| Konu: | Türkiye'nin millî güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiye'nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara mat |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 26.10.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Suriye'de bizi gittikçe bataklığa sürükleyen süreçler Suriye duvarlarına bir grup öğrencinin Beşar Esad için "Ey doktor, sıra sana geldi." diye yazmasıyla başladı ve böylece, bize kendi yanlış dış politikalarını "millî" diye dayatan bir siyaset anlayışıyla karşı karşıya kaldık.
Değerli arkadaşlar, bu tezkerenin gerekçesindeki çarpıtmalar, yanlış Suriye politikalarının devam ettirileceğini ortaya koymaktadır. Tezkerede yer alan "Millî güvenliğimiz açısından taşıdığı risk ve tehditler artarak devam etmektedir." şeklindeki vurgu doğrudur ancak bu risk ve tehditlerin baş sebebi Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıdır. Öyle ki bugün Türkiye'nin en önemli meselesi konuşulurken, âdeta bir savaş yetkisi verilecekken Adalet ve Kalkınma Partisinin grup sıralarına bakın, grup sıralarına bakın! (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, oysa 23 Aralık 2009 tarihinde Şam'da Esad'la birlikte yürüttükleri ortak bir Bakanlar Kurulunda Sayın Erdoğan "Suriye bizim Orta Doğu'ya açılan kapımız ve ikinci evimizdir." demişti. Maalesef bu olumlu tablo Suriye'de 2011 Martında başlayıp 2012'de kanlı bir iç savaşa dönüşen krizle sona erdi. Aslında, bu krizde Türkiye taraf olmak yerine saygın bir ara bulucu olmayı tercih etseydi hiç şehit vermeyecektik, hiç! (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Belki de binlerce insan ölmeyecekti, milyonlarca Suriyeli sığınmacı da Türkiye'de olmayacaktı. Ancak Sayın Erdoğan barışçıl dış politika yerine rövanşist ajandasına geri döndü; maskeler çıkarıldı, gömlekler tekrar değiştirildi; devletin tüm kurumlarında yaşanan rejim tahribatı Dışişlerinde olabilecek en ağır şekilde yaşandı; Dışişleri, önü var arkası yok Hollywood setlerine dönüştürüldü; apaçık mezhepçi tercihlerle, İhvan'la müttefik olundu.
Değerli arkadaşlarım, cumhuriyet tarihimizde hiçbir siyaset ve siyasetçi, süper güçlerin ve onların bölgesel iş birlikçilerinin amaçlarına bu kadar yarayacak zararlı bir politika uygulamamıştır. İşin vahim tarafı, yapılan bütün bu harekâtlara, verilen şehitlerimize rağmen, Amerika ve Rusya tarafından korumaya alınan Menbiç, Ayn el Arap, Ayn İsa, Tel Rıfat gibi bölgeler nedeniyle Türk askerinin güvenliği tesis edilememiştir ve terörist PYD'nin de ordulaşması engellenememiştir; böylece, bu bölgede, AKP politikaları, PKK devlet yapılanması için elverişli bir zemin oluşturmuştur. İdlib'de ise radikal dinci, kafa kesici binlerce teröristin varlığı çok ciddi bir tehdittir. Üstelik, Sayın Erdoğan Soçi Anlaşması'yla Rusya'ya bu teröristleri İdlib'den üç ayda uzaklaştırma sözü vermişti ancak bu sözünü de yerine getiremedi. Niye? Soruyorum size: Açık kapı politikaları nedeniyle Türkiye'ye sızan katillerin kanlı eylemler yapmasından korkulduğu için mi yoksa sınırımızda ortaklıklarınız olduğunu söylediğiniz bir Taliban devleti mi oluşsun isteniyor?
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin dış politikalarının beka sorununa dönüşmesinin asıl nedeni, Sayın Erdoğan'ın iktidarda kalmayı ve mevcut rejimi her ne pahasına olursa olsun tahkim etmeyi kendisi için bir varoluş hâline getirmiş olmasıdır. Bu nedenle, ekonomide yarattığı ölümcül tahribat nedeniyle sıkışınca gündem değiştirmek ihtiyacı ortaya çıktı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Osman Kavala'nın derhâl serbest bırakılması yönündeki kararının uygulanmasını talep eden 10 büyükelçinin açıklaması âdeta iyi bir çıkış noktasıydı. Derhâl, hukuki bir konu siyasi bir konuya dönüştürülmeye başlandı. Çıktı "Bizim niyetimiz asla kriz çıkarmak değil; ülkemizin hakkını, hukukunu, onurunu, çıkarını ve egemenlik haklarını korumaktır." dedi. Hâlbuki kendisinin ve partisinin önerisiyle değiştirilen Anayasa'mızın 90'ıncı maddesiyle egemenlik devri yaptığımızın bal gibi farkındaydı. "Temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." diyor Anayasa madde 90. Yani AİHM kurallarının, kararlarının uygulanması mecburdur. Yani "Takmıyorum." dediğinizde takmadığınız AİHM kararları değil, Anayasa'nızdır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, size senaryoyu biraz daha görünür hâle getireyim. 18 Ekimde büyükelçiler AİHM kararının uygulanması için çağrıda bulundular, 19 Ekimde Dışişlerine çağrılıp uyarıldılar, 23 Ekimde Sayın Erdoğan "Bunlara 'persona non grata' uygulanması için emir verdim." dedi, 25 Ekimde ise 10 büyükelçilikten "Viyana Sözleşmesi'nin 41'inci maddesine riayet etmeyi teyit ederiz." açıklaması geldi. Yani büyükelçiler "Riayet etmedik." demediler, "Özür diliyoruz." demediler. "Zaten Viyana Sözleşmesi'ne uyduk, uymaya devam edeceğimize söz veriyoruz." dediler. Ancak senaryo gereği mesele hızla tırmandırıldı, konu iç ve dış güçler eksenine oturtuldu. İktidar Pravda'ları aracığıyla "Büyükelçiler özür diledi." palavrası yayıldı ve sonuç olarak kahramanca çark edildi.
