| Konu: | 2020 Yılı Kamu Denetçiliği Kurumu Raporu Hakkında Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 27.10.2021 |
HDP GRUBU ADINA HÜDA KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Genel Kurul; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2020 Yılı Kamu Denetçiliği Kurumu Raporu hakkında Dilekçe Komisyonu üyesi olarak partim adına söz almış bulunuyorum. Tabii ki burada Ombudsmanımız Sayın Şeref Malkoç da bulunuyor.
Halkımız pek çok yerde "Nedir bu Kamu Denetçiliği Kurumu?" diye soruyor. Sadece "ombudsman"ın ne manaya geldiğini buradan ifade edip kendi gündemime geçeceğim. Şikâyetleri ve birtakım teşebbüsleri ele alıp değerlendiren ve bunlara her iki taraf için de tatmin edici çözümler bulan kişidir yani "ara bulucu kişi" anlamına geliyor.
Değerli arkadaşlar, değerli halkımız; bugün devam etmekte olan Kobani davamızın bu süreçteki son günü ve hâlâ şu saatlerde Kobani davamız devam ediyor. Bu davamızla ilgili bizlere sayısız fezlekeler geldi, ben de dâhil olmak üzere; Kobani davasıyla ilgili, Yasin Börü davasıyla ilgili davalarımız devam ediyor. Yasin Börü davasıyla ilgili, hâkimlikte, savcılıkta verdiğim ifadede de belirttiğim gibi, Yasin Börü'yü katledenler devlet mekanizmaları tarafından çok iyi biliniyorlar; altını çizerek söylüyorum. Kobani davasında HDP'lilerle ilgili hiçbir nokta, ilişki olmadığını devlet yetkilileri, gerekli yetkililer çok iyi biliyorlar; gerçek katiller kimler, saklıyorlar. Hatta, Yasin Börü neden katledildi? Sebebi de dâhil -ki ben bunu biliyorum- önergelerimize "ret" verenler, araştırılmasını istemeyenler, tüm milletvekilleri, bakın, buradan sizlere bir kez daha söylüyorum... Sizlere bir kez daha söylüyorum diyorum ama değerli halkımız, burada şu anda iktidar partisinin milletvekilleri yok, sıralar bomboş. Her seferinde gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istemeyen, reddeden milletvekilleri... AKP ve MHP sıralarında 3-5 kişinin haricinde bomboş sıralara hitap ediyoruz. Biz burada boş sıraları görüyoruz ama sözümüz size sevgili halkımız ve buradan dinleyenlere bir kez daha söyleyeceğim: Bu gerçeklerin ortaya çıkarılmasını reddeden, "ret" oyu veren milletvekilleri, yarın, çok kısa bir zamanda, öyle Lice davası gibi aradan yirmi beş yıl geçtikten sonra, Bahtiyar Aydın olayında olduğu gibi birileri çıkıp iş işten geçtikten sonra kendi yaptıkları o derin ilişkileri, katliamları itiraf edenler gibi yirmi beş yıl daha beklemeyeceğiz; çok az bir zaman sonra bu gerçekler ortaya çıktığında bizlerin yüzüne bakamayacaksınız, sözünüz olmayacak, bizlere cevap veremeyeceksiniz ve bu gerçekleri saklamaya devam eden yetkililer ve bu katliamlardan haberdar olanlar, gerçek suçluları saklayanlar elbette ki adaletli hukuk önünde hepsi hesap verecekler.
Değerli arkadaşlar, yirmi yıllık AKP iktidarında ilginç ilginç olaylara şahit oluyoruz. İkizdereler yaşanıyor, Kaz Dağları yaşanıyor -efendim, zaten bir Gezi paranoya oldu sizler için de- bir Validebağ yaşanıyor. Bakın, en son, geçtiğimiz son günlerde Validebağ'a da gittim, gördüm.
