak orta direğin zamana yayılmış bir fakirleştirme programına tabi tutulmuş olmasıdır. Türkiye'de orta sınıflar bu yolla âdeta tuzağa düşürülmüşlerdir. Her geçen yıl daha erken üst vergi dilimlerine girmeye başlamışlar yani milletten alınan kaynaklar iktidar partisinin teveccühüne mazhar inşaat firmalarına aktarılmıştır. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisinin orta sınıfı eritme politikaları bunlarla kalmamış, 2008'den sonra emekliliğe hak kazananların neredeyse tamamına düşük emeklilik maaşları bağlanarak emeklilik yoksulluğa dönüştürülmüştür.

Değerli milletvekilleri, böylece genç nüfus da üretimsiz bir ekonomiyle bağlantılı olarak hizmet sektöründe gelip geçici işlerle AKP yönetiminin yoksullaştırma politikalarının kurbanı hâline gelmişlerdir. Bu, geleceğimizin geleceksizleştirilmesidir, kesintisiz bir buhran hâlidir. İnsanlarımız hiçbir biçimde bu sistematik ve organize yoksullaştırma politikalarını hak etmemişlerdir. Bu nedenle, hangi kesimden olursak olalım, kendimizi hangi aidiyet unsuruyla tanımlarsak tanımlayalım hepimizin önünde tek yol var: Bu fakirleştirme ve kutuplaştırma politikalarının sorumlusunu özgür irademizle sandığa gömmek.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisini eleştirmekle, şu ana kadar çeşitli saiklerle AKP'ye oy vermiş vatandaşlarımıza bugüne kadar verdikleri kararlarından ötürü saygısızlık etmeyiz, onları, oy verenleri AKP'yi yönetenlerle bir tutmayız. Onlar Adalet ve Kalkınma Partisinin vaatlerine inandılar, "Ülkem, ailem iyi olsun." diye AKP'ye oy verdiler. Bizim hesabımız iktidar sahipleriyledir, onlara oy verenlerle değil. Bazılarının sanki iktidarın asli sahiplerinin kusurlarını ona oy verenlere fatura etmeye çalışmaları kabul edilemez. Elbette bu konuda hepimizin zaten son derece duyarlı olduğunu biliyoruz ancak biz ne kadar iyi niyetli olursak olalım -böyle yorumlanmaya elverişli- her kelimemizin çarpıtılacağını ve seçmenlerin oy tercihlerini değiştirmelerini engellemek için kullanılacağını bilmeliyiz.

Değerli milletvekilleri, bu kutsal çatının altında partim ve Genel Başkanım adına açıkça ifade ediyorum: 28 Şubat korkutmalarıyla milletimiz aldanmasın, aldatılmasın, aldırmasın. Bizim iktidarımızda hiçbir vatandaşımız bugüne kadar elde ettiği inanç ve kültürel haklardan bir adım geri götürülmeyecek. Biz, insan haklarına saygılı, inançlara saygılı, kültürel özgürlüklerin sonuna kadar özgürce yaşandığı bir büyük demokrasisi olan Türkiye hayal ediyoruz. Millet İttifakı'nın mevcut ve muhtemel paydaşlarının güçlendirilmiş, iyileştirilmiş anayasal cumhuriyet ve demokrasi projesi, milletimizin sadece ittifaka oy verecek seçmenleri için değildir, her bir vatandaşımızın diğerleriyle eşit onura sahip olduğu milletimizin tamamı içindir. Biz, radikal İslamcı ideolojisiyle, cumhuriyetimizle hesaplaşmaya ve onu paranteze almaya kalkışan AKP zihniyeti gibi iktidara rövanş almak için değil, vatandaşlarımızın kendi mutluluklarının peşinden gitme haklarını garanti etmek için geliyoruz.