Değerli milletvekilleri, gelin, kamerayı bu defa farklı bir açıya çevirelim. Ne de olsa süper güçlerin karşılarında kendileriyle yaptıkları görüşmeleri devletinden gizleyen bir siyasetçi var. Böyle birinden kayıt dışı her türlü taviz alınabilir. Bunun karşılığında yapmaları gereken tek şey, ona içeride tepe tepe kullanacağı bir güç görüntüsü vermek. Haklarını teslim etmemiz gerekir, yıllardır bunu çok iyi yaptılar, Sayın Erdoğan'ın muazzam propaganda makinesini sürekli yağladılar. Şimdi, 10 büyükelçi operasyonuyla benzer bir hadiseyi yaşıyoruz; tek fark, Sayın Erdoğan'ın yaldızının dökülmüş olması ve inişte olmasıdır, önümüzdeki seçimlerde milletimizin iradesiyle gideceği muhakkaktır ancak Suriye'yi ve bölgeyi dizayn eden güçler böyle bir aktörü kaybetmek istememektedirler. 10 büyükelçi operasyonunun asıl gizli amacı, insanlarımızı görülmemiş bir sefalete sürükleyen ekonomik buhran gayyasında batıp çıkan Sayın Erdoğan'a can simidi olmaktır. En gelişmiş 10 ülkenin büyükelçisi âdeta saygısızca yapılmış ültimatom izlenimi verecek bu çağrıyı neden yapsınlar? Avrupa Birliğinin ilgili organları, Avrupa Konseyinin olağan mekanizmaları ne güne duruyor? Bu büyükelçilerin bu bilgileri, bu mekanizmaları bilmemesi mümkün mü? Ahmak mı bunlar?
Değerli arkadaşlar, bu olayın tam da Sayın Erdoğan'ın Biden'la Roma'da yapacağı muhtemelen tutanaksız, kayıt dışı görüşmeler öncesinde olması manidardır. Burada acı olan, Osman Kavala'nın bir operasyona alet edilmiş olmasıdır. Ama sinekten yağ çıkarma peşindeki güçleri uyarmak istiyorum: Bu tür danışıklı dövüşleri artık milletimiz yutmuyor. Bizim Dışişleri Bakanlığı bürokrasisine karşısında titredikleri Tayyip Bey emir verecek de üç gün bekleyecekler. Yuttuk, yemezler! Adını koyalım, bu operasyon 10 büyükelçi operasyonudur, Türkiye'ye karşı düzenlenmiş ortak bir operasyon, kirli bir tezgâhtır.
Değerli vekiller, Suriye'de Türkiye değil, Erdoğan rejimi Esad rejimine yenilmiştir. S-400'ler ile Patriot'lar arasına sıkışmış Erdoğan rejimi Amerika ile Rusya'nın karşılıklı senaryolarının figüranı dahi değil, set işçisi olmuştur ve hem Irak'ta hem Suriye'de bir süper güç gibi hareket eden İran varken Türkiye sadece başkalarının plan ve dizaynlarının taşeronu konumuna düşürülmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti adına Suriye'de millî bir görev icra eden şerefli Türk ordusunun askerlerinin zarar görmemesi için bu tezkereye "evet" diyeceğiz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Bu arada bu tezkereyi Irak tezkeresiyle birlikte getirerek yaptığınız ahlak dışı siyasi kurnazlığın da farkındayız.
YAVUZ SUBAŞI (Balıkesir) - Ancak İYİ Parti yapar onu, ancak İYİ Parti yapar.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Şimdi, bu arada, bu tezkerenin öncekilerden farklı olarak bir yıllığına değil, iki yıllığına düzenlenmesinde bir art niyetin olmadığına inanmak istiyoruz. Eğer bu iki yıllık süreyle 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri'nde seçmenlerimizin tercihlerini etkilemeye yönelik bazı operasyonlar ve manipülasyonlar düşünülüyorsa tavsiyem, bu niyetten tez elden vazgeçmenizdir. Biliniz ki Mehmetçik'imizin ve şehitlerimizin kanının seçim oyunlarına alet edilmesine asla müsaade etmeyiz.
En derin saygılarımla. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)