Değerli arkadaşlar, bakın, bir milletvekili olarak, şu Mecliste halkımızın temsiliyeti noktasında sorumluluğu olan bir insan olarak halkımıza karşı mahcubiyet hissediyorum. Ne günlere geldik! Bir zamanlar -ve hatta hâlâ- şehirlerin düşman işgalinden kurtuluş törenleri yapılır idi ama şu anda Validebağ'da olduğu gibi, bizim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı insanlarımız, mahalle halkı devletine karşı, AKP iktidarının güvenlik güçlerine, zabıtalarına, polisine karşı mahallesini, ormanını, ağacını koruma nöbeti tutuyor. İnsanın, bir vatandaşın kendi devletine karşı gece gündüz parkını, ağacını, korusunu "Kalsın." diye koruma nöbeti tuttuğunu düşünebiliyor musunuz? Bu nasıl bir iktidar zihniyetidir? Ve kalkıyorsunuz hâlâ başınız dik, alnınız akmış gibi insan içine çıkıp... Tabii, çıkamıyorsunuz ancak yazılı sorulara yazılı cevaplar vererek günü kurtarmaya çalışıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz haftalarda -şimdi bir ay olmuştur sanırım- partim adına, üyesi olduğum Türk Dili Konuşan Parlamentolar Grubu olarak Kazakistan'ın Türkistan şehrine gittik. Keşke vakit olsa oradaki izlenimlerimizi sizlerle daha geniş bir şekilde paylaşabilsek. Ama sadece çok kısa bir şekilde -vakit de üç dakika kalmış- çok hızlı bir şekilde şunu ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, bakın, Kazakistan'da, Türkistan'da gördüğümüz, şahit olduğumuz ve de Orta Asya'yla ilgili... Hani, burada, böyle çok milliyetçi, vatansever, Türkçü edebiyatlar yapılıyor ya, ben de bir Türk'üm ve ata topraklarıma gitmemden de çok memnunum. Gittik ve gördük, Orta Asya ülkelerinin yarısından fazlasında en az 2 resmî dil var ve haftada sekiz saat Kürtçe dersi veriliyor bu ülkelerde. Ama utandığım bir şey var: Bizim Türk atalarımız Orta Asya'dan bu topraklara gelmişler yüzyıllar öncesinde, Kürt halkı da 3 büyük göç yaşamış Orta Asya'ya doğru. Orta Asya'ya doğru 3 büyük göç yaşadı ve Orta Asya'nın pek çok ülkesinde Kürt toplulukları var, Kürt halkları var. Oraya göç etmiş oldukları hâlde oradaki Kürtler, Kürt çocukları ilkokuldan itibaren Kürtçe dersi görüyorlar, müziklerini yapıyorlar, yasak yok, bölünme yok hatta sokaklarda polis bile görmedik ama nüfusumuzun en az yüzde 20'sini teşkil eden ve kendi ata toprakları olan şu Türkiye, Anadolu, Mezopotamya topraklarında Kürt çocukları eğitim dersi olarak Kürtçe göremiyorlar. Bırakın eğitim dili olmasını, Kürtçe tabelalar değiştiriliyor. Şırnak'ta camide Kürtçe ayet mealine bile tahammül edemediler, Kürtçe ayet mealini bile değiştirdiler.
Şimdi, değerli arkadaşlar, burada, demokraside de özgürlüklerde de Orta Asya topraklarının, ülkelerinin, toplumlarının vatandaşlık bilinci ve devletin yaklaşımı açısından bizlerden ne kadar da ileri olduğunu gördüm; sokaklarında, üniversitelerinde polis yok. İşte, Boğaziçindeki hâli görüyorsunuz. Geçen hafta cuma günü Çevik Kuvvet Boğaziçine girdi, bu pazartesi günü tekrar polis müdahalesi oldu, hatta ben gittiğimde bir milletvekili olarak bile üniversiteye alınmadım, müdahale edildim. Ve biz, attığımız her adımda... Bakın, inanın, şu duyguyu paylaşmak istiyorum sizinle: Türkistan'dan döndüm, İstanbul'a girdim; Taksim'e de çıksanız aynı, Anadolu'ya da gitseniz aynı, Diyarbakır'a da gitseniz aynı; her yerde Akrep, her yerde TOMA, her yerde Çevik Kuvvet; bir savaş ülkesi, bir kâbus ülkesine döndürdünüz Türkiye'yi. Akrepler, polis araçları çatır çatır sokaklarda çocuk katlediyorlar. Videoları görüyorsunuz, evet...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
METİN NURULLAH SAZAK (Eskişehir) - Hayda! Nerede çocuk katlediyorlar? Huzur var, terör yok.
HÜDA KAYA (Devamla) - Hemen sözümü toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
HÜDA KAYA (Devamla) - Evet, sözümü toparlıyorum.
Değerli arkadaşlar, hemen son cümle olarak -diğer konuları geçiyorum ama- bu korku, bu paranoya bizim kurtuluşumuz olamaz, ülkemizin kurtuluşu olamaz. Ne kadar nefret, ne kadar savaş; o kadar rant ve talana, çalıp çırpmaya döndürdünüz ülkeyi. Savaş değil, barıştır çözüm. Ülkemizin en büyük sorunu barışsızlıktır. Savaş, şiddet, nefret, tezkere demek yoksulluk demektir, barış demek ise refah, huzur, bolluk ve bereket demektir. Ülkece ve tüm halkımızın yaşadığı sorunlardan, krizlerden çıkışın tek yolu barıştır.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)