Sayın Başkan, yüce Meclisimizin değerli üyeleri; her vatandaşımızın birer insan, birer birey olarak başkalarına zarar vermedikçe kendi mutluluğunun peşinden gidebilmesi en temel özgürlük hakkıdır. Hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlette bu hak tüm içeriğiyle gözetilip korunur. Bunu sağlayan diğer unsur, devletin temel fonksiyonuyla ilgili kuvvetlerin birbirinden sağlam bir şekilde ayrılmasıdır. Türkiye'de bugün olmayan dolayısıyla rejimimizi bir demokrasi değil otokrasi kılan da budur; mutlak güçler ayrılığı olmadığı gibi, tam aksine, mutlak güçler birliğinin ortaya çıkmasıdır. Nitekim bugün gelen tezkerede dahi bu tezkerenin zamanının, şümulünün ve nasıl uygulanacağının tek bir kişi tarafından yapılacağına dair belirtilen bölümdür. Değerli arkadaşlar, 16 Nisan 2017 referandumu ve onun sonucunun hayata geçmesini sağlayan 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinden sonra başımıza gelen işte budur. 24 Haziran 2018'de 4 lira 55 kuruş olan 1 ABD dolarının bugün 9,30 lirayı geçmesinin sebebi aynı zamanda bu ucube rejimdir; her şeyin ve her kararın bir kişiye bağlanmasıdır. Resmî olarak daha 1960'lı yıllarda dünyanın en büyük 17'nci ekonomisini devralan bu iktidarın, şimdi, Türkiye'yi dünyanın 21'inci ekonomisine düşürmüş olması da hem kötü ekonomi yönetiminin sonucu hem de bu rejimin bu sonucu derinleştirmesidir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu iktidar o kadar çelişkiler içindedir ki bir önceki Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda Türkiye için hedeflerini 2 trilyon dolar gayrisafi millî hasıla olarak koymuş, kişi başına millî geliri 25 bin dolar olarak koymuş ve ihracatı da 500 milyar dolar olarak koymuştu. Sonra yeni yapılan kalkınma planında bunu revize etti, 2 trilyon dolarlık gayrisafi millî hasılayı 1 trilyon dolara düşürdü ve kişi başına düşen millî gelirimizin de 12.450 dolar olacağına karar verdi; bu da yetmedi, son yapılan orta vadeli planla 945 milyar dolara indirdi ama gerçekte kişi başına düşen millî geliri de 8 bin doların altına indirdi. İşte, rejimin ve siyasi iktidarın Türkiye'yi getirdiği nokta budur. Bu demektir ki resmî olarak G20'den çıkarılmamız bir an meselesidir. Bu, hicap verici bir hadise olur; kırk yıllık, elli yıllık bir ülkeyi sen getiriyorsun, G20'nin dışına düşürüyorsun. Ancak dünya özgürlükler sıralamasında son on yılda nasıl serbest bir düşüş yaşadıysak, hukukun üstünlüğü endeksinde büyük irtifa kaybına uğradıysak bizi orta gelirli bir ülke seviyesine getiren gayrisafi millî hasıla büyüklüğümüzü de aynı hızla kaybettik. Bu gerçek, esasen orta sınıflarımızı gayet sistematik bir biçimde eriten ve yoksullaştırma politikalarında bir iktidar bekası arayan zihniyetin kaçınılmaz sonucudur.

Değerli milletvekilleri, biz milletimizi hem refah hem de özgürlükler açısından yoksullaştıran bir iktidara karşı, hukukun üstünlüğüne ve mutlak kuvvetler ayrılığına dayalı, anayasal bir cumhuriyet ve demokrasi olarak Türkiye Cumhuriyeti devletini ayağa kaldırmaya kararlı ve azimliyiz. Biz, milletçe idrak etmeliyiz ki demokrasi yoksa, özgürlüklerimiz elimizden alınmışsa ne kimliklerimizin ne inançlarımızın ne fikir ayrılıklarımızın hiçbir önemi yoktur